Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Avrupa’daki İslam: İçerideki tehdit?
Talip Küçükcan
FRANSIZ yazar Maxime Rodinson, Batı Hıristiyanlığının İslamiyet’i bir problem olarak görmeye başlamadan çok önce bir tehdit ve tehlike olarak algılamaya başladığını belirtir. Alber Hourani’ye göre de İslamiyet ortaya çıktığı ilk andan itibaren Batılı Hıristiyanlar için bir sorun oldu. İslam ve Batı arasındaki ilişkiler iki ayrı uygarlığın mücadelesi olarak devam etti ve her ne kadar zaman zaman birbirinden etkilenmiş olsalar da geriye sürtüşmelerle dolu bir miras bıraktı. Batı sömürgeciliğinin İslam coğrafyasında bıraktığı izler hâlâ canlılığını koruyor. Ama bütün bunlara rağmen farklı ülkelerden gelen Müslümanlar bugün Avrupa’da ciddi bir yekun oluşturmaktadır. Hıristiyanlık mirasının kültürel kimlik kaynaklarından biri olarak görüldüğü Avrupa’da, 3,5 milyonu Türk olmak üzere, sayıları 7-8 milyon civarında Müslüman yaşamaktadır. Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki Müslümanlar da dahil edildiğinde 25 milyonu bulan bu rakam Türkiye’nin AB’ye üye olması durumunda yüz milyona ulaşacaktır.
Her ne kadar Avrupa’daki Müslümanların ekseriyeti yaşadıkları ülke vatandaşlığına geçmiş olsa da hâlâ ‘öteki’ olarak görülmekte ve 11 Eylül olaylarından sonra “içerideki tehdit ve düşman” olarak algılanmaktadır. Müslümanlar artık bazı güç odaklarınca Avrupa’da bir güvenlik sorunu olarak görülüyor. Farklı bir uygarlığın mensupları olarak görülen Müslümanlar inançlarından dolayı zaman zaman aşağılanıyor. Bunun en çarpıcı örneğini İtalya Başbakanı S. Berlusconi, Hıristiyan uygarlık değerlerinin daha üstün olduğunu ve bu nedenle bu uygarlığın tekrar canlandırılması gerektiğini söyleyerek göstermişti.
Avrupa’da Müslümanların “içerideki tehdit” olarak algılanmalarından dolayı Avrupa Birliği Aralık 2001’de terörle savaşa yönelik önlem kapsamında Common Positions and Framework adında bir belgeyi kabul etti. Üye ülkeler de bunu kendi yasalarına yansıttı. Aslında Müslümanları hedef alan bu düzenlemeler sonucunda istihbarat birimleri “içerideki yabancı düşmanları” fişleme yoluna gitti ki, bu süreçte dinî bir profil çizilmeye başlandı. İngiltere, Danimarka, Norveç ve Almanya gibi ülkelerde Müslüman öğrenciler dahi, potansiyel tehdit oluşturdukları gerekçesiyle fişlendi. Fişleme kapsamı daha da genişletildi ve Müslüman iş adamları, sivil toplum kuruluşları, dernekler ve cami cemaati mensupları da dalga dalga yayılan İslam fobisi neticesinde fişlenerek izlenmeye alındı. Ayrıca Müslümanların dernek ve camileri sık sık güvenlik güçlerinin baskınına uğradı.
Avrupalıların Müslümanlara kuşkulu yakaşımlarının en son örneği ise Fransa’da yaşandı. Devlet okullarında başörtüsü yasağı başlatan Fransa’da Türkiye’nin AB üyeliğinin bir tehdit olarak algılandığı ve din farklılığının tartışma konusu yapıldığı görülüyor. IPSOS Araştırma Şirketi tarafından Le Figaro gazetesi için yapılan bir kamuoyu araştırmasında, Fransız halkının yüzde 56’sı bir İslam ülkesi olarak gördükleri Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı olduklarını belirtiyor. Üyeliğe hayır diyenler sebep olarak Türkiye’nin bir Asya ülkesi olmasını ve halkının Müslüman olmasını gösteriyorlar. Yaklaşık yüzde 30’luk bir kesim ise dinî ve kültürel nedenlerden dolayı Türkiye’nin ‘asla’ üye olmaması görüşünde olduklarını ifade ediyorlar. Fransa Başbakan’ı Jean-Pierre Raffarin de Türkiye’nin kültürel kimliğine karşı açık bir duruş sergileyerek, “İslam ırmağının laikliğin nehir yatağına akmasını mı istiyoruz?” sorusuyla din farkından dolayı Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğunu ima etmişti.
Her ne kadar Avrupa ülkeleri çok kültürlü olsa da, bu çok kültürlülük her zaman eşitlik anlamına gelmemektedir. Avrupa ülkelerinin göçmen politikaları farklı olduğu için bu ülkelerde yaşayan ve artık yerleşik hayat süren Müslümanların karşılaştıkları problemlerin derinlik ve yoğunluk derecesi de ülkelere göre değişmektedir. Ancak genel bir gözlem yapılacak olursa Avrupa’daki Müslümanların karşılaştıkları temel sorunları şu şekilde sıralamak mümkündür: İslamî bir dinî-kültürel kimlik inşası sürecinde kuşaklar arası sürtüşmeler yanında, geleneğin yeniden üretilmesinde etkin rol oynayan örgütler ve kurumlar arasında da iletişim kopukluğu ve hatta çatışma problemleri yaşanmaktadır. Siyasal alanda ise Müslümanlar vatandaşlık haklarından yararlanamama, siyasî ve kamusal alanda nüfuslarına oranla temsil edilememe, farklı kültürel kimliklerinden dolayı dışlanma ve hatta ırkçı grupların hedefi olma gibi problemlerle karşı karşıyadır. Ekonomik alanda ise, her ne kadar bazı genç girişimciler aktif bir yatırım hamlesi başlatmış olsa da, Müslümanlar arasında istihdam probleminin olduğu işsizlik oranının yüksek rakamlara ulaştığı bilinmektedir. Eğitim, Avrupa’daki Müslümanlar için bir başka problem alanıdır. Avrupa ülkelerinde çok sayıda ilk ve orta dereceli okul öğrencisi Müslüman çocuk olmasına rağmen, bunlar arasında başarı oranının düşük olduğu ve büyük bir çoğunluğunun yüksek öğretim aşamasına geçemediği gözlenmektedir.
Batı’da yaşayan Müslümanların bir başka sorunu ise yaşadıkları ülkelerde onları temsil eden bir şemsiye örgüt ya da üst kurumun olmayışıdır. İslam’ın yapısında diğer bazı dinlerde olduğu gibi ruhban sınıfı veya hiyerarşik bir yapı olmadığı için bütün Müslümanları temsil edebilecek kilise benzeri bir yapı veya kurum yoktur. Bu nedenle Avrupalı yetkililer ve ilgili kurumlar Müslümanları ilgilendiren konularda gerektiğinde müzakere edebilmek için tek bir temsilci kurum arayışlarına cevap bulamamaktadır. En azından yakın bir gelecekte böyle bir kurumsal yapının oluşması zor görünmektedir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Müslümanlar arasındaki farklılıklar düşünsel zenginliğin bir yansımasıdır. Bu nedenle çoğulcu bir anlayış ve kurumsallaşmaya giden Müslümanları tek çatı altında toplamak hayli zordur. Son zamanlarda Fransa gibi bazı ülkelerde böyle bir kurumun oluşturulması resmî makamlar tarafından desteklenmekte; ancak bu, Müslümanlar arasında bazı sürtüşmelere neden olmaktadır.
Son yıllarda Batı ülkelerinde aşırı milliyetçiliğin ve ırkçı akımların güçlendiği görülmektedir. Almanya’da dazlaklar, İngiltere’de British National Party, Fransa’da Le Pen ve taraftarları, Avusturya’da Haidar’in partisini iktidara yaklaştıran ırkçı eğilimler, diğer yabancı ülke kökenlilerle birlikte Müslüman toplulukları da hedef almaktadır. Daha İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Musevi katliamı hafızalardaki canlılığını korurken Avrupa’da bu yüzyılda benzer aşırı eğilimlerin yükselişi ciddi bir kaygı ve tedirginlik kaynağıdır.
 
Avrupa İslamı Kurgusu
Sosyolog ve antropologların üzerinde önemle durduğu günümüz Avrupa’sındaki bir başka gelişme ise, Euro-İslam adıyla literatüre geçmeye başlayan Avrupa İslamı kavramı ve oluşumudur. Bazı gözlemcilere göre Avrupa’da doğup büyüyen Müslümanlar arasında yeni bir İslam anlayışı gelişmektedir. Bunlar iddialarını, çeşitli gruplardan bağımsız olarak açılmaya başlayan camiler ve bazı gençler arasında yayılmakta olan fikirlere ilişkin gözlemlere dayandırmaktadır. İddiaya göre oluşum sürecindeki Avrupa İslamı daha liberal özellikler taşımaktadır. Ne var ki bunun dışında, Avrupa İslamı’nı tanımlayacak ya da içeriğini anlatacak bir açıklama yapılmamaktadır. Kuşkusuz Avrupa’da doğup büyüyen, yaşadıkları ülke okullarında eğitim gören, bu ülke şartlarında sosyalleşen ve kimlik inşa eden Müslüman topluluklara mensup gençlerin anne-babalarından daha farklı bir din anlayışı geliştirmeleri doğaldır. Ancak bu anlayış farklılığını Avrupa İslamı biçiminde tanımlamak ve bu tanıma sadece liberal bazı anlamlar yüklemek biraz abartılı bir anlatım gibi gözükmektedir. Yeni bir İslam anlayışı inşası için öncelikle sağlam bir eğitim temelinin bulunması, ana kaynaklara erişimin sorunsuz olması ve hepsinden öte yeni bir anlayış geliştirecek derinlikte kültürel birikim ve entelektüel sermayenin kazanılmış olması gerekir. Batı’daki Müslüman toplulukların ne eğitim, ne de bilgi derinliği açısından böyle bir sermaye birikimine sahip olduğunu söylemek için henüz çok erken. Avrupalı Müslümanların kendi entelektüellerini ve fikrî geleneklerini oluşturmadan yeni bir İslam anlayışı geliştirmeleri mümkün değildir. Bugün bazılarının Avrupa İslamı olarak tanımladıkları ılımlı İslam anlayışı sadece Avrupa’da değil, Türkiye de dahil birçok İslam ülkesinde kendisine yer bulmaktadır.
Avrupa İslamı diye farklı bir anlayışın oluşabilmesi için Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanların fikrî açıdan özgürleşmesi ve bulundukları ülke geleneklerini eleştirel bir şekilde değerlendirebilecek felsefî yeterlilik ve bağımsızlık düzeyine ulaşmış olmaları gerekir. Böyle bir özgürleşme olmadan yeni fikirlerin üretilmesi mümkün olmayacaktır. Bugün Batı’daki yaygın İslamî hareketler ve gruplar, bulunulan ülkelerdeki hareket ve grupların damgasını taşımaktadır. Günümüzde farklı İslam anlayışlarının olduğu bir vakıadır ve kuşkusuz İslam’ın anlaşılması ve yorumlanması coğrafi bölge farklılıklarından, içinde bulunulan zaman dilimleri ile siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik şartlardan etkilenmektedir. Bu bağlamda Avrupalı Müslümanların da kendi inançlarına ilişkin yeni anlayışlar geliştirmesi kadar meşru ve doğal bir süreç olamaz. Ancak böylesine bir süreç aynı zamanda ciddi bir entelektüel sermayeyi gerektirmektedir.

Paylaş Tavsiye Et