İMPARATORLUKLARIN sabit coğrafi sınırları yoktur. İmparatorluklarda sınırın kapsamı ve çeşidi, ulus-devlet sisteminde ise sabit sınırlara sahip olunması, en önemli özelliklerinden biridir. Devletin egemenliği ve topraksal siyasi kontrolü ile sınırı arasında kurulan doğrudan ilişki, modern dönemlerde kanlı savaşların nedenleri arasında olageldi. Katı jeopolitik sınır anlayışı, 20. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa siyasi mücadelesinin merkezinde yer aldı. Avrupa bütünleşmesinin ilk yıllarından beri, üye devletlerin dış ekonomik ilişkilerinin hukuki çerçeve içinde koordinasyonu sayesinde söz konusu mücadelenin sıcak savaşa dönüşmesi engellendi. Avrupa’da sınır kavramı 1990 sonrası iki yönde önemli değişimler ve dönüşümler gösterdi. Avrupa içi devletler arası sınır anlayışında yaşanan değişim ve dönüşüm, Avrupa’nın sınırları konusunu gündeme taşıdı.
Sınır kavramı geçtiğimiz yüzyıl içinde en önemli değişimini Avrupa’da yaşadı. 1985’te imzalanan ve 1995’te yürürlüğe giren Schengen Anlaşması ile Avrupa’da yeni bir dönem başladı. Schengen’le birlikte Avrupa’da devletler arası sınırların mahiyeti önemli bir farklılaşma gösterdi. Yüzyıllardır devletlerinin sınırlarını korumak için birbirleriyle acımasızca savaşan milletler, herhangi bir vize işlemine tabi olmaksızın diğer devlete dilediği gibi seyahat edebilecekti. Sınırlardan geçişlerin hava, kara ve deniz yolu fark etmeksizin yerel seyahat olarak değerlendirilmesi, Avrupalılık düşüncesinin önemli bir ayağını oluşturur hale geldi. Schengen Anlaşması’na taraf devletlerin aralarındaki sınır kontrollerinin kaldırılmasının yarattığı psikolojik ortam Avrupalılık kimliğini ciddi şekilde besledi.
Sınır, tabiatı itibarıyla bir başkasına karşı tavır alınarak oluşturulan bir olgudur. Çizilen sınırın mahiyetine göre içeridekiler ve dışarıdakiler belirlenir. Siyasal anlamda ise sınır olgusu aynı zamanda bir kimlik ve tanıma meselesidir. Ulus-devlet ölçeğinde sınır ile ulus kimliği arasında kurulan ilişki, yeni dönemde tüm Avrupa kıtası ölçeğine yayıldı. Bu ölçek genişlemesi, Avrupa’da oluşturulmaya çalışılan siyasi projenin kimlik boyutunu içermesi bakımından da önemli. Avrupalılık kimliği hangi kritere göre tanımlanacak? Avrupa, coğrafi bir tanımlama mı, yoksa tarihî-kültürel-siyasi bir olgu mu? Bu sorular söz konusu tartışmaların odağını oluşturuyor. Avrupa’nın doğudaki coğrafi sınırları olarak Ural Dağları’ndan güneye, Kafkasya, Karadeniz ve Boğazlar üzerinden Ege Denizi’ne inen bir hat çiziliyor. Tarihî-kültürel-siyasi unsurları dikkate alan Avrupa sınırları tanımlaması ise büyük ölçüde kıtanın Yahudi-Hıristiyan geleneğine atıf yapıyor. Avrupa’yı sadece coğrafi bir tanımlama olarak ele almak ne kadar eksik bir yaklaşımsa, aynı şekilde sadece tarihî-kültürel-siyasi unsurlara atıf yaparak açıklamaya çalışmak da o derece eksik ve sakıncalı.
İnsanın aidiyet hissettiği coğrafyaya dair algısı siyasal kimliğini şekillendirir. Soğuk Savaş sonrasında Avrupa’da giderek güçlenen bir şekilde siyasal tartışma zeminine taşınan Avrupalılık söylemi ile birlikte “Avrupa’nın sınırları nereye kadar gider?” sorusu gündeme geldi. Bu tartışmaları tetikleyen ana unsurlardan birisi de Türkiye’nin AB üyeliği. Türkiye’nin coğrafi konumunun yanı sıra tarihî ve kültürel derinliği, Avrupa’nın sınırları tartışmasını Ankara’nın muhtemel AB üyeliğine endeksliyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkışını Avrupa’nın sınırları dışında yer alması argümanına dayandırması, kimlik, sınır ve tanıma arasındaki ilişkiyi gösteriyor.
Avrupa’da değişen sınır anlayışı sonucu fizikî siyasi sınırlar ortadan kalkmasa bile esnedi. Fakat söz konusu bu esneme henüz Avrupa’da milli kimlikleri aşabilmiş değil. Gerek son yıllarda Avrupa ülkelerinde yapılan ulusal seçimlerde gerekse 4-7 Haziran’da AB üyesi 27 ülkede gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde milliyetçi-muhafazakâr söylemler kullanan siyasi partilerin oy oranlarını yükseltmesi bu durumun bir göstergesi. İngiltere gibi AB’nin en özgürlükçü ve hoşgörülü bilinen ülkesinde bile ırkçı-yabancı düşmanı İngiliz Ulusal Partisi (BNP)’nin oy oranını rekor düzeyde arttırması bunun en önemli örneği.
Üç Sınır, Üç Egemenlik
Sınırın devletin egemenliği ile olan doğrudan ilişkisi konuya farklı bir boyut katıyor. Siyasi olarak egemenliğin icra edildiği mekan ile ekonomik ve kültürel egemenliğin hüküm sürdüğü alan arasındaki farklılaşma, sınır ile egemenliğin ilişkisinin mahiyetini değiştirip dönüştürüyor.
Bugün Avrupa’da üç türlü sınırdan bahsedilebilir: Schengen Anlaşması ile esnetilen Avrupa devletleri arasındaki sınırlar, oluşturulmaya çalışılan Avrupa Birliği sınırları ve bu sınırların etrafında kurgulanan sınır. Her üç sınır da mahiyetleri itibarıyla farklı siyasi düzlemleri ve kimlikleri betimliyor. Her ne kadar esnetilmiş olsa da AB içi devletler arası sınırlar, milli kimlikler ve devletlerin egemenliği için önemini koruyor. Her ne kadar AB, egemenliğin bir kısmının devlet üstü bir otoriteye teslim edilmesi anlamına geliyorsa da henüz tamamlanmamış bir proje olmasından dolayı sonucunun ne olacağını kestirmek zor. Hukuki çerçeve içinde yürütülen bütünleşme çabaları zaman zaman referandumlarla kesintiye uğruyor. 2007 Lizbon Antlaşması’nın İrlandalılar tarafından onaylanmaması, sürecin gidişatını belirsizleştirdi. Diğer bir örnekte ise bir Fransız’ın Strazburg’u bir Alman şehri olarak kabul etmesi hâlâ neredeyse imkansıza yakın.
AB’nin sınırları ise Türkiye ile devam eden tam üyelik müzakerelerinin sonucuna bağlı olarak belirlenecektir. Limes olarak da tanımlayabileceğimiz üçüncü halka ise mevcut AB sınırlarının çevresinde bulunan ülkelerle AB dışı alan arasındaki ara bölgeyi tanımlar. AB bu alana yönelik olarak 2003 yılından itibaren Avrupa Komşuluk Siyaseti’ni geliştirdi.
Her ne kadar özellikle Beyaz Rusya, Ukrayna ve Kafkaslar için içselleştirici bir proje olarak gözükse de Irak ve İran’ın Avrupa Komşuluk Siyaseti içinde yer almaması, Türkiye ile ilgili olarak AB’nin yaşadığı ikilemin bariz bir göstergesi. Türkiye AB sınırları içinde mi? Bu soruya cevap üretecek olanlar Avrupalılar. Verecekleri cevap, yıllardır iddia ettikleri eşitlik, adalet, insan hakları, çok-kültürlülük gibi Avrupa ortak değerlerine ne kadar sadık olduklarını gösterecektir. Avrupa’nın yeni dönemde ne tür bir sınıra sahip olacağını özelde Türkiye, genelde ise İslam dünyası ile olan ilişkisi belirleyecektir. Üretecekleri cevap Avrupa’nın sınırlarını çizecektir. Ve sınır çizmek, neyi tanıdığını ve içeriye aldığını göstermek kadar, neyi dışarıda bıraktığını da göstermek demektir.
Paylaş
Tavsiye Et