Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Orta Asya Cumhuriyetleri’nin uluslararası ekonomi-politiği
Sadık Ünay
ULUSLARARASI ekonomi-politiğe yön veren başat çıkar mücadelelerinin, global güçlerin hegemonya çatışmalarının ve bölgesel aktörlerin jeopolitik hesaplaşmalarının en açık biçimde kesiştiği coğrafyayı oluşturuyor Orta Asya. Uluslararası ekonomi-politiğin kurumsal düzeyde desteklenen hâkim liberal kuramı, temsilî demokrasi ve liberal ekonomiye dayalı sistemlerin pozitif bir sinerji oluşturarak siyasî ve ekonomik dönüşümü dinamik biçimlerde desteklediklerini vazeder. Ancak özellikle 1980 sonrası dönemde radikal değişimlerin yaşandığı Doğu Asya, Latin Amerika, Çin, Rusya ve Afrika’daki çeşitli ülkelerin somut tecrübelerine bakıldığında kabaca [temsili demokrasi + liberal piyasa ekonomisi = iyi yönetim ve kalkınma] diye formüle edilen sihirli çözümün pek de beklendiği gibi tekdüze ve pozitif sonuçlar ortaya çıkarmadığı net olarak görülüyor. Bu bağlamda yazımızın odak noktası olan Orta Asya Cumhuriyetleri’nin Sovyet sonrası dönemdeki siyasî ve ekonomik dönüşüm tecrübeleri de yeknesaklıktan uzak.
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasına kadar klasik Sovyet ekonomi-politiğinin kurumsal parçaları olarak kalan Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan bağımsızlıklarını kazandıktan sonra kendilerini kapitalist dünya ekonomisinden izole eden sosyalist prangalardan kurtulmuş olmanın verdiği heyecanla adeta bölgesel bir “ekonomik transformasyon yarışı”na giriştiler. Ancak Sovyetler Birliği’nin bütüncül ekonomik yapısı içinde otoriter biçimde oluşan işbölümünde farklı işlevler üstlenen her ülkenin bu yarışta kendine has bir başlangıç noktası, avantajları ve dezavantajları vardı. Bağımsızlığın ardından geçen on üç yıllık zaman içinde genel olarak başlangıç koşullarının, hâkim yönetimlerin politika tercihleri ve iç siyasî hesaplaşmalar (Tacikistan örneğinde sivil savaş) ile birlikte bu ülkelerin dünya ekonomisi ile entegre olma süreçlerinde başat bir rol oynadığı söylenebilir.
Söz konusu ülkelerin siyasî sistemlerine bakıldığında, Sovyet dönemindeki dominant sosyalist aktörlerin hızla popülist-milliyetçi bir karaktere bürünerek otoriter anayasalar ile desteklenen ve şahsî kontrole odaklı başkanlık sistemleri kurdukları gözleniyor. Seçim sistemlerinin idarî müdahaleye açık olduğu, yürütmeden bağımsız yargı ya da yasama organlarının pek bulunmadığı Orta Asya Cumhuriyetleri’nin, Dünya Bankası’nın ekonomik değişimin destekçisi olarak sıkça vurguladığı “iyi yönetişim” noktasında ve özellikle insan hakları, şeffaf yönetim, yolsuzlukların önlenmesi, hukuk devleti, azınlık ve muhaliflere karşı muameleler noktasında karneleri pek parlak değil. Siyasal alandaki reformlar “salyangoz hızı ile” ilerlerken bağımsızlık döneminde ekonomik kalkınmaya genel olarak öncelik verildiği, ancak spesifik olarak izlenen kalkınma stratejilerinin iki-kutuplu bir spektrum çerçevesinde serpildiği göze çarpıyor. Bir tarafta “Washington Konsensüsü” diye tabir edilen ve uluslararası finansal kuruluşlar tarafından desteklenen ekonomik açılım ve parasallaşma, hızlı liberalleşme ve rekabete dayalı yaklaşım; diğer tarafta ise Türkiye’nin “karma ekonomi” modelini çağrıştıran devlet destekli ve tedricî liberalleşmeyi hedefleyen, uluslararası sermayeye karşı ‘guard’ını indirmeyen daha tedbirli ve otoriter perspektif.
Orta Asya Cumhuriyetleri’nin bu spektrum içindeki dağılımına bakıldığında, Nursultan Nazarbayev yönetimindeki Kazakistan’ın gerek ekonomik, gerekse politik reform alanlarında somut olarak en büyük dönüşümü gerçekleştiren ülke olduğu söylenebilir. İMF başta olmak üzere uluslararası finans kuruluşları tarafından post-komünist ekonomi yönetimlerine örnek gösterilen Kazakistan, ABD Ticaret Bakanlığı tarafından 2002 yılında, işleyen bir serbest piyasa ekonomisi olarak resmen tanındı. Ülkenin globalleşme ve küresel ekonomi ile entegrasyon kulvarlarında hızla yol almasına sebep olarak Nazarbayev’in göreceli reformcu kimliği, zengin petrol ve mineral kaynaklarının Rusya ile doğal bağlantılar ve kurulu ulaşım ağı sayesinde piyasaya hızla arz edilebilmesi, ana sanayi kollarının Rusya ile entegre yapısı ve özellikle başkent Astana’nın Moskova ve Pekin’den sonra Avrasya’nın en önemli diplomasi ve uluslararası iş merkezi haline gelmesi sayılabilir. Fakat satın alma gücüne göre kişi başına milli gelirin 6300 dolar civarında seyretmesi de gösteriyor ki, yapılan makroekonomik reformların sosyal refah şeklinde tabana yayılması noktasındaki problemler sürüyor.
Askar Akayev yönetiminde Washington Konsensüsü’nün demokratikleşme ve ekonomik açılım önerilerini büyük iştiyakla uygulayarak ilk planda uluslararası toplumun övgü ve desteğini kazanan Kırgızistan’ın somut kalkınma performansı ise beklentilerin çok altında. Tüm ekonomik yapısı Rusya’daki sanayi kuruluşlarına hammadde sağlamak üzerine kurulu beş milyon nüfuslu bu küçük ülke, aşırı ticarî bağımlılık ve jeopolitik sıkışmanın getirdiği tıkanmayı bir türlü aşamadı ve siyasal yapının çözülmesi ancak uluslararası yardımlar ile önlenebildi. Sonuçta sanayi istihdamı hızla düşerken reform sürecinden olumsuz etkilenen nüfusun ağırlıklı kesimi “yaşamsal tarım ekonomisine” yönelmiş bulunuyor. Batıya doğru ticaret yolları Özbekistan tarafından bloke edilen ve yine tarım ağırlıklı bir ekonomik yapıya sahip olan yedi milyon nüfuslu Tacikistan’ın kalkınma tecrübesi ise bağımsızlık sonrası döneme damgasını vuran iç savaş dolayısıyla çok daha dramatik bir görünüm arz ediyor. Savaş sonrası dönemde başkanlığa seçilen Rahmanov ve yönetimi uluslararası yardımları cezbetmek için siyasî ve ekonomik bir reform programını benimsemiş görünse de, Birleşmiş Milletler Gelişme Programı İnsanî Kalkınma Endeksi’ne göre dünyanın en fakir ülkeleri arasında yer alan Tacikistan, liberal ekonomi çevreleri için ideal bir ’örnek´oluşturmaktan çok uzak.
Bağımsızlık dönemine Orta Asya’nın Kuveyt’i olma iddiası ile başlayan Saparmurat Niyazov (Türkmenbaşı) idaresindeki Türkmenistan’a gelince; 10-14 trilyon metreküplük doğal gaz rezervleri ile Rusya, ABD ve İran’dan sonra dünyanın en büyük dördüncü potansiyel doğal gaz üreticisi olan, ayrıca önemli oranlarda petrol ve kükürt rezervlerine sahip olan Türkmenistan, Orta Asya Cumhuriyetleri içinde devlet müdahalesinin en sistematik, belirgin ve yıkıcı olduğu ekonomiye sahip. Doğal kaynaklar açısından zenginliğine ve büyük gelişme potansiyeline rağmen halkın yaklaşık yarısının fakirlik sınırının altında yaşadığı Türkmenistan, idarî zaaflar sebebiyle eğitim, sağlık ve genel sosyal kalkınmışlık parametreleri açısından Orta Asya Cumhuriyetleri’nin en geri kalmış olanlarından biri durumunda. Yüksek enflasyon, bütçe açıkları ve sosyal tepkileri kırmaya yönelik bedava elektrik, su, gaz dağıtımı gibi popülist taktiklerin körüklediği baskılar sonucu kritik doğal gaz üretim ve satış rakamlarında şeffaflık kaldırılmış durumda. “Pozitif tarafsızlık” retoriği arkasında otoriter izolasyonunu sürdüren Niyazov rejimi, ülkedeki ekonomik gelişmeler ile ilgili gerçekçi değerlendirmeler yapılmasını dahi zorlaştırıyor.
Devlet-piyasa spektrumunun devlet tarafına Türkmenistan’dan sonra en yakın duran Özbekistan ise Sovyet döneminin otoriter pratikleri, Asya Kaplanları’nın kalkınma modelleri ve lider İslam Kerimov’un şahsî tercihlerinin karışımından oluşan oldukça otoriter bir “Özbek tarz-ı siyaset” izlemekte. 26 küsur milyonluk nüfusu ve merkezî jeopolitik konumu itibarıyla Orta Asya’nın jeostratejik kalbi olarak bilinen Özbekistan, diğer dört cumhuriyetten daha çeşitli bir ekonomik yapıya ve iyi eğitimli bir işgücüne sahip olmasına rağmen, enerjisini Kerimov’un ideolojik nedenlerle başlattığı ve büyük kaynak israfına yol açan ekonomik kendine yeterlilik (otarşi) eksenli politikalardan kaynaklanan izolasyon ve komşuları ile arasındaki siyasî-ekonomik problemler nedeniyle tüketmekte. Sistematik insan hakları ihlalleri ve ekonomik açılım çağrılarının uzun süreli reddi sebebiyle uluslararası kuruluşlarca sıkça uyarılan Özbekistan rejiminin ekonomik olarak içine kapanıp gerek ABD, gerekse Rusya ile kuracağı direkt jeostratejik ilişkilere ağırlık vermekte olduğu gözleniyor.
Sonuç olarak, global jeostrateji ve uluslararası ekonomi-politik içinde hâkimiyet hesaplaşmalarının ana kavşaklarından birini oluşturan Orta Asya’daki beş cumhuriyetin temsilî demokrasi-liberal ekonomi bağlamında özel şartları ve işbaşındaki yönetimlerin öncelikleri sebebiyle oldukça farklı konumlarda bulundukları söylenebilir. Özellikle ekonomik açılımı hızla benimseyen Kazakistan ve Kırgızistan ile otoriter müdahaleciliği sürdüren Türkmenistan ve Özbekistan’ın siyasî yapıları arasında demokratik açılımlar bağlamında görece farklar müşahede edilebiliyor. Ancak ekonomik stratejileri ve global sermayeye yaklaşımları arasındaki farklara rağmen genel kalkınma performansları ve gelişmenin tabana yayılması noktasında genel rahatsızlıklar mevcut. Savaş yorgunu Tacikistan ise tahmin edilebileceği üzere henüz kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığı için dış yardım getirecek her modele açık. Bölge ülkelerinin 11 Eylül sonrası dönemde iyice önem kazanan kritik jeostratejik konumları ve global petrol rezervlerinin yaklaşık %1,4’ü ile doğal gaz rezervlerinin %4,2’sine tekabül eden doğal zenginlik potansiyelleri düşünülürse, gerek uluslararası ilişkiler ve uluslararası ekonomi-politik alanlarında, gerekse bölge halklarının sosyal refahı bağlamında alınacak çok yol olduğu açıkça görülebilir.

Paylaş Tavsiye Et