MARDİN’İN Mazıdağı ilçesi Bilge köyünde meydana gelen ve 47 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayın ardından dikkatlerin şiddetin bir aktörü olarak törelere çevrilmesinde şaşılacak bir şey yok. Güneydoğu epey zamandır şiddete alışık. Bu şiddetin açıklamasında iki ana neden öne sürülüyor: Töre ve terör. Töre ile terörün karşılaştıkları yerde ise çeşitlenmiş versiyonlar ortaya çıkıyor; aşiret savaşları, koruculuk sistemi, devlet ve terör arasında sıkıştığında kurşununun adresini şaşıran aşiret mensupları…
Medya da bu konuda halkın zihninde özenle işleyerek var ettiği mitolojileri fırsat düştükçe besliyor. Zira törelerin içerdiği müthiş egzotizm, medyanın nispeten daha Batılı tüketicilerinin oryantalist iştahını kabartmıştır her zaman. Töreli fanteziler giderek TV dizilerinde, Doğu saraylarının gizemli dünyalarına dair masalları beslerken; cinayet, namus, kıskançlık, ihanet, sadakat gibi değerler töre ambalajında başka türlü temsil edilmeye başlanır. Bu mitolojiyi dağıtmanın medya için maliyeti ağırdır elbet, bu kadar fedakarlığı ondan bekleyecek değiliz. Ama biz de bildiğimizi bir tür “törelerin modernleşen dünyadaki durumu hakkında bilinmesi gerekenler” cümlesinden söyleyelim.
Töreler bir toplumun toplum olmasının en önemli koşullarıdır. Töre, toplumun bir arada bulunması için, kendi aralarındaki hiyerarşik ilişkileri, düzeni meşrulaştıran kültürel kodları içerir. Geleneksel cemaat toplumlarında bütün sorunlar, töreler çerçevesinde halledilir. Toplum devlet aşamasına geçtikçe törelerin yerini kamu hukuku alır; ama aile ilişkilerini ve tarzını belirleyen töreler yine de uzun süre tamamen terk edilmez. En modern toplumlarda bile ailelerin kendi asaletlerini, özelliklerini, bazen imtiyazlarını sürdürmenin bir yolu olarak kendi törelerine, tarzlarına, hatta kendi hukuklarına sahip çıktıklarını görebiliriz. Töreler kendi başlarına da toplum üzerindeki etkileri bağlamında da kaçınılmaz olarak iyi veya kötü değildir. Zaten günümüzde töreler oldukları gibi de devam edemiyor. Özellikle geleneksel toplumlardan arta kalan şekilleriyle devam edenlerin de modernleşmeden kaynaklanan sıkıntılarla malul olduğunu söylemek mümkün.
Modernleşme ve Tezahürleri
Cumhuriyet’le birlikte gelişen kurumların gerektirdiği birey ve vatandaş tipinin oluşumu Türkiye’nin batısında büyük ölçüde tamamlandı. Devletin hukuku ilişkilerin büyük çoğunluğunu kodladı ve karşıladı. Gerçi batıda bile özellikle dinî konularda ve medeni hukuk alanlarında Cumhuriyet’in getirdiği hukukun tam anlamıyla benimsenmediği durumlar var. Mesela insanlar hâlâ resmî nikahın evlenmek için yeterli olmadığını düşünüyorlar; birçok miras meselesi hâlâ geleneksel yollarla çözülmeye çalışılıyor. Yine batıda cinayetler karşısında birçok durumda, kan davası şeklinde olmasa da, devletin adalet mekanizmasının dışında intikam cinayetleri veya eylemleri yapılıyor.
Güneydoğu ise Cumhuriyet’le birlikte girişilen modernleşme sürecinden yeterince geçemedi. Bunda hem coğrafyanın hem de hayat şartlarının önemli bir etkisi var. Cumhuriyet’in öngördüğü ulus-devlet Türkçeden başka resmî dil tanımamaya dayanırken, fiilen konuşulmakta olan diller ve kültürler üzerine bir politika geliştiremedi. Ankara’ya çok uzak kalan Kürtçenin konuşulduğu dünya kendi değerlerini, dilini, kültürünü, hatta yer yer toplumsal ilişkilerini ve hukukunu, töresini yaşatmaya devam etti. Büyük ölçüde yabancı olarak görülen ve içselleştirilemeyen medeni hukukun yaptırımları veya müdahaleleri hiçbir zaman bir adalet tecellisi olarak algılanmadı. Devletin resmen tanımadığı bir dilin kültürüne de gözlerini kapaması suretiyle oluşan boşlukta, tam olarak eski geleneksel tarzlarını tıpatıp devam ettiremese de, bambaşka bir toplumsal yapı şekillendi. Yeni tabakalar, yeni toplumsal ilişkiler ve yeni töreler oluştu. Bunların içinde din kendi şeklini bulsa da tek belirleyici olmadı ve çoğu kez son derece etkisiz kaldı.
Bugün aşiret ilişkilerinin, özellikle hızlı göç yüzünden yine hızla ve travmatik bir biçimde çözülüşüne şahit oluyoruz. Ancak eski ilişkiler çözülürken, modern değerler veya davranış tarzları aynı hızla eskisinin yerini almadı. Aradaki boşlukta farklı kültürel komplikasyonlar meydana geldi. Modernleşme dalgası altında töreler yeniden yorumlandı. Bugün medyada yer alan bazı olayların törelerden kaynaklandığı söyleniyor. Oysa kıskançlıklar, aile gururu, erkek gururu, davranış bozuklukları, cehalet, kentteki normsuzluğa uzanan anomi durumları, bu arada ölçüsüzce açılan bir toplumsallık, yepyeni bir kültür yorumu ortaya çıkardı ki bunun da törelerle pek fazla ilgisinin kaldığı söylenemez.
Bu noktada karşılaşılan her cinayet vakası, basitçe töre cinayeti, hele de namus cinayeti olarak nitelenemez. Bunların belki birkaç katı cinayet her gün batıdaki şehirlerde de yaşanıyor intikam, kıskançlık cinayeti gibi isimler altında. Ama biz Doğu ve Güneydoğu’da olup bitenleri oryantalist bir heyecanla, egzotik bir tat alarak karşılıyoruz. Özellikle bazı Türk filmleri son derece yanlış ve oryantalist bir Güneydoğu görüntüsü aksettiriyor. Oysaki bölgede filmlerdekinin aksine genellikle birbirlerini seven gençlerin anlaşmaları veya kaçmaları durumunda ileri gelenlerin bunları cezalandırması bir yana, bir şekilde tarafları anlaşmaya teşvik ettiklerini bizzat müşahede ettim. Genellikle aileler de rasyonel bir değerlendirmeyle bu duruma razı oluyorlar.
Töre ve Din
Törelerin içerdiği etik ve hukuki kodlar büyük ölçüde dinden beslenir; ama dini çoğu kez kayıtsız şartsız kabullenmez. Son zamanlarda töre adına ortaya konan cinayet vb. olayların dinle de töreyle de ilgilerinin olmadığı kesin. İslam’da tecavüze uğramış bir kadın, mağdur ve mazlumdur; tecavüz eden cezalandırılır. Ortada bir devlet varsa, bunun cezasını da devlet verir. Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan olaylarda da kararlar dine referansla verilmiyor; din takip edilen veya hareket ettiren bir unsur veya düstur değil, olaya sonradan katılan bir ideoloji konumunda.
Töre cinayetlerinin dinî bir makam ya da kurumdan fetva alınarak işlendiğini düşünmek çok yanlış. Aile meclislerinde alınan kararları meşrulaştırmak üzere başvurulan bazı kişiler olabilir; ama bunlar kendilerinden başka bir şeyi temsil etmiyorlar. Bölgede namus cinayetlerine fetva verecek dinî bir yapı ya da bir din adamı yok; zira köklü bir geleneği olan medrese sistemi zaten son yirmi yıldır işlemiyor. Bunun kalıntıları üzerinde insanlar, yapmak istedikleri şeye meşruiyet kazandırmak üzere itibar edecekleri kişilikleri yaratıyorlar.
Töre cinayetlerinde daha ziyade ataerkil gurur ile sınırları ve kapsamı belirsiz bir “şeref” kavramı üzerine oturan bir dizi kurallar ve değerler işliyor. Bölgede geleneksel toplumun, yani töreyi işleten toplumun organik varlığı zaten çözülmeye yüz tutmuş durumda. Bu tür şiddet olaylarının o yapının işleyişinden kaynaklandığını düşünmek mümkün değil. Zaten dikkat edilirse, bu cinayetlerin hepsi şehir ortamında işleniyor. Şehir ise zaten o eski törelerin tutunmasına imkan vermeyen bir mekan.
Töre cinayetleri eskiye oranla daha fazla artmış olabilir. Çünkü töre cinayetlerine konu olacak kural ihlalleri geleneksel toplumda fazla olmuyor. Geleneksel toplum çözülürken, ardında bir sürü boşluklar bırakıyor ve bu durum çok travmatik bir etki yaratıyor. Bu da bir tür normsuzluk duygusuna neden oluyor. Bunun en sık semptomlarından biri intihar vakalarındaki artış. Kadın intiharlarının bölgede daha çok olmasının sebeplerinden biri, bu travmayı bölgedeki kadınların çok daha şiddetli yaşamasından ileri geliyor. Aniden gelişen çözülmeye rağmen, eski bağlar kadını kısıtlıyor. Erkekler yeni dünyanın şartlarına daha kolay ayak uydurabilirken; kadınlar aynı uyumu sağlamak için daha ağır bedeller ödemek zorunda kalıyor. Bu esnada ataerkil tutumların ikiyüzlü tabiatı, yani erkeğin namusu ile kadının namusunu farklı şekillerde kodlayan bir yapı ortaya çıkıyor. Törede namus konusunda kadına yüklenen ağır yükün İslam’la hiçbir ilişkisi yoktur. İslam’da kadın ve erkek her birisi kendi namuslarının taşıyıcısıdır. İslam hem kadına hem erkeğe gözlerini veya bedenlerini haramdan sakınmasını aynı anda emreder. Din meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanılıyorsa eğer, bu olaya ayrı bir vahamet katan bir boyut. Bunu şiddeti acımasızca uygulayanların, dine de benzer bir şiddet uygulamaları olarak görmek lazım.
Öte yandan modernleşmemizin tabiatının çok kötü çalıştığını da unutmamak lazım. Aniden kente dolan kırsal kökenli insanların kızları, doğru dürüst bir eğitim sürecinden geçmeden pop kültürün kışkırtıcı, kendilerine ait olmayan hayatlara özendirici yayınlarına maruz kalıyorlar. Bu hayatlarla kendi hayatları arasındaki mesafeyi kapatma teşebbüsleri bu şiddet uçurumuna yuvarlanmalarına sebep oluyor. Bölgede gerçekleşen ve özellikle genç yaştaki kız çocuklarında, istatistik normallerini sarsan ölçüde yüksek çıkan intihar vakalarının önemli bir kısmının, aslında namus ihlali yaptıklarına inanılan kızların intihar etmeye mecbur bırakılmasından ibaret olduğu anlaşılıyor. Bu yol genellikle asıl namus ihlali ortaya çıkmamışsa tercih ediliyor. Böylece hem cinayetin yükümlülüğünden kurtulmuş hem de namuslarını temizlemiş olduklarını düşünüyorlar. Olay bir şekilde ortaya çıkınca da “töre cinayeti”ne dönüşüyor.
Kısaca, töre cinayetlerinin artmış olması hızlı kentleşme ve dolayısıyla modernleşme olgusuyla yakından ilgili. Hızlı kentleşme, geleneksel kadın-erkek rollerini ve aşiret ilişkilerini altüst eden bir özelliğe sahip. Söz konusu cinayetler esasen töreyle de alakalı değil, törenin yeni bir senteze kavuşması sonucu ortaya çıkıyor. Eski töreler başka beslenme ortamları buluyorlar, delikanlılık, aile onuru gibi. Güneydoğu kentleşiyor; ama bunu İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerinkiyle karıştırmamak gerek. Eski aile değerlerini tutacak zemin kayıyor, yeniler de doğru dürüst ortaya çıkamıyor. Ayrıca sadece töre cinayetleri değil, her türlü şiddet artıyor. Kentteki nüfusun artışıyla orantılı olmayan bir şekilde asayiş olaylarında patlamalar yaşanıyor.
İşin bir başka kötü tarafı ise birçok suç gibi bu olayın da fazla duyulmasının bir tür reklam etkisi yaratması. İntiharlarla ilgili haberler yayıldıkça intihar vakaları da artıyor. Töre cinayetleriyle ilgili haber ve yayınların da böylesi bir reklam ve özendirme boyutu var. Zira medya tarafından tekrarlanan şeyler bir süre sonra norm haline geliyor.
Bu tür cinayetleri veya davranış bozukluklarını önlemek için daha fazla eğitimden başka bir yol yok. Özellikle din eğitiminin çok güçlendirilmesi gerekli. Bunun için din eğitimini çok iyi almış; mesela ilahiyat okumuş psikologlar, sosyologlar, imam-hatip mezunu okur-yazarların sayısı artırılmalı. Ama tabii ki her şeyden önce bölge insanına bir oryantalist gibi yaklaşmaktan vazgeçmek lazım. Orada görülen her olayı olduğundan daha esrarengiz, daha sıra dışı bir şeymiş gibi lanse etmek belki medyatik bir ilgi doğurabilir; ama bu hem bölge insanının yabancılık duygusunu arttırıyor hem de bu tür olayları bir norm haline getiriyor.
Paylaş
Tavsiye Et