MAHALLENİN sosyolojik olarak neredeyse bittiği bir ortamda onu ‘baskı’yla bir arada, aynı cümle içinde anmak, düşene son bir tekme daha vurmaktan farksız oldu. Ama mahallede neler olup bittiğine dair bir merak bu sayede uyanmışsa, bu da bu gaddarlığın görünmeyen hayırlı sonucu olabilir. Mahallenin, küreselleşmeye meydan okuduğu veya küreselleşme süreciyle paralel olarak geliştiği söylenen mahallîleşme veya yerelliğin keşfi süreciyle bir ilgisi yok tabii ki. Ancak o tarz bir yerelleşmenin, eski mahalle yaşantısının hatırasına okunmuş nostaljik bir iç geçirmeye yakın bir şey olduğunu söylemek de mümkün.
Şerif Mardin mahalle baskısından bahsedince hepimiz birden dönüp o meşum baskının sahibini aradık. Hemen herkesin ilk fark ettiği şey o failin, yani baskıyı yapması beklenen mahallenin yerinde büyük sitelerin, alışveriş merkezlerinin, göğe doğru uzanan yüksek apartmanların dikilmiş olduğuydu. Bu kent karanlığını epeydir yaşıyorduk zaten. Peyderpey nüfusun çok önemli bir kısmı son yirmi yıl içinde şehrin hızla değişen mekanları içinde yer değiştirmedi mi? Bu yer değiştirme esnasında birer modern göçmen gibi bizi bekleyen yeni yaşama alanlarımıza kurulurken geriye ne bırakmış olduğumuzu sormaya çok az vakit bulabildik. Kuşkusuz çok şey bıraktık. Bıraktığımız şeyler mahalleden ibaret de değildi. Ama yine kuşkusuz yeni hayat tarzlarımızda çok başka yeni şeyler de bulduk.
Basit istatistiklerle son yirmi yıl içinde herhangi bir belediyenin sistematik çalışmasının sonucu olmayan, tamamen kendiliğinden gelişen bu büyük kentsel dönüşümlerin nüfusa veya kentsel mekanlara oranı tespit edilirse, bu alanların içinde mahalleden geriye neyin kaldığı bulunabilir belki. Ama bu geriye kalanın gerçekten edebiyatçıların anlatımına, yerli filmlerin temalarına ve yaşı otuzu geçkin birçok insanın mutena hatıralarına konu olan ‘mahalle’ ile ilgisini kurmak yine de muhakkak ki çok zor olacaktır.
Şehirler dönüşüyor. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada gelişen ve aynı anda küreyi sarıp sarmalayan yeni kent örüntüleri, konut ve yaşam alanlarını yeni bir düzene sokuyor. En azından Türkiye’de eskiden zenginle fakiri, farklı meslek ve hatta din gruplarını bir arada tutan, bütün sakinlerini birbiriyle kaynaştıran mahallenin bu yeni kent tipine karşı direnmesi mümkün değil. Çünkü mahalle her şeyden önce yatay bir yerleşmeyle mümkün olabiliyordu. Yatay yerleşim, yani geniş alana yayılan tek katlı veya azami iki-üç katlı hatta yer yer bahçeli konutlardaki yerleşim, geniş alan birimlerine az insanın yerleşmesini sağlıyordu. Mahalle ilk darbeyi konutun aşırı metalaşmasından yedi. Apartmanı soktu bu metalaşma mahalle hayatının orta yerine. Birim mekanda azami insanın sıkışmasını sağladı. Daha az insanla daha yoğun ilişkiler kurmak mümkün tabii. Ancak apartman hayatının, yani birim mekandaki azami sayıdaki insanın birbiriyle aynı yoğunlukta ilişkiler sürdürmesi mümkün olamazdı.
Mahalle hayatındaki ilişkilerin yoğunluğu mekansal olduğu kadar zamansal sıkışmanın etkisiyle de oluştu. Mahalle hayatı zamansal bir yayılma da gerektirir çünkü. Mahalle yoğunluğundaki ilişkilerin oluşması, oturması ve bir gelenek halini alması bir hayli zaman alır. Değişimin hızının yavaş olduğu geleneksel toplumda bunun için gerekli zaman fazlasıyla vardır. Mahallenin otantik dünyası, geleneğin otantik dünyasının ta kendisidir. Ama hızı yavaşsa da değişimden hiçbir zaman muaf değildir. Mahalle her yerde de aynı değildir. Bir şehrin içinde farklı özellikleriyle temayüz eden mahalleler olur. Ya o mahallede oturan özel bazı şahsiyetlerin kişiliğiyle ya da belli bir dinî veya etnik grubun yoğunlaşmasıyla bir şehirdeki mahalleler birbirinden farklılaşırlar. Ama genellikle değişmeyenler; hepsindeki yüz yüze ilişkiler, iç içe geçmiş hayatlar, tam da o yüzden mahremiyet alanları da bir miktar aşınmış şeylerdir.
Mahalle, içinde yaşayan insanlara tabii ki bir evren sunar. Bu evrenin oluşmasına mahallenin içinde yaşayan herkes katılır, katkıda bulunur. Bu evrenin kuralları vardır. Bunlara uymak hiç kimsede bir baskıya boyun eğmişlik duygusu yaratmaz. Mahallenin içki içen ayyaşı bile rakı şişesini taşırken, bunu gazeteye sarmadan yapmaz ve bizatihi bu bile bir ahlak eşiği olarak zikredilir. Mahallenin kimileri tarafından baskıcı görünen yanı, içinde yaşayan insanlar için bir hayli koruyucudur da.
Bu haliyle yitip gittiğini bugün fark ettiğimiz mahalle, artık bir nostalji konusu ve bütün nostaljiler gibi mahalle nostaljisi de mahalleyi yeniden kuruyor; ideal bir hayat resmediyor. Eskiye dair en kötü hatıralarda bile bir sahicilik tadını zikrediyor nostalji. Bu sahicilik hatırası aslında bütün nostaljik duygular gibi bugünkü tecrübelerle ilgili melankolik bir rahatsızlığın ürünü. Oysa bütün tecrübeler yaşandığı esnada bütün mukabil duygularını, aşklarını, nefretlerini, mutluluk ve mutsuzluklarını üretir. Mahalle tecrübesinde bundan fazlasının olduğunu söylemek için bile elimizde bu nostaljik söylemden başka bir şey kalmış değil.
Bugünkü yeni mekansal devrimlerin sonucunda kent demografyası adeta yeniden karıldı ve dağıtıldı. Apartman hayatında, örneğin nüfusun dar bir alana aşırı yoğunlaşmasına karşılık insan, bu kalabalığın ortasında daha da yalnızlaştı. Bunun da çok farklı sonuçları oldu; ama bütün sonuçların kötü olduğunu söylemek haksızlık olur. Apartman hayatının genellikle komşuluk ilişkilerini öldürdüğü, hatta üst üste kutucuklar halinde dizilmiş hayatlar dolayısıyla mahremiyetin yitip gittiği bile söylenebiliyor. Oysa apartman hayatı belki insanı kendi dairesinin içine kapatıyor; ancak bu sanıldığının aksine insanın modern dünyada aradığı mahremiyet tecrübesine çok daha fazla imkan sağlıyor. Apartman hayatı mahremiyeti, yüz yüze ilişkilerin yoğun olduğu tek katlı mahalle hayatlarına nazaran çok daha fazla sağlıyor.
Komşuluk ilişkilerinde bir gerilemeye neden olduğu da doğrudur apartman hayatının. Ancak bu da zamanla oturmuş apartman hayatlarında, tersi tecrübelerin gittikçe daha fazla kendini göstermesine engel değil. Yapılan komşuluk araştırmaları, apartman hayatında insanların komşuluk ilişkileri konusunda daha seçici davranma şansına sahip olduklarını, bu koşulda bile zamanla apartman içindeki bütün ailelerin birbiriyle kaynaşma eğiliminin çok yüksek olduğunu ortaya çıkarıyor. Apartman sakinlerinin seçicilikleri ya apartman içindeki komşu seçimi düzeyinde olabiliyor veya apartman dışından başka vesilelerle oluşmuş ilişkilerin sürdürülmesi şeklinde. Dolayısıyla apartman hayatı komşuluk ilişkilerini başlangıçta azaltıyor gibi görünse de orada belli bir geleneğin oluşumuna yetecek bir zaman tanındığında, yani apartmanda kalma süresine bağlı olarak komşuluk ilişkilerini daha da pekiştirdiği bile söylenebilir.
Mahalleye alternatif tek oluşum apartman değil tabii ki. Kentin yeni alanlarında oluşan belli meslek, gelir veya statü gruplarını toplayan ve belli bir yaşam tarzıyla buluşturan siteler ilginç hayat alanları oluşturuyorlar. Bu sitelerdeki hayatlar günden güne kentteki yeni bir yaşam tarzı modelini işaret ediyor. Genellikle duvarlarla çevrilmiş, güvenliği değişik düzeylerde yer yer abartarak sağlayan ve birinde yaşayanları itinayla başka yerlerden ayıran bu sitelerdeki hayatları Köksal Alver, Siteril Hayatlar: Kentte Mekansal Ayrışma ve Güvenlikli Siteler başlığı altında inceliyor. Bu güvenlikli, steril ortamlarda yaşayan insanların birbirleriyle ilişkileri, sitenin türüne bağlı olarak, aslında klasik mahalle tecrübesinin bir tür dönüştürülmüş halini temsil ediyor. Mahalleden çıkarak kapağı bir şekilde bu sitelere atan insanların genellikle mahalle hayatıyla ilgili bütün anıları nostaljik; çoğu mahalleyi özlüyor olmakla birlikte terk ederek geldikleri yerde de zaten eski mahalleden eser kalmamış olduğundan yakınıyorlar. Kalmışsa o mahalleden geriye bir alan, onun da muhtemelen kat karşılığı müteahhide verilmek üzere biraz daha prim yapması bekleniyordur.
Paylaş
Tavsiye Et