Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2008) > Yüzleşiyorum > İktisatçılar cennete girer mi?
Yüzleşiyorum
İktisatçılar cennete girer mi?
Mustafa Özel
GE­ÇEN ay Kon­ya ve Kay­se­ri’dey­dim. Gi­ri­şim­ci­lik, ti­ca­ret ah­lâ­kı ve kül­tü­rü gi­bi ko­nu­la­rın ele alın­dı­ğı sem­poz­yum ve kon­fe­rans­lar­da baş­lı­ca üç tip in­san­la kar­şı­laş­tım. Bi­rin­ci­ler, de­yim ye­rin­dey­se bir an ön­ce “kö­şe­yi dön­mek” is­te­yen­ler­di. Ken­di­le­riy­le be­ra­ber mem­le­ke­tin de ma­mur ola­ca­ğı­nı dü­şü­nen­ler. On­la­ra me­sa­jım kı­sa ve net ol­du: Ba­zı in­san­lar çar­ça­buk kö­şe­yi dö­ner gi­bi ol­sa da, bir ül­ke­nin top­ye­kun “ge­liş­me­si” kö­şe dön­me­ci­lik­le ol­maz. İl­ke­li ve icat­çı ola­cak­sı­nız. Ve bu du­ru­şu­nu­zu sis­tem­leş­ti­re­cek­si­niz.
İkin­ci­ler, bu “il­ke­li ve icat­çı yo­lu” me­rak eden­ler­di. On­la­ra 48 say­fa­lık bir ki­tap­çık sun­dum. Yir­mi ka­dar yer­li ve ya­ban­cı şir­ke­tin de­ne­yi­min­den ha­re­ket­le bir gi­ri­şim­ci­lik ku­ra­mı­na gi­riş yap­tık.
Fa­kat bu ya­zı­da asıl üçün­cü grup­la yüz­leş­mek is­ti­yo­rum. On­la­rın tep­ki­si fark­lıy­dı: “Mus­ta­fa Özel, sen ma­sum Ana­do­lu ço­cuk­la­rı­na ni­çin bu akıl­la­rı ve­ri­yor­sun? On­la­rı ne­den ka­pi­ta­list sis­te­min ağ­la­rı­na çe­ki­yor­sun? Gi­ri­şim­ci ola­cak­lar da ne ola­cak? Da­ha faz­la üre­tip tü­ket­me­miz ne­ye ya­ra­ya­cak?”
Ön­ce, zih­ni bu so­ru­lar­la meş­gul in­san­la­rın hak­la­rı­nı tes­lim ede­lim: Bu so­ru­lar cid­di ve ha­ya­tî so­ru­lar­dır ve bun­la­ra ma­kul ce­vap ve­re­me­yen bir top­lum sa­de­ce ahi­re­ti­ni yık­mak­la kal­maz, bu dün­ya­da da dik­ka­te de­ğer bir var­lık gös­te­re­mez.
Aç­göz­lü­lük ve kıs­kanç­lı­ğı ku­rum­sal­laş­tı­ran mo­dern (ka­pi­ta­list) çağ, in­san­la­rı re­ka­bet kis­ve­si al­tın­da yı­kı­cı bir ça­tış­ma­ya sü­rük­le­di. Şeks­pir da­ha 16. yüz­yıl­da olan bi­te­nin far­kın­day­dı:
Bü­tün yok­sul­lu­ğu­nuz aç­göz­lü­lü­ğü­nüz­den
Ne di­ye yok­sul ka­la­sı­nız? Bak­sa­nı­za, top­rak kök do­lu
Bir fer­sah yü­rü­me­den yüz­ler­ce pı­nar bu­lur­su­nuz
Me­şe­ler pa­la­mut, di­ken­ler kuş­bur­nu yük­lü
Ta­bi­at ana, o cö­mert ev ka­dı­nı
Her ça­lı­nın üs­tü­ne bir ta­bak ye­mek koy­muş si­zin için
Yok­sul­muş­lar! Ne yok­sul­lu­ğu?
 
Şeks­pir’in kah­ra­ma­nı soy­lu ve zen­gin Ti­mon, cö­mert­li­ği­nin kur­ba­nı­dır. Elin­de ne var ne yok dost­la­rı­na (dost bil­dik­le­ri­ne!) cö­mert­çe da­ğı­tır. He­sap ki­tap yap­ma­dı­ğı için de ser­ve­ti­ni tez za­man­da tü­ke­tir ve ala­cak­lı­lar üs­tü­ne üşü­şü­ve­rir­ler. Bu düş­kün ha­lin­de bi­le ken­di­sin­den al­tın sız­dır­ma­ya ça­lı­şan eş­kı­ya­la­ra yu­ka­rı­da­ki söz­le­ri söy­ler. Al­dı­ğı ce­vap şu­dur:
Ot­la, ya­ban ye­mi­şiy­le, suy­la ya­şa­ya­ma­yız ya
Hay­van­lar, kuş­lar, ba­lık­lar gi­bi.
Ti­mon sert­le­şir:
Hay­van­lar, kuş­lar, ba­lık­lar da do­yur­maz si­zi
İl­le de in­san yi­ye­cek­si­niz.
 
Çağ­daş an­tro­po­log Mars­hall Sah­lins, “İl­kel top­lum bol­luk top­lu­mu­dur; ge­liş­miş top­lum ise kıt­lık top­lu­mu” der­ken Şeks­pir’in di­ze­le­ri­ne ay­na tu­tu­yor gi­bi­dir. “İl­kel” di­ye eti­ket­le­nen top­lu­mun in­san­la­rı çev­re­le­rin­de bol mik­tar­da “kök, pı­nar, pa­la­mut, kuş­bur­nu” gör­dük­le­rin­den ken­di­le­ri­ni yok­sul his­set­mez­ler. Mo­dern in­sa­nın yok­sul­lu­ğu ise aç­göz­lü­lü­ğü­nün ese­ri­dir.
 
İk­ti­sat Cen­net­te mi Baş­la­dı?
İk­ti­sat il­mi­nin, ilk ba­şa­rı­lı rek­lam kam­pan­ya­sı­nın dü­zen­len­di­ği Cen­net’te baş­la­dı­ğı söy­le­ne­bi­lir mi? İn­sa­noğ­lu­nun ana­yur­du Cen­net’tir. İla­hi öğü­de ku­lak as­ma­dı­ğı için, dün­ya gur­be­ti­ne mah­kum edil­di. Cen­net’te her şey bol ol­du­ğun­dan, ik­ti­sat il­mi­ne ko­nu ola­cak bir du­rum yok­tu. İk­ti­sat, ned­ret (en­der­lik) ya­sa­sı­nın bi­li­mi­dir. Bir şey­ler ek­sik ve­ya ye­ter­siz ol­ma­lı ki, “sı­nır­lı kay­nak­la­rın sı­nır­sız ih­ti­yaç­la­ra op­ti­mum tah­si­si” söz ko­nu­su edi­le­bil­sin.
Cen­net’te kıt olan sa­de­ce el­ma (bel­ki de ay­va!) ağa­cıy­dı. Şey­tan öy­le bir rek­lam kam­pan­ya­sı dü­zen­le­di ki, za­val­lı in­sa­noğ­lu­nun ta­ka­tı ke­sil­di. Ki­tab-ı Mu­kad­des’e (Bib­le) gö­re, ay­va­yı ön­ce Adem de­ğil, Hav­va ye­di. Adem’in yü­re­ği, bi­ri­cik yol ar­ka­da­şı­nın yal­nız kal­ma­sı­na da­yan­ma­dı ve o da gü­na­ha iş­ti­rak et­ti. Öğüt din­le­me­me­le­ri­nin ce­za­sı ola­rak dün­ya­ya in­di­ril­di­ler. Hı­ris­ti­yan ba­kış açı­sıy­la “düş­tü­ler”; ik­ti­sat­çı ba­kış açı­sıy­la “en­der­lik ya­sa­sıy­la ya­şa­ma­ya mah­kûm edil­di­ler.” Ar­tık “ek­mek el­den, su göl­den” dö­ne­mi ar­ka­da kal­dı. Top­ra­ğı bin­bir zah­met­le ka­za­cak, do­ğum san­cı­la­rıy­la kıv­ra­na­cak­lar­dı.
Mo­dern ik­ti­sat in­sa­noğ­lu­na dün­ya­da bir cen­net va­at edi­yor: Eğer her şey Pi­ya­sa’nın gö­rün­me­yen eli­ne bı­ra­kı­la­cak olur­sa, bu cen­net ha­ya­li ger­çek­le­şe­cek­tir! İn­san­la­rın tek tek ben­cil ve­ya ah­lak­sız ol­ma­sı prob­lem de­ğil­dir. Hat­ta bu, ter­ci­he şa­yan­dır. İler­le­me, in­sa­noğ­lu­nun me­zi­yet­le­ri­nin de­ğil, şer­ri­nin ese­ri­dir. Hırs, aç­göz­lü­lük, kıs­kanç­lık gi­bi kö­tü­lük­ler, te­rak­ki­nin mo­to­ru­dur. Din­ler bin­yıl­lar bo­yu bu şer­le­ri kı­na­mış ve bas­tır­mış­lar­dı. Hz. Mu­ham­med, “Din öğüt­tür” bu­yu­ru­yor­du. İlk öğü­dü tut­ma­dı­ğı için ana­yurt Cen­net’ten atı­lan in­san, son­ra­ki öğüt­le­re ku­lak ver­di­ği öl­çü­de yur­du­na dö­ne­bi­le­cek­ti. Şim­di mo­dern ik­ti­sat­çı ona, “ku­la­ğı­nı di­nin çağ­rı­sı­na tı­ka” di­yor. “Bi­rey­sel kö­tü­lük­ler, top­lu­mun çı­ka­rı­na­dır!” di­yor. “Cen­net ila­hi bir lü­tuf de­ğil, in­san ça­ba­sı­nın bu dün­ya­da­ki do­ğal ödü­lü­dür” di­yor. Bu ça­ba­nın ah­la­ki bo­yu­tu ko­nu dı­şı­dır.
Mo­dern dün­ya­da her­kes bi­raz gi­ri­şim­ci, bir neb­ze tüc­car­dır. Bu­gün oku­ma yaz­ma­sı bi­le ol­ma­yan bir ev ka­dı­nı, yüz yıl ön­ce­si­nin es­na­fın­dan da­ha ile­ri bir he­sap bil­gi­si­ne sa­hip­tir. İl­ko­kul me­zun­la­rı en azın­dan çar­pım cet­ve­li­ni ez­be­re bi­lir ve dört iş­le­mi ko­lay­lık­la ya­par­lar. 17. yüz­yı­lın Av­ru­pa­lı tüc­ca­rı ne çar­pım cet­ve­li­ni bi­lir­di, ne de sı­fır­dan ha­ber­dar­dı. Do­la­yı­sıy­la çarp­ma ve­ya böl­me­yi, bu­gü­nün il­ko­kul ço­cu­ğu ka­dar bi­le be­ce­re­mez­di­ler.
Ka­pi­ta­lizm, in­sa­nın za­man ve me­ka­nıy­la be­ra­ber me­ta­laş­tı­ğı bir sis­tem­dir. (Me­ta, kâr mak­sa­dıy­la alı­nıp sa­tı­lan mal de­mek.) Me­ka­nın te­me­li olan top­rak, ko­lay­lık­la alı­nıp sa­tı­lan bir me­ta de­ğil­di. (Kı­zıl­de­ri­li­ler, ken­di­le­rin­den zor­la ara­zi al­mak is­te­yen be­yaz­la­ra şöy­le di­yor­lar­dı: “Top­rak­la­rı­mız bi­zim an­ne­miz ve kar­de­şi­miz­dir. İn­san hiç an­ne­si­ni sa­tar mı?”) Os­man­lı sis­te­min­de her ai­le­nin bir çift öküz­le sü­rü­le­bi­le­cek mik­tar­da top­ra­ğı var­dı. Bu top­rak sa­tı­la­maz, bö­lü­ne­mez, baş­ka­sı­na dev­re­di­le­mez­di. Do­la­yı­sıy­la, me­ka­nı me­ta­laş­tır­ma, tüc­ca­rın yed-i kud­re­tin­de de­ğil­di.
Top­ra­ğın yay­gın bi­çim­de me­ta­laş­ma­sı ilk ola­rak İn­gil­te­re’de ger­çek­leş­ti. Ge­li­şen ve bü­yük ka­zanç ge­ti­ren yün­lü ku­maş ti­ca­re­ti için da­ha faz­la yü­ne ih­ti­yaç du­yan tüc­car, yok­sul köy­lü­le­rin top­ra­ğı­nı ele ge­çi­rip çit­le­ye­rek (enc­lo­su­re) me­ra ha­li­ne ge­tir­di ve böy­le­ce da­ha faz­la ko­yun bes­le­nir ol­du. Ka­pi­ta­lizm, sa­na­yi­den ön­ce ta­rım­da ger­çek­leş­ti.
Köy ka­pi­ta­liz­mi, me­ka­nın me­ta­laş­ma­sıy­dı. Şe­hir ka­pi­ta­liz­mi, in­sa­nın ken­di­si­ni ve za­ma­nı­nı me­ta­laş­tır­dı. “İş­çi­lik” ka­dim de­vir­ler­den be­ri bi­li­nen bir ol­guy­du. Fa­kat bir top­lu­mun kü­çük bir azın­lık dı­şın­da­ki bü­tün bi­rey­le­ri­nin üre­tim ve ka­zanç araç­la­rın­dan ko­pa­rı­lıp, sa­de­ce o azın­lık için ça­lış­ma­ya mec­bur edil­me­si, ya­ni top­lu­mun top­ye­kun iş­çi­leş­me­si ye­ni bir du­rum­dur. İş­çi­le­re ilk za­man­lar an­cak ka­rın­la­rı­nı do­yu­ra­cak ka­dar öde­me ya­pı­lır. Eko­no­mi bi­raz ge­li­şin­ce, iş­çi üc­ret­le­ri­ni art­tır­mak ge­re­kir ki, “efek­tif ta­lep” ye­ter­siz­li­ği ya­şan­ma­sın. Do­la­yı­sıy­la, in­san­la­ra har­ca­ma yap­ma­la­rı­nı öğ­ret­mek ge­rek. An­ne­ler gü­nü, ba­ba­lar ve­ya sev­gi­li­ler gü­nü gi­bi “özel gün­ler”, in­san­la­ra mal ta­lep et­me­yi öğ­re­ten rek­lam­cı ta­ife­si­nin et­ki­li icat­la­rı­dır. Bun­la­rın bi­rer nu­ma­ra ol­du­ğu­nu her­kes bi­lir; ge­ne de hiç kim­se oyun­bo­zan­lık et­mez. İn­san­lar tek tek ras­yo­nel ol­sa­lar bi­le, top­lu­ca al­da­nı­şa ba­yı­lır­lar.
 
Ti­ca­ret Be­la­lı İş mi­dir?
Ati­na­lı Ti­mon’a ge­ri dö­ne­lim. Şu di­ze­ler, mo­dern ça­ğın eşi­ğin­de­ki has­sas bir şa­i­rin ti­ca­re­te ba­kı­şı­nı ne gü­zel res­me­di­yor:
- Hey tan­rı­lar! Ben de soy­lu bir zen­gin olay­dım!
- Ne ya­par­dın Ape­man­tus?
- O soy­lu zen­gin­den iğ­re­nir­dim.
- Ken­din­den mi ya­ni?
- Evet ken­dim­den.
- Ni­çin?
- Soy­lu­lu­ğa, zen­gin­li­ğe can at­mış ol­du­ğum için.
- Sen bir tüc­car­sın de­ğil mi?
- Evet Ape­man­tus.
- Ti­ca­ret be­la­nı ver­sin se­nin, tan­rı­lar ver­mez­se.
- Ti­ca­ret ve­rir­se be­la­mı, tan­rı­lar ver­di de­mek­tir.
- Tan­rın ti­ca­ret­tir se­nin; tan­rın be­la­nı ver­sin!
 
Za­man za­man İs­lam dün­ya­sın­da da ti­ca­re­te ve tüc­ca­ra ba­kış, Şeks­pir’i an­dı­rı­yor gi­bi­dir. Me­se­la İbn Hal­dun, bü­yük eko­no­mik ser­vet­le­ri şüp­he­li gö­rür. İmam Ga­za­li, bü­yük ser­vet ara­yı­şı­nı in­sa­nın “ru­bu­bi­yet te­ma­yü­lü­ne” bağ­lar. Bir ne­vi tan­rı­laş­ma. Bu­nun­la be­ra­ber, ayet-i ke­ri­me­ler­le sa­bit­tir ki, “Pey­gam­ber­ler ye­mek yer ve çar­şı­lar­da ge­zer­ler­di.” Son pey­gam­ber bir ta­cir­di; ilk mü­min ha­nım bir ta­cir­di; men­sup ol­duk­la­rı Ku­reyş kav­mi “Tüc­car-ül Arap” idi; Mek­ke bü­tü­nüy­le bir ti­ca­ret şeh­riy­di. El­ma­lı­lı Ham­di’ye gö­re, Ku­reyş ke­li­me­si­nin kö­kün­de bi­le “ku­ruş­lan­mak” var­dır. Ya­ni son din (da­ha doğ­ru bir ifa­dey­le, Din’in son hal­ka­sı), ade­ta ahir za­ma­na mo­del sa­yı­la­bi­le­cek bir ti­ca­ret bel­de­sin­de zu­hur et­miş­tir.
Teh­li­ke­li yan­la­rı­na rağ­men, ti­ca­ret in­sa­noğ­lu­nun te­mel fa­ali­yet­le­rin­den bi­ri­dir ve esa­sı ba­kı­mın­dan “kö­tü” sa­yı­la­maz. Ku­ran-ı Ke­rim’de bi­le, ne­re­dey­se ti­ca­ri sa­yı­la­bi­le­cek bir dil var­dır: İn­san­lar kü­çük bir pa­ha­ya Al­lah’ın ayet­le­ri­ni sat­mak­ta, can­la­rı kar­şı­lı­ğın­da Cen­net’i sa­tın al­mak­ta ve­ya hak din uğ­ru­na gay­ret­le­riy­le Al­lah’a borç ver­mek­te­dir­ler. Hü­la­sa, ti­ca­re­ti ken­di ba­şı­na bir amaç ha­li­ne ge­ti­rip yü­celt­mek de, sa­de­ce teh­li­ke­le­ri­ni sa­yıp kö­tü­le­mek de doğ­ru de­ğil­dir.
De­ğil­dir ama şa­ir­le­ri sus­tur­mak ne müm­kün! He­le o sa­rı ma­de­nin pe­şin­de ko­şar­ken bir­bir­le­ri­ni ezen­le­ri; hak bi­lin­ci­ni yi­ti­rip ca­na­var­la­şan­la­rı gö­rün­ce ken­di­le­ri­ni tu­ta­bi­lir­ler mi?
Aman bu ne? Al­tın? Sa­rı, pı­rıl pı­rıl, ha­lis al­tın!
Yo­o, tan­rı­lar, içim baş­ka di­le­ğim baş­ka de­ğil be­nim
Ben kök is­te­dim siz­den, cö­mert tan­rı­lar, kök!
Al­tı­nın bu ka­da­rı ka­ra­yı ak, çir­ki­ni gü­zel
Yan­lı­şı doğ­ru, soy­su­zu soy­lu, yaş­lı­yı genç
Kor­ka­ğı yi­ğit et­me­ye ye­ter de ar­tar bi­le
Bu sa­rı kö­le din­le­ri yı­kar da ya­par da
Ce­hen­nem­li­ği cen­net­lik eder
İğ­renç cü­zam­lı­la­rı sev­di­rir in­sa­na
Hır­sız­la­rı baş­kö­şe­ye otur­tup
Soy­lu­lar ara­sı­na so­kar.
 
Al­tın pe­şin­de top­ye­kun se­fer­ber­lik di­ye de ta­nım­la­na­bi­le­cek ka­pi­ta­lizm muh­te­me­len son ça­ğı­nı ya­şı­yor. İl­ke­li ve icat­çı gi­ri­şim­ci­lik, ka­pi­ta­lizm son­ra­sı­na bir ha­zır­lık­tır ay­nı za­man­da. Bu­gü­ne de­ğin icat­çı­lık ço­ğun­luk­la ta­bia­tı (ve in­san ta­bi­atı­nı) bo­zan ge­liş­me­ler­le so­nuç­lan­mış­sa, hep böy­le ol­mak zo­run­da de­ğil­dir. İn­san, ta­bi­at­la ve ken­di do­ğa­sıy­la ye­ni bir uyum kur­ma­yı da be­ce­re­bi­lir.
Ben ma­sum Ana­do­lu ço­cuk­la­rı­nı ka­pi­ta­lizm­le bü­tün­leş­me­ye ça­ğır­mı­yo­rum. On dört yıl ön­ce ya­yım­la­nan bir ki­ta­bı­mın baş­lı­ğı Pi­ya­sa Düş­ma­nı Ka­pi­ta­lizm’dir. Bu­nu top­lum düş­ma­nı ola­rak da oku­ya­bi­lir­si­niz. Ka­pi­ta­liz­min ebe­di­yen sü­rüp gi­de­ce­ği­ne de inan­mı­yo­rum. İl­ke­li icat­çı­lık önü­mü­ze ye­ni ka­pı­lar aça­cak­tır.
İk­ti­sa­di gi­ri­şim­ci­li­ğe Şeks­pir­va­ri tep­ki gös­te­ren­le­ri hak­sız ve­ya ye­ter­siz bul­du­ğum hu­sus şu­dur: Al­tın ve­ya pa­ra, gü­cün so­mut­laş­mış bi­çim­le­rin­den sa­de­ce bir ta­ne­si­dir. İn­san­lar po­li­tik, as­ke­rî, bü­rok­ra­tik ve di­ğer bir­çok güç kay­nak ve­ya araç­la­rı sa­ye­sin­de de “bir­bir­le­ri­ni yi­ye­bil­mek­te­dir­ler.” Bü­tün bu fa­ali­yet­le­ri ti­ca­ret gi­bi be­la­lı sa­yıp uzak dur­mak, “Dur­du­run dün­ya­yı ine­cek var!” de­mek­ten fark­sız­dır. Bu­gün ve bu­ra­da ya­şa­ma­mız tak­dir edil­miş­se, bu­gün ve bu­ra­da ol­ma­nın he­sa­bı­nı ver­mek; ca­ri fa­ali­yet­ler­den ge­ri dur­ma­mak; fa­kat il­ke­li bir du­ruş ser­gi­le­mek zo­run­da­yız.
Ça­ğı­mız­da ik­ti­sa­di va­ro­luş, sos­yal va­ro­lu­şun bel­ke­mi­ği­ni oluş­tur­mak­ta­dır. Dün­ya­nın en et­ki­li or­ga­ni­zas­yon­la­rı po­li­tik de­ğil, eko­no­mik ka­rak­ter­li olan­la­rı­dır. Böy­le bir or­tam­da, müs­tak­bel iyi sis­tem­le­rin de ma­ya­sı­na ka­ta­bi­le­ce­ği­miz “Müs­lü­man­ca ta­sa­rım­lar” pe­şin­de ko­şa­lım; fa­kat ge­le­ce­ğin Kü­ba ve­ya Ku­zey Ko­re’si ol­ma­ya özen­me­ye­lim. Re­ali­te­den ko­pan, ha­ki­kat­ten de ko­par!

Paylaş Tavsiye Et