MAHALLENİN tarihi, esasında bizim öncelikler sıralamamızın değişmesinin de tarihi. Tanzimat öncesi mahalle anlayışı, Osmanlı’nın devlet olarak, kişileri değil kurumları muhatap alan yapısını bütün özellikleri ile gözler önüne serer. İşlenmiş bir suç dolayısıyla devlet bütün mahalleyi sorumlu tutar. Bu sorumluluk, mahalleyi, kendine yeten bir organizma bütünlüğü göstermeye teşvik eder. Bu bütünlük içinde imam, organizmanın başını temsil eder. Baş, organizmayı komuta eden yerdir. Doğanlar ve ölenler için yapılacak işler ve hizmetler, çocukların ve gençlerin eğitilmesi bu başın görevidir. Baş yani imam, hem önder hem de değerlerin nesilden nesile aktarılmasını sağlayan aracı hükmündedir.
Organizmanın elleri, zanaatkârlardır. Mahallenin çarşısında erkek zanaatkârlar mahalleli için gerekli eşya ve gereçleri en dayanıklı olacak şekilde yaparlar. Usta; çırak ve kalfasına sadece el işçiliğini değil, aynı zamanda hayat tecrübesini de aktarır.
Genç kızların zanaat öğrenimi ise mahallede bu işlerde mahir olarak bilinen kadının evinde gerçekleşir. Sabah evinden çıkıp usta kadının evine varır genç kızlar. Gündelik hayat içinde kendileri için gerekli olan her şeyi (lambaların yağının değişmesi/temizlenmesi; çarşafların, feracelerin bohçaya yerleştirilmesi; örümcek alma; ütüye kömür koyma vs.) bu usta kadının denetiminde öğrenirler. Velhasıl hayatın teferruat yüzüyle bu usta kadının evinde karşılaşılır. Bir taraftan gündelik hayatın bilgisi öğrenilirken, diğer taraftan ev sahibinin mahir olduğu dikiş-nakış üzerinde temrin edilir.
Tanzimat öncesi mahallenin bedeni, mahalle kahvesidir. İlk örneğine 1554’lerde rastlanan mahalle kahvesi, zamanla cami cemaatinin namaz vakitlerini beklerken bir araya geldikleri, Cenkname, Hamzaname, Muhammediye gibi kitapların kıraat edildiği mekan olmuştur. Mahalle kahvesi dini bütünler ile beynamazların bir araya geldiği bir yer olma özelliği de taşımaktadır aynı zamanda.
Mahallenin hareketi, esasında pek de saygın kişiler olmadıkları halde insanların haber alma ihtiyacını karşıladığı için (dedikodu mu demeliydik?) “mahalle karısı” diye tabir edilen kadınlar aracılığıyla gerçekleşir. “Mahalle karıları” hiç de saygın ve makbul olmayan kimliklerine rağmen bazen aynı mahalle içindeki evler arasında, bazen de İstanbul’un değişik mahallelerindeki hayatlar hakkında, hanesinden içeri adım attığı kişileri “ince ince” bilgilendirir.
Her mahallede, bileğinin hakkını veren babayiğitler vardır. Ahmet Rasim’e inanmak gerekirse II. Abdülhamid ve Meşrutiyet dönemlerinde babayiğit olmayan ama babayiğitlerin imajını tepe tepe kullanan kabadayılar, hatta kabadayı bile değil, ‘fiyakacı’lar almış yürümüştür.
Tanzimat öncesi mahalle dokusunun ana ipliği dindir. Kimin nasıl davranacağı ‘Kitap’ta yazılıdır. Mülk Allah’ındır ve mahallenin konağında oturan zenginler bu mülke ancak aracılık yaptıklarını unutmamalıdır. Unuturlarsa bunu hatırlatmak imamın vazifesi olur. Organizmanın sağlığını koruyabilmesi için herkes yerini bilmelidir. Ayaklar baş, başlar ayak olmaya kalkmamalıdır.
Bütün bu tespitlerin ardından dünü dünde bırakmamak, dünün bilgisini güncellemek için ara dönemleri atlayarak mahallenin kurumsal yapısının bugün ne kadar devam ettiğini, nasıl dönüştüğünü gözler önüne sermemiz gerekiyor.
Mahalle Kahvesi
Mahalle kahveleri, gelir seviyesi düşük mahallelerde (varoşlar mı demeliydik?), ortak zaman ve mekan birlikteliği olarak varlığını sürdürüyor. Lakin Tanzimat öncesinin Cenkname, Tanzimat sonrasının Meddah/Karagöz, Cumhuriyet döneminin gazete okuyarak “aynı zamanda” buluşan mahalle sakinleri için, şimdi ortak zaman, ekran üzerinden gelen zamandır (Maç zamanı, film zamanı, televole zamanı vs.). Kahve; cemaat ile cemiyet arası bir yer/durum olma özelliğini korumaktadır.
Gelir seviyesi yüksek semtlerde mahalle kahveleri yerini internet kafelere bırakmış gibidir. İnternet kafe sakinleri genellikle yeni yetme ya da iş arama peşinde olan kişilerden oluşur. Yeni yetmelerin adeta bir “eğitim devrimi” aracılığı ile bizzat Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bu mekanlara alıştırıldığını söylemek mümkün. Eğitimden ziyade “saklı bilgiler”in peşinde koşmaktadır yeni yetmeler bu mekanlarda.
Kafe sakinleri, aynı mekan içinde ayrı zamanları yaşayan bireylerdir. İnternet kafe postmodern zamanların halk içinde lakin tek başına ‘insan’ını biriktiren mekanlardır.
Mahalle Kabadayısı
Bedensel gücü üzerinden muteber olmak demek olan babayiğitlik, Tanzimat sonrasında ‘kabadayı’, Meşrutiyet döneminde ise ‘fiyakacı’ olarak dönüşüme uğramıştır. Tüketim toplumunda ise “kurumsal kimlik” olarak iktidarını zaman ve mekan üstü bir zemine yaymaya çalışan ‘mafya’dır artık o. Meşrutiyet döneminde bağlı oldukları paşaların isimleriyle anılan çeteler, günümüzde bağlı oldukları emniyet ya da subay/astsubayın ismiyle anılmaktadır.
Mahalle Esnafı
Bakkalların cenaze töreni için bir araya gelir gibi oldu bir ara “mahalle halkı”: “Kahraman bakkal, süper markete karşı.” Sonrasında “Bakkalım” yapılanmaları… Olmadı, lakin. Her mahallenin küçüklü büyüklü marketleri -mini/süper/mega- ve beyaz eşya tamir servisleri var artık.
Mahalle Karısı
Mahalle karılarının yaptığı iş ve eylemler artık ekran aracılığı ile gerçekleşmekte. Evlerinden çok sık çıkma imkanı bulamayan “ev kadınları” için “Kadırgalı Seda/Aysel” ve kopyaları her türlü dedikodu ve hareketi ayaklarına/ekrana getirmektedir. Böylece “herkes”, “her şeyi” bilmekte; lakin kimse kendini bilmek yolunda çaba sarf edecek vakit bulamamaktadır. Ekran zamanı; farklı mekanlarda yaşanan, ancak aynı duyguları sürekli tekrarlayarak kah bezginlik, kah şiddet, ama her halükarda huzursuzluk sendromu yayan bir pervane vazifesi görmektedir “büyük mahalle” için.
Mahalle İmamı
Diyorsunuz ki mahalle imamı nerede? O yok. Her türlü kurum bir şekilde dönüşerek varlığını devam ettirip üstelik iktidar alanını bir hayli genişletmiş iken; mahalle imamı, sadece namaz vakitleri vazife yapan, onun dışında camiyi kilitlemeyi bir güvenlik durumu olarak görmesi istenen kişidir. “Boş vakitleri”ni modern işlerde (TV programcısı ya da sendika görevlisi olarak) değerlendiren” olması “eh işte hoşgörülürken”; cemaatini dinî konularda bilgilendirmesi/bilgilendirmemesi konusunda etrafına çok kesin sınırlar çizilmiş kişidir. (Yaz tatilinde gençleri Kur’an öğretmeye teşvik etmek için esnafın desteği ile bisiklet çekilişi yapmaya ‘kalkan’ Samsunlu imamı medyanın diline dolayış biçimini hatırlamayan yoktur sanırım.)
Sonuç
Kent hayatı Ortaçağın surlarla çevrili güvenlik anlayışını korunaklı siteler üzerinden yeniden hayata geçirirken; herkesin birbirini tanıdığı, ortak değerleri yaşatmak için bir araya geldiği bir mekan olmaktan çıkıyor mahalle. Mahalle baskısı sosyolojik bir kavram olarak işlevsel bulunup sürdürülürken; artık geceleri elindeki sopayı vurarak belli aralıklarla mahalleye tatlı uykusunun içinde “Asayiş berkemal” diyen bekçilerin olmadığı unutuluyor. Tatlı uykumuza maya niyetine katılmıyor bekçinin bizim adımıza nöbet tutan sesi. Ama başka sesler asayişin hiç de berkemal olmadığını sık sık hissettiriyor. Düşen bir yaprak, arabanın üstünde uyumayı tercih etmiş bir kedi, gecenin bir vakti kendimizi filmlerden aşina olduğumuz uzay savaşlarının içinde bulmamıza neden oluyor. Sokakları bekçiler değil, alarmlar koruyor çünkü. Komşu komşunun külüne muhtaç değil artık. Ne kül kaldı büyük şehirlerde ne kömür. İnsanların koruyuculuğu makinelerin koruyuculuğu yanında ne ki. Onun için parası pulu olanlar akıllı evlere, mekanların en akıllısına koşuyor.
Osmanlı modernleri konaktan apartman dairesine koşmuştu. Metropol sakinleri şimdi apartman katlarından uydu kentlere taşınıyor. Mahallenin ortak değerler etrafında şekillenmiş yapısı, uydu kentlerde yüksek tüketim kabiliyetine dayalı aidiyetlere bırakıyor yerini. “Emr-i bil maruf” ya da “nehy-i anil münker” ile şekillenmiyor ilişkiler. “Paran kadar konuş”, “Âlem buysa kral benim”, “Kıroyum ama para bende” diyerek ev alırken aynı zamanda kendine komşu almaya kalkanların sebze alır gibi ev alma merakları yüzünden evvel zamanların “Bir zaman gelecek, bina da zina da artacak” öngörüleri her vesile ile doğrulanmış oluyor. İnşaat sektörü “her vesile ile kendine yeni bir ev alanlar” üzerinden ayakta duruyor bir bakıma.
“Ev alma komşu al” sözündeki ‘almak’ fiili, ne vakittir temsili manasından arınarak hakikaten para karşılığı elde edilen bir metaya dönüştü. Milyon dolarlık siteler, bir anda kolay para kazanıvermiş/vurgunu vurmuş yeni zenginlere pazarlanırken; yan villayı satın almış saygın kişinin imajı üzerinden yapılan sunum en etkin pazarlama tekniği olarak kabul ediliyor emlak piyasasında. Yeni kentliler şehrin bir hayli uzağındaki ‘kasaba’larına taşınırken ünlü/meşhur/marka komşularıyla bir mekana ait olmanın değil, ama bir mekanı tüketmenin hazzını yaşıyor. Velhasıl ulusal devletin sınırları içinde mahalleler eriyip dönüşürken küresel köyün mahalleri giderek genişliyor. Bu noktada “Mahalle bitmiştir” diyenler de doğru söylemektedir; “bitmemiştir” diyenler de. Değil mi ki postmodern zamanları yaşamaktayız; iddianız her ne ise, onu ispat edecek şartları bir şekilde bulmanız ve bir araya getirmeniz mümkündür.
Paylaş
Tavsiye Et