ORTAYA çıkarılan her darbe planının ardından hemen herkesin sorduğu soru şu: “Bu devirde darbe olur mu?” Kimi bunu meraktan, kimi de tesellisini pekiştirmek üzere soruyor. Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven, Kafes, AKP’yi ve Gülen’i Bitirme planlarının ardından, Taraf gazetesinin en son ifşa ettiği Balyoz Planı, beş bin sayfaya yakın belge ve bir dizi ses kaydıyla neredeyse fiilî bir darbe hazırlığının bütün detaylarını ortaya koyuyor.
Yedi yıl önce hazırlanan ve ucuz atlattığımız Balyoz Darbe Planı, Türkiye demokrasisinin ne kadar riskli bir alan olduğunu gösteriyor. Bir darbe ihtimalinin nesnel şartları yok tabii ki. Ancak darbeyi yapmaya niyetlenenlerin normal, nesnel bir zihne ve rasyonaliteye sahip oldukları varsayımı büyük bir yanlış.
Normal bir insanın yapamayacağı şeyleri darbecilerin de yapmayacağı varsayılıyor. Oysa darbecinin zihni normal insanlarınki gibi çalışmaz. Dünyanın nereye doğru gittiği normal insanları ilgilendirir; ama darbeci kendi zihin dünyasından bakar olaya. İdeoloji, yani gerçekliği başka türlü gösteren perde, bir kez insanın gözünü kapatmaya görsün, gerçeklik bambaşka görünmeye başlar. Hele bu gerçeklik algısı, kendi gibi insanlarla iç içe yaşayarak sürekli pekiştiriliyorsa, bir süre sonra kendisinden asla kuşku duyulamayan bambaşka bir âleme dönüşür. Darbeyi kendisi için en doğal görev alanı olarak tasavvur eden, dünyaya bu perspektiften bakan ve gündelik hayatından iş hayatına, özel hayatından boş zaman paylaşımına kadar sürekli bir arada yaşayan kapalı bir topluluktan bahsediyoruz. Kuşkusuz bu topluluğun hepsi aynı düzeyde bir darbeci kültürü paylaşmıyor. Ancak son zamanlarda günlüklerden veya dışa yansıyan bazı gerçek gündelik hayat kesitlerinden, bu topluluğun böylesi bir alt kültürü üretmeye çok yatkın olduğu anlaşılıyor.
Dolayısıyla “Bu devirde darbe olur mu, olmaz mı?” sorusu, tek başına nesnel şartlara bakılarak cevaplanamaz. Zira darbecilerin kendi öznel şartlarında dünyayı algılama tarihleri veya zamanları var. Onlar için darbenin zamanı dünyanın gidişatından kolaylıkla soyutlanabilir. Darbe yolunda aşılamayacak hiçbir engel, çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Darbeleri engelleyebileceğini düşündüğümüz dünyanın bütün gelişmeleri, darbecilerin küçük bir çalışma yaparak halledebileceği önemsiz sorunlardır sadece. Türkiye dünya ile entegre olmuşsa onu dünyadan koparmak zor değildir. İnternettir, farklı televizyon kanallarıdır, gazetelerdir, bir sürü entelektüeldir… bunlarla baş etmek için sadece bir küçük seminer çalışması kâfidir.
Bunların hepsini düşünerek hazırlanan bir senaryonun, tabii ki hesaba katmadığı birçok şey olur. Ama adı üstünde, bu bir senaryo ve bütün senaryolar gibi zihinde kurgulanan oyunun gerçekle bağının çok fazla olması gerekmez. Darbeyi bir kez kafaya koyanın senaryo kapsamı içinde halledemeyeceği bir şey yoktur; ama bu tür senaryoların kolay çuvalladığı bir alan vardır: gerçeklik. Küçük bir gerçeklik, bütün senaryoyu askıya almayı gerektirebilir; nitekim her seferinde öyle de oldu. Belki darbecilere karşı en büyük tedbir, bizzat gerçekliğin, hemen her senaryo uygulamasının ilk safhasında kendini hissettiren uyandırıcı tabiatıdır. Darbeciler gerçeklikle ilk karşılaşmalarında, gerçekten uyanıyorlar mı bilemiyoruz; ama senaryolarının uygulanamaz olduğunu gördükleri muhakkak.
Bütün dehşetiyle ortaya çıkarılan Balyoz senaryosunun yedi yıl öncesine ait olması bir teselli. Ama diğer senaryoların tarihi çok daha yeni. AKP’yi ve Gülen’i Bitirme senaryolarının mürekkebi henüz kurumadı ve üstelik hedefe tam ulaşılamasa da, uygulama safhasına geçmiş bile. Bülent Arınç’ın evini tarassut eden subaylar yakalandığında, bunların taptaze bir senaryo üzerinde çalıştıkları -henüz tam kanıtlanmadıysa da- anlaşıldı. Ayrıca Danıştay Saldırısı üzerinden laik duyarlılıkları tırmandırarak bir darbe ortamı hazırlama senaryosu, senaryo olmaktan çıkıp hayatımıza bir kabus gibi çökeli sadece üç yıl oldu. Yine 27 Nisan e-muhtırası darbe yapma niyetinin hiç de azalmamış olduğunu gösterdi. Bütün bu teşebbüsler ve niyetler şunu açıkça ortaya koydu ki, üzerinde mütemadiyen çalışılan senaryolar bir topluluğun rutin faaliyetleri arasında yer alıyor ve buna karşı toplum olarak ciddi bir korumamız yok. Bu topluluk, toplumun gerçekliğinden tamamen kopuk bir gerçeklik algısına sahip olduğu halde, dünyayı değiştirebileceğini kendisine sürekli ihsas ettiren imkanlara, silahlara ve araçlara malik. Sahip olduğu imkanları, kendisine belli bir görev için emanet edilmiş görev araçları olarak değil, bir mülkiyet ve egemenlik alanı olarak görmeye başlamışsa, hangi kurum olursa olsun, o makam tehlikeli hale gelir.
İşte bu nedenle, Türkiye’nin nesnel şartlarının darbe için müsait olmadığı, ekonominin artık fazlasıyla dünyayla bütünleştiği ve bu yüzden darbelere karşı bağışıklık kazandığı gerçeğine fazla güvenmemek gerekir. Zira bu, ancak yapılacak bir darbenin sürdürülebilirlik imkanına dair bir değerlendirme olabilir. Oysa darbe planlayanlar Türkiye’yi dünyadan koparmayı da göze almışlar demektir. Türkiye’nin bir hayli kentleşmiş toplumsal yapısı, kültürel ve eğitim düzeyi kontrol edilemez alanlar ortaya çıkarsa bile, bunlar için de planlar yapılabilir. Bunların tutup tutmayacağı ise tabii ki gerçeklikle ilk karşılaşmada kendini gösterecektir. Ayrıca ortaya çıkan her darbe planı veya ön çalışması iç içe seri suç olduğu halde, faillerince bunlar suç olarak algılanmıyor; yapılan, normal vatan savunması çerçevesinde rutin bir faaliyet zannediliyor. Planların ıslak imzalı belgelerle hazırlanması, iç-kurumsal meşruiyet zemininin yeterince var olduğunu gösteriyor. Bu tür belgeleri veya planları hazırlayanlar, yaptıklarını, varlığı asla kuşku götürmeyen ve neredeye hukuki bir statü kazanan “iç düşmanlar”a karşı yürütülen son derece haklı ve rutin bir “savunma” faaliyeti olarak görüyorlar. Tabii ki bu bile işin en masum boyutu.
Bütün bunlardan çıkarılacak temel hisse, halen darbe ihtimalinin bulunduğu ve darbe teşebbüslerini ortadan kaldıracak bütün yolların da kapatılmamış olduğudur. Büyük bir topluluk tarafından sürekli paylaşılan bu gerçeklik algısını besleyen bazı nesnel şartlar da mevcuttur: Askerî okullardaki eğitim düzeyi, kurum içi toplumsallaşma şekli ve bu alanları veya araçları serbestçe darbe için kullanabileceklerini hissettiren bazı yasal mazeretler veya imkanlar. TSK İç Hizmet Kanunu ile 28 Şubat sürecinde devreye sokulan EMASYA Protokolü, askere herhangi bir durumdan kendisine vazife çıkararak ve kendi kendini yetkilendirerek harekete geçme imkanı verebiliyor. Her ne kadar bu kanunun ve protokolün, ancak aşırı bir yorumla ve fiilî durumun ardından böyle bir kullanımı söz konusuysa da, fiilî durum oluştuktan sonra bunu kimseye anlatmanın bir yolu da yoktur. Bu yüzden en azından bu protokol İçişleri Bakanlığı’nca tek taraflı olarak feshedilmeli ve darbecilerin kendi gerçeklik sınırlarının nesnel şartlarına bir an önce uyandırılmalıdır. Yoksa dünyanın değişen şartlarına güvenirken kendi elimizle yarattığımız boşluklarda demokrasimiz bazı çılgınlıkların kurbanı oluverir. Bu arada unutmayalım ki, son zamanlarda neo-darbeci kültürün doktriner çalışmasını yaptığı en önemli motivasyon veya ideolojik kaynak, bir kutsal kitap gibi okunan Çılgın Türkler’in telkin ettiği “çılgınlık”tan başkası değildir.
Paylaş
Tavsiye Et