ALEVİLİĞİN içeriği konusundaki köklü karmaşaya rağmen talepler noktasında birkaç maddenin altının çizilmesinin, orta yol bulmayı kolaylaştıracak bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Buna rağmen yetkili ağızların hâlâ “Sorunu çözme konusunda adım atmak istiyoruz, ama önce Alevilerin kendi aralarında anlaşmaları gerekir” yollu açıklamaları, ümit bağlanan yeni sürece dair beklentileri köreltiyor. Tanım konusundaki belirsizliğin sürekli vurgulanarak çözümden uzaklaşılması, meseleyi salt politik bir talebe, çözümü daha zor bir kimlik politikasına dönüştürüyor. Son yirmi yıldır bunun işaretleri fazlasıyla vardı; gelecek de ne devlet mercileri ne toplumun geneli ne de Aleviler için herhangi bir ümit vaat ediyor. Bu noktada hem Alevilerin kamusal sözcülerinin hem de devletin, süreci tıkayan güven eksikliğinin nedenlerini görmeleri gerekiyor. Alevilerin yakın geçmişte çeşitli ideolojilerle eklemlenmeleri, bizatihi tanımdaki belirsizlikle ilişkili. Devletin durumun farkına varma konusunda gösterdiği zafiyet ya da “Alevilik Ali sevgisidir” gibi hiçbir siyasi getirisi olmayan bir bakışta diretmesi de çözümsüzlüğü besleyen diğer bir faktör. Aslına bakılırsa Alevilere ilişkin genel kimlik tanımlamalarında kronolojik bir anlamlılık bulunuyor ve bu da genellikle şehirleşme olgusuyla açıklanıyor. Bu sosyolojik bakışta, Aleviler şehirleşme sürecinde asimile oldular, şehir kültürünün baskın öğeleri ile birleştiler ve birleşmeye de devam ediyorlar; bu konuda devlete düşen bir görev yok. 90’lı yıllara kadar olan biten bundan ibaretti. Aleviler sosyolojik bir araştırmanın sıradan malzemesi olmanın ötesinde politik olarak pek de fazla dikkat çekmediler.
90’lı yıllardan sonra ise Alevilerin seslerini yükseltmesi, asimilasyondan ortaya çıkan prototiplere ilişkin ilgiyi artıracak düzeyde gerçekleşti. Bu tabloda Alevilerin kamusal taleplerini büyük oranda Kemalist ve sol ideolojiden gelenler dillendirdi. Karşılanmayan dinî talepler eşliğinde asıl vurgulanan, Alevi kimliğinin kabulüydü. Karşılarına aldıkları şeyse ne yazık ki Sünni İslam’dı. Asıl trajedi de burada başladı. Hem toplumla ilişki kurulamaması hem de devletle ortak bir dil bulunamamasının nedeni burada saklı. Geride kalan kısık Alevi sesleri, taleplerin çeşitliliği ve iktidarla kurulan “muhalif” ilişkiler, bu yeni kimlik talebinin zorlu yolculuğuna eşlik eden yan faktörler oldu. Asıl belirleyici olarak Sünni İslam’a karşı konumlandırılmış Alevi kimliği, Cumhuriyet kazanımları ile özdeşleşti, Cumhuriyet’in bekçiliğini görev edindi, toplumdaki diğer aktörleri “Cumhuriyet düşmanlığı” ile itham etmekten çekinmedi, hem laiklik ve cumhuriyetçilik vurgusuyla devletin gözdesi olmaya çalıştı hem de “muhalefet” zırhını kimseye bırakmadı.
Kendi içindeki bu tutarsız ideolojik yapılanmasıyla ne toplumsal kurumlarla ne de devletle güven ilişkisi geliştirebildi. Bu güvensizlik, bugün çözümün önündeki en önemli engellerden biri. Buna ilaveten cumhuriyetçi-laik olduğunu söyleyen Alevi grupların en büyük trajedisi, Cumhuriyet döneminden kalma “yaranma siyaseti” uğruna hem Aleviliğin doğasındaki yaratıcı muhalefeti yitirmiş olmaları hem de ezilen konumunda ısrar ederek ilkesiz bir duruşa hapsolmaları. Bir de yeri geldiğinde, talepleri karşılanmadığı takdirde meselenin “güvenlik” meselesi haline geleceği yönündeki tehditleri hesaba katılırsa, karşılıklı güvensizliğin boyutları daha net ortaya çıkar. Yegane muhalefetlerini, Sünni İslam’a karşıt biçimde kurguladıkları Cumhuriyet değerleri üzerinden yapmaları, yeni şehirleşmeye başlamış Alevi gruplarının zihinsel formasyonunu da olumsuz etkiliyor. Alevilerin sözcülüğünü üstlenen aktivist kadınlarda gördüğümüz Sünniliğe ve başörtüsüne düşmanca tavır, akıl almaz bir antidemokratik tutumun örnekleri olarak dururken; “Sünniliğin Tanrısı’nın çok erkekçi” olduğunu söyleyerek sol-feminizm soslu ne idüğü belirsiz bir Aleviliği, demokrasi talepleri olarak dillendirebiliyorlar. Kısaca Kemalizm-İslamcılık karşıtlığının prim yapacağı bir dönemde kimlik talebine dönüşen ve büyüyen memnuniyetsizliklerle bugünlere taşınan Aleviliğin belirleyici karakteri, kendine has değerlerden çok karşıtlık içinde konumlandığı değerler oluyor. Aleviler eğer demokrasi taleplerinde inandırıcı olmak istiyorlarsa bir an önce söylemlerini revize etmeliler; hiçbir toplumsal değeri ve grubu, hiçbir demokrasi talebini karşılarına almamalılar.
Bugünkü Alevilik yelpazesinde, her ne kadar “dünyadaki tüm Alevilerin tek çatı altında toplanması gerektiği”ni düşünenlerden daha yerelci bir tonda “Diyanet’te temsil edilmek” isteyenlere kadar birbiriyle alakasız beklentiler olsa da, Cumhuriyet ideolojisi ve sol ideolojiler ile eklemlenmeler bir zincirin halkaları gibi Alevilerin bugünkü kamusal yüzünü temsil ediyor. Ne yazık ki devletin daha ziyade muhatap alması gereken de kamuda işitilen bu tutarsız sesler. Geçmişe oranla bugün kimlik politikalarında daha pozitif beklentiler içine girmek için uygun koşullar mevcut. Bugün hem Aleviler yaşadıkları dönemsel yakınlaşmaların verdiği zararları anlamış ve ifade eder hale gelmiş hem de devlet ortaya çıkan görece kamusal açıklık politikasından daha esnek bir hale bürünmüş durumda. Buna rağmen iki tarafın tutumlarında iflah olmaz bir çatışmacılık zaman zaman ortaya çıkıyor. Alevilerin kamusal sözcüleri hâlâ Sünni İslam’ı Cumhuriyet değerlerine düşmanlıkla itham etmekten geri durmuyor ve devlete olan kadim güvensizliklerinin altını çiziyorlar; devlet de alışmış olduğu etki-tepki tonunda cevap üretmekten öte bir çözüm sunamıyor.
Kasım ayından bu yana yapılan Alevi mitingleri, bugüne kadar kurulamayan diyaloğun önünü açmak için atılan yapıcı ve demokratik adımlar olarak değerlendirilmeli. “Önce onlar bir şey yapsın”, “Kendinizi tanımlayın” ya da “Alevilik Ali sevgisidir” gibi kolaycı yaklaşımlar ise devletin göstermesi gereken çabanın çok altında. Son günlerde talepler konusunda çalışıldığı şeklindeki yaygın kanaat ve kamuoyunda oluşan ümit, Devlet Bakanı Sait Yazıcıoğlu’nun “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması gibi taleplere itibar etmedikleri” şeklindeki sözleriyle yerini yeniden ümitsizliğe bıraktı. Eskimiş söylemler, hantal bürokrasi ve pratik akıl eksikliği, sorunu derinleştiriyor. Aleviliğin ne olduğunu ve ortak talepler yaratma ihtiyacını bir kenara bırakıp “acil olarak yapılabilecekler”e odaklanmak gerekir. Şimdi yapıldığı gibi topu tekrar karşı tarafa atmak, ancak statükonun devam ettirilmesini ve Alevi taleplerinin soyut bir kimlik politikasına dönüşmesini hızlandırır. Devletin, Alevi sözcülerinin içine düştüğü çelişkiden medet umması, ancak mevcut körler sağırlar diyalogunu devam ettirir.
Paylaş
Tavsiye Et