TÜRKİYE’NİN nüfusunu beşe bölsek…
Ne çıkar?
Beş tane “%20’lik” kesim.
Böyle bir ayrımı ne için yapıyoruz?
Gelir dağılımı konusunda ülkenin hali pür melalini anlamak için.
Ya da “makyajsız yüzünü” görmek için.
•••
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) bunu yaptı.
Ve gördük ki…
Gelirin yarısı “en üst”e gidiyor.
Yani nüfusun ilk %20’si, milli gelirin yarısını alıyor.
Son %20 ise gelirin neredeyse yirmide birini alıyor.
İsterseniz daha detaylı söyleyeyim...
TÜİK verilerine göre, yıllık ortalama 42.781 lira kazanan en üst gelir grubundaki %20’lik grup, toplam gelirin %46,7’sini alıyor.
Yıllık ortalama 6.000 lira kazanan ve en düşük gelir grubunda bulunan %20’lik grubun gelirden aldığı pay ise %5,8.
Peki, ya en üsttekiler ile en alttakiler arasındaki gelir uçurumu?
Söyleyeyim…
En üsttekiler ile en alttakiler arasındaki gelir uçurumu 8,1 kat.
Neyse ki “zengin-yoksul” uçurumu 9,5 kattan 8,1 kata inmiş bulunuyor.
Acı kaybın amortisi gibi.
•••
Ya aradakiler mi?
2007 verilerine göre…
En düşük gelire sahip olan grubun yıllık ortalama geliri 6.000 TL, aylık geliri ise 500 TL iken...
İkinci grubun yıllık geliri 10.294 TL’ye, aylık geliri ise 857 TL’ye geldi.
•••
Üçüncü gelir grubunda yıllık gelir ortalama 14.535 TL, aylık gelir de 1.211 TL olarak belirlendi.
En üst gelir düzeyi grubunun bir altında olan grup, yıllık 20.513 lirayla ayda 1.709 lira gelir elde etti.
En tepedeki %20’lik kesimin yıllık gelirinin 42.781 TL olduğunu söylemiştim. Onların aylık geliri de 3.565 TL olarak hesaplanmış.
Peki, gelir adaletli dağılsa ne olacaktı?
2007 sonuçlarına göre hane başına düşen yıllık gelir 18.827 TL olacaktı.
•••
Bölge bazında bakarsak…
Yine 2007 yılı sonuçlarına göre, İstanbul bölgesi 11.454 TL ile ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir geliri en yüksek olan bölge durumunda.
Bunu 10.151 TL’lik ortalama gelir ile Doğu Marmara izliyor.
En düşük ortalamaya sahip bölge ise 3.591 TL ile Güneydoğu Anadolu.
•••
“Zengin-yoksul” uçurumu kentlerde ve kırlarda nasılmış onu görelim…
Kentsel yerlerde en yüksek gelire sahip olan %20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, en düşük geliri paylaşan %20’lik grubun aldığı payın 7,5 katı.
Kırsal yerlerde ise 6,9 katı olarak belirlenmiş.
•••
TÜİK araştırması nüfusun yaşam koşullarını da gözler önüne seriyor.
Örneğin, nüfusun %60,8’i kendilerine ait konutta oturuyor.
Ancak %39,1’inin oturduğu konutta “sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi” gibi sorunlar yaşanıyor. %39,8’inin oturduğu konutta ise “izolasyondan dolayı ısınma sorunu” söz konusu.
%55,5’lik bir kesimin hanesinin taksit ödemeleri ve borçları bulunuyor. % 23,3’lük kesim de bu borç ödemelerinin hanesine çok yük getirdiği belirtiyor.
Nüfusun %70’i ekonomik nedenlerle “evden uzakta bir haftalık tatil”, “beklenmedik bir harcama” ve “yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını yenileme” gibi ihtiyacını karşılayamıyor.
Neden? Çünkü %20,6’lık kesim yoksulluk sınırının altında.
•••
Gelir dağılımı ülkenin makyajsız yüzüdür.
Yukarıdaki de bizim makyajsız yüzümüz.
Bu yüzü nasıl bulduğunuza gelmeden önce bir konu daha var ki, çok fazla siyasallaşırken sosyal yüzümüzdeki derin sorunlardan da hızla uzaklaştığımızı gözler önüne seriyor.
Halbuki...
Siyasetin amacı ağır ve derin sosyal sorunları çözmek değil midir?
Oysaki...
İşsizlik fena halde can yakmaya devam ediyor.
Ankara siyaseti gündemin tepesine yerleşirken, sosyal sorunlar gündemin dibinde sürünüyor.
Hatta bizzat işsizin kendisi de sanki işsizlikle ilgilenmiyor.
•••
Bu yılın Ocak ayında...
Krizin dünyayı vurduğu 2009’un Ocak ayına kıyasla işsizlik oranı 1 puan azalsa da, Aralık ayına göre artış var. İşsizlik oranı %14,5 seviyesinde. Bunların dörtte biri de genç üstelik.
3,5 milyon kişinin işsiz olduğu Türkiye’de, 2,2 milyon kişi de iş bulmaktan ümidini kestiği için evde oturuyor. Resmî rakamların işsiz saymadığı bu kişilerle birlikte işsiz sayısı 5,8 milyon kişiyi aşıyor.
•••
Türkiye’de Ocak ayı itibarıyla...
Çalışma çağındaki nüfus 52 milyon 150 bin kişi.
Ama çalışanlar sadece 21 milyon 162 bin kişi.
Yani işgücüne katılma oranı %47,5. Bu oran, OECD ülkelerinde %75 civarında.
İstihdam edilenlerin %23,8’i tarım, %20,2’si sanayi, %5,5’i inşaat, %50,5’i ise hizmetler sektöründe yer alıyor. 2010 yılında hâlâ çalışanların dörtte birinin tarımda olmasına dikkatinizi çekerim. AB ortalaması %4.
•••
Siyasallaştığımız için konuşmadığımız bir diğer sosyal facia ise kayıt dışı çalışanlar.
Yaptığı işten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmadan çalışanların oranı %42,3.
İşgücüne katılma oranı ise erkeklerde %69,8, kadınlarda %25,9.
Kadınlarımız sosyal yaşamda yok gibiler.
•••
Bir diğer çok yakıcı sorun ise çalışanlarımızın niteliği...
Dört gençten birinin işsiz olduğu Türkiye’nin istihdam tablosuna, eğitim durumuna göre bakıldığında...
Türkiye’de okuma-yazma bilmeyen 5 milyon 787 bin kişi bulunuyor. Bunların 4 milyon 698 bini iş aramayıp evinde otururken, 1 milyon 2 bini çalışıyor. Okuma-yazma bilmeyenler iş aramadıkları için işsiz sayılmadıklarından bu grupta işsizlik oranı %8.
İlkokul mezunu 19 milyon 84 bin kişinin 9 milyon 690 bini evde otururken, bu eğitim seviyesinde işsizlik %12,2.
Özetle, çalışanların ezici bir çoğunluğu “meslek” sahibi değil.
•••
Siyaset kurumu dört yılda bir yenileniyor.
Belki de bu nedenle uzun vadeli işler ve derin sosyal yaralar çok da fazla ameliyat masasına yatmıyor.
Ama örneğin, bugünkü eğitim sistemi değişmeden işsizlik sorunu biter mi? Bunu en temel mesele yapmadan ve çözmeden, sağlıklı bir biçimde düze çıkabilir miyiz?
Üstelik niteliksiz işsizler iş bulamazken, nitelikli işgücü arayan da başarılı olamıyor. Emek arz ve talebi kesişmiyor, kısacası işsizlik yapısal bir işsizlik.
•••
Daha önceleri, siyasetin gündemi sadece siyasetle bu kadar ilgili değildi.
Ülkenin sosyal yüzü nispeten biraz daha fazla görünürdü.
Çünkü nihayetinde siyaset, sosyal sorunları çözmek için var.
Bunu ıskalamak ülkeyi zora sokar. Sosyal depremin pimini çektirir.
Paylaş
Tavsiye Et