“BAŞKA bir dünyada başka bir Avrupa” kurma arayışının ürünü olan Avrupa Sosyal Forumu’nun üçüncüsü 15-17 Ekim tarihleri arasında Londra’da düzenlendi. Avrupa Sosyal Forumu fikri, neoliberal küreselleşmenin yıkıcı etkilerine karşı ortaya çıkan toplumsal hareketlere bir vizyon kazandırmak amacıyla 2001’de Brezilya, Porto Alegre’de düzenlenen Dünya Sosyal Forumu’nun büyük ses getirmesi üzerine gündeme gelmişti. Belirli bir bölgeye özgü sorunları ayrıntılarıyla tartışabilmek ve yerel aktörlerin de katılımını sağlayabilmek için her yıl düzenlenen genel bir forumun yanı sıra bölgesel forumların da gerçekleştirilmesine karar verilmişti. 2002’de Floransa’nın, 2003’te ise Paris’in ev sahipliği yaptığı ilk iki Forum’un her biri 50 bin aktivisti bir araya getirmişti. Özellikle Paris Forumu’nda, yaşanmakta olan şirket yanlısı küreselleşme sürecinin değiştirilebileceğini öngören “Başka bir dünya mümkün” sloganının karşısına “Peki ama nasıl?” sorusu çıkarılarak hareketin küreselleşme karşıtlığından alternatif küreselleşme düşüncesine evrilmesi yönünde önemli bir adım atılmıştı. Londra Forumu, tam da Avrupa Birliği’nin genişlemesi ve Avrupa Anayasası tartışmalarının hız kazandığı bir dönemde, alternatif küreselleşmecilerin nasıl bir Avrupa istediklerinin ve bunu sağlamak için neler yapmayı planladıklarının belirlenmeye çalışıldığı bir zemin olarak öne çıktı.
Dünyanın en pahalı şehirlerinden birisi olan Londra’nın mekan olarak seçilmesi sebebiyle eleştirilen Üçüncü Avrupa Sosyal Forumu’nun hazırlık toplantılarından birisi de 16-18 Nisan’da İstanbul’da gerçekleştirildi. Masraflarının yarısı İşçi Partisi’nin yönetimindeki Londra Belediyesi tarafından karşılanan ve İngiliz medyasınca “politik Olimpiyat” olarak tanımlanan Avrupa Sosyal Forumu, 70 ülkeden çoğunluğu genç 25 bin civarında aktivisti toplamayı başardı. Sendikalardan insan hakları, savaş karşıtı, feminist, küresel adalet ve dayanışma yanlısı örgütlere, dinî gruplardan siyasî partilere kadar 2 bin civarında sivil kuruluş, ya düzenleyici ya da bağlı grup olarak bu dev organizasyondaki yerini aldı. Üç gün boyunca devam eden seminer, çalışma grubu, film gösterimi ve konser gibi 500’ün üzerindeki etkinlikte 250’den fazla konuşmacı dinleyicilere hitap etti. ASF’ye Türkiye’den aralarında KESK Genel Başkanı Sami Evren, Diyarbakır-Yenişehir Belediye Başkanı Fırat Anlı ve Gazeteci Nuray Mert’in de bulunduğu 70’ten fazla kişi katıldı. KESK, Eğitim-Sen, TMMOB, SODEV, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu gibi çeşitli sivil toplum örgütleri aktiviteler düzenledi.
Irak Savaşı’na karşı çıktığı ve Tony Blair’i eleştirdiği için İşçi Partisi’nden ayrılan İngiliz parlamenter George Galloway gibi muhalif politikacılardan George Monbiot, Walden Bello, John Pilger ve Susan George gibi alternatif küreselleşmeci yazarlara, Temmuz’da üniversitede ders vermek için davet edildiği ABD’ye giriş izni verilmeyen Müslüman düşünür Tarık Ramazan’dan İngiliz yönetmen Ken Loach’a kadar etkili isimlerin yer aldığı Forum’un en ilgi gören konuğu Che Guevara’nın kızı Dr. Aleida Guevara oldu. 14 Ekim akşamı Southwark Katedrali’nde yapılan açılış töreninde Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone ve Sinn Fein lideri Gerry Adams’ın yanı sıra bir konuşma yapan Guevara, bugünkünden farklı bir dünya kurmak için işbirliği ve dayanışmanın önemine değindi. 13 Ekim’de Forum’un medya sponsoru olan The Guardian gazetesinde bir makalesi yayımlanan ve 15 Ekim’de gazetenin internet sitesinden okuyucuların sorularını cevaplayan Guevara’ya göre neoliberal politikalar Güney Amerika’yı mahvetmektedir ve Avrupa’nın dürüst insanlarının bu kıtanın insanlarına tarihî bir borçları olduğunun farkına varmış olmaları oldukça önemlidir. Çünkü onların yüksek yaşam standartları, bu kıtanın topraklarının yağmalanan zenginliğinden kaynaklanmaktadır. Bütün insanların daha iyi bir dünyada yaşamaya ihtiyacı vardır ve bunun için herkesin elinden geleni yapması gerekir.
Londra Forumu’nda ele alınmak üzere 6 ana tema belirlendi: Savaş ve Barış, Demokrasi ve Temel Haklar, Sosyal Adalet ve Dayanışma, Şirket Küreselleşmesi ve Küresel Adalet, Eşitlik ve Farklılık İçin Irkçılığa, Ayrımcılığa ve Aşırı Sağa Hayır, Çevre Krizi ve Sürdürülebilir Toplum. Bu başlıklar altında Filistin sorunun çözümü, Irak işgalinin sona erdirilmesi, Balkanlar ve Çeçenistan’daki çatışmalar ve NATO gibi güvenlik sorunlarının yanı sıra Avrupa Anayasası’ndaki demokrasi boşluğu, neoliberal ilkeler çerçevesinde yapılanan AB’nin sosyal devlet anlayışını ortadan kaldırması, mültecilerin ve göçmenlerin hakları, Avrupa’da yaşayan Müslümanların durumu, farklılıkların korunması ve yabancı düşmanlığının artması gibi sosyal ve kültürel sorunlar da tartışıldı.
Paris Forumu’nun aksine Londra Forumu’nda ağırlıklı olarak yer alan Avrupa’nın büyük işçi sendikaları ve sol partilerinin hem kendi aralarında hem de ASF’nin düzenleyicisi olan alternatif küreselleşmeci örgütlerle yaşadıkları görüş ayrılıkları, ASF’nin yeni politikalar geliştirme kabiliyetini olumsuz yönde etkiledi. Bilinen pozisyonları tekrarlamakla yetinen ve adeta bir protesto güncesini andıran sonuç bildirgesinde İsrail ve ABD’ye Filistin ve Irak’taki işgallerini sona erdirme çağrısı yapılırken; rekabeti topluluk hukukunun temel ilkesi haline getirdiği, eşit hakları ve insanların serbest dolaşımını garanti etmediği, Avrupa dış politikası ve savunmasında NATO’ya rol verdiği ve Avrupa’yı militarize ettiği belirtilen Avrupa Anayasası’nın AB üyesi ülkelerin halkları tarafından doğrudan oylanması istendi. Ocak 2005’te Nice’te düzenlenecek NATO, Haziran 2005’te İskoçya’nın ev sahipliği yapacağı G-8 ve Ocak 2005’te Barselona’da yapılacak AB zirvelerinin protesto edileceği açıklandı. Avrupa’da faaliyet gösteren bir hizmet şirketi merkezinin Avrupa üyesi ülkelerden birinde olmasını öngören Bolkestein Direktifi’nin, savaşın, ırkçılığın ve özelleştirmenin 19 Mart’ta bütün Avrupa kıtasında protesto edilmesi çağrısı yapıldı. Bir sonraki Avrupa Sosyal Forumu’nun Mart 2006’da Atina’da düzenlenmesine karar verildi.
17 Ekim’de Trafalgar Meydanı’nı dolduran 70 bin kişinin “Barış ve Adaletin Avrupası için Savaşa ve Özelleştirmeye Hayır” mitingiyle sona eren ASF, tartışmaların içeriği ve genç katılımcılarının enerjisine bakıldığında başarılı ve umut verici sayılabilir. Ancak ASF şemsiyesi altında etkileşime geçen Avrupa’nın sosyal hareketlerinin, gösteri düzenlemek dışında kitleleri etkileyecek plan ve programlar ortaya koymakta zayıf kaldıkları da göz ardı edilemez. Bu gerçekleşmediği takdirde ASF ve benzeri çalışmalar, renkli bir politik festival ve demokratik rahatlama seansı olmanın ötesine geçemezler. Yine de ASF’ye katılan Avrupalı gençlerin dinamizmleri ve samimi ulusötecilikleriyle, yakın zamanda Avrupa solunu uygulanabilirliği olan yeni politikalar üretmeye zorlamaları çok güçlü bir ihtimaldir. Kendi içinde hâlâ öteki ile onu dönüştürmeden birlikte yaşama aşamasına gelemeyen ve sosyal devlet anlayışını bırakıp neoliberal politikaları temel ilkeleri haline getirmeye çalışan Avrupa’nın böyle bir politik açılıma gerçekten ihtiyacı vardır.
Paylaş
Tavsiye Et