ABD’DE sekizer yıl başkanlık yapan Bill Clinton ve George W. Bush, Ortadoğu barışının tesisine yönelik girişimler için görevlerinin son dönemlerini beklemiş, tarafları Camp David ve Annapolis’te görüşmelere çağırmışlardı. Ancak görevinin ilk yüz gününü henüz dolduran Barack Obama için aynı şeyi söylemek zor. Zira Obama, başkanlığının ikinci gününde George Mitchell’ı Ortadoğu özel temsilcisi olarak atadı; ilk haftasında ise hem Mitchell’ı hem de Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ı “tüm tarafların üzerinde mutabakat sağlayabileceği bir barış planı için nabız yoklama” amacıyla Ortadoğu’ya gönderdi.
Obama’yı haleflerinden farklı davranmaya iten önemli bir sebep bulunuyor. O da tek taraflı politikaları Türkiye dâhil “kritik” ülkelerle ilişkilerinde sorun yaratan, İslam dünyasını karşısına almaktan çekinmeyen, Irak ve Afganistan’a savaş açan ve başarısızlığa uğrayan, böylece Amerikan karşıtlığına zirve yaptıran Başkan Bush’tan özellikle Ortadoğu konusunda enkaz devralmış olması. Yeni Amerikan realizmi çerçevesinde ABD’nin sorunlu olduğu ülke ve bölgelerle diyalog yolu arayan Obama, sadece Venezüella lideri Hugo Chavez’le el sıkışmakla kalmıyor, İran’la diyaloğu esas alırken, Suriye’nin tecrit edilmesinden vazgeçeceği yönünde kayda değer işaretler de veriyor; her ne kadar Tahran’a ve Şam’a yönelik ambargoları bir sene daha uzatma kararı almış olsa da. Obama Ortadoğu barışı konusunda ise -Türkiye’nin yaklaşımına paralel- kapsamlı bir çözümü savunuyor. Sadece Filistin-İsrail barışı değil Arap-İsrail barışının da peşinden gidiyor. Tıpkı Kafkaslarda Ermenistan-Azerbaycan ve Türkiye arasında yaşanan soruna bir bütün olarak bakılmasını istediği gibi…
Açıkçası son iki ayda yaşananlar -göbek bağıyla birbirine bağlı iki müttefik- ABD ile İsrail arasında sorun varmış izlenimi yaratıyor. Obama’nın İran’la diyalog kurma, İslam dünyasıyla yakınlaşma ve Ortadoğu’da barışı zorlama politikaları Tel Aviv ile arasında soğuk rüzgarların esmesine neden oluyor. ABD, kendi çıkarlarını tehlikeye atan son sekiz yılın İsrail yanlısı politikalarından dümen kırarken İsrail’den de uzaklaşıyor. Elbette sorun sadece Washington’da ortaya çıkan strateji değişikliğinden kaynaklanmıyor. Zira son birkaç ayda İsrail’de de radikal değişimler yaşanıyor. Bundan altı ay öncesine kadar Suriye ile Türkiye aracılığında dolaylı görüşmeler yapan İsrail “züccaciye dükkanına giren fil gibi” sadece Gazze’ye saldırmakla kalmadı, dolaylı görüşmelerin de sonunu getirdi. Diğer yandan “Büyük İsrail projesi bitti” diyen Ehud Olmert koltuğundan oldu ve yerine “radikal” sıfatını fazlasıyla hak eden yeni bir kabine geldi.
İsrail’e Örtülü Tecrit
Tel Aviv yönetimi, Gazze’de neden olduğu insani yıkıma bir de barışa karşı çıkan yeni kabine eklenince uluslararası toplumda örtülü bir tecritle yüz yüze kaldı. İsrail’in AB’ye yönelik “Bizi eleştirmeye devam ederseniz barış sürecinde rol alamazsınız” şeklindeki tehdidi yaşanan gerilimin bir örneği. Yeni Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın AB’de persona non grata (istenmeyen adam) olarak karşılanması, iki devletli çözüm konusunda basın üzerinden Obama ile girdiği tartışma, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in Başbakan Benyamin Netanyahu’nun Washington ziyareti öncesi ABD’ye giderek açıkça ona “bir şans” verilmesini istemesi diğer örnekler olarak sıralanabilir. İsrail’in uluslararası toplumda yalnızlaşmasının en güzel örneğini ise Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta Peres’e verdiği sert yanıt oluşturuyor. O sıcak günün akşamında “Erdoğan medeni dünyadan koptu” eleştirilerini getirenlerin göremediği, aslında Erdoğan’ın dile getirdiklerinin “medeni dünyanın söylemek isteyip kelimelere dökemediği” şeyler olmasıydı. ABD, Erdoğan’ın sert tepkisine bu yüzden sessiz kalmıştı.
İşte bu ortamda ABD Başkanı Obama, Ortadoğu’da yeni bir barış planı için harekete geçiyor. Önce Ürdün Kralı Abdullah ile görüşen Obama, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, Filistin lideri Mahmud Abbas ve İsrail Başbakanı Netanyahu’yu Washington’a davet etti. İlk misafir Netanyahu ile yapılan görüşmenin ardından kameraların karşısına geçen iki lider ülkelerinin soruna yaklaşımıyla ilgili önemli farkları ortaya koydu. Netanyahu gündemin İran’ın nükleer çalışmaları üzerine odaklanması için çaba harcarken, Obama Ortadoğu barış süreciyle ilgili konuştu.
Obama İsrail hükümetinden öncelikli olarak yerleşim faaliyetlerini durdurmasını istedi. TBMM’de yaptığı konuşmayla, iki devletli çözüme karşı çıkan Dışişleri Bakanı Lieberman’a verdiği yanıtla paralel olarak, ABD’nin iki devletli çözümü güçlü bir şekilde desteklediğini belirtti. Netanyahu ise ikinci devlet sözcüğünü dillendirmeden, kelimelerin etrafında dolaşarak Filistinlilerle barış masasına oturmaya hazır olduklarını söyledi. Diğer yandan İran sorununun çözülmesiyle Ortadoğu’ya barışın daha hızlı geleceğini ima etti. Bu arada açıklamaların gözden kaçan en önemli yanı Obama’nın İran ile ilgili sözleriydi. Obama İran’ın nükleer silah üretmesinin, İsrail ya da Avrupa’daki müttefiklerini tehdit edeceği söylemini değiştirerek, bölgede silahlanma yarışını tetikleyeceğini ifade etti. Elbette İran’a da tarih vererek özellikle Haziran ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Tahran’dan nükleer faaliyetleri ile ilgili somut adımlar beklediğini, “sonsuza kadar bekleyemeyecekleri”ni, diplomatik yaklaşımın işlemesi için İran’ın yılsonuna kadar adım atması gerektiğini belirtti.
Filistin’e Kağıt Üstünde “Devlet”
Barışa yönelik tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, barıştan ne anlaşıldığı ve olası çözümün uygulanıp uygulanamayacağı gibi hayati soruların altını kalınca çizmek gerekiyor. Zira Obama’nın iki devletli çözüm dediği şey oldukça problemli. Örneğin İsrail basınında yer alan haberlere göre Obama’nın açıklayacağı barış planı, Filistin’e ordu kurma ve hava sahasında tam kontrol hakkı vermiyor; Kudüs’ün kimde kalacağı, mültecilerin geri dönüp dönemeyeceği gibi temel sorulara da cevap bulmuyor. İsrail ise barış masasına oturmak zorunda kalsa bile barışa giden yola pek çok mayın döşeyeceği izlenimini uyandırıyor. Öncelikle pazarlığı üst perdeden açarak “Filistin’e değil İran’a odaklanalım” diyor; ikinci aşamada Filistinlilere bir devlet verilmesine karşı çıkıyor; üçüncü aşamada ise güvenliğini gerekçe göstererek Filistin’de kurulacak bir devlet üzerinde askerî ve ekonomik kontrol istiyor. Diğer yandan Obama’nın açık talebine rağmen yeni yerleşimler kurulmasından vazgeçmiyor. Durum Filistin tarafı için de biraz karmaşık. Filistin’e kağıt üstünde bir “devlet (entity)” verecek bir anlaşmanın içerideki gerilimi daha da arttırma tehlikesi mevcut. Zira Abbas yönetiminin böyle bir anlaşmaya hayır demeyeceği belirtiliyor; ancak bu senenin başında Gazze’de yaklaşık 1.400 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir savaştan sonra Hamas’ın bu anlaşmada yer alıp almayacağı muğlaklığını koruyor. Görünen o ki “İsrail’in güvenliği” kıskacındaki Obama’nın barış planı “Filistin’e nasıl bir devlet?” tartışması etrafında şekilleniyor. Bu şüphesiz sürecin zor ve uzun soluklu olacağı anlamına geliyor.
Paylaş
Tavsiye Et