Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Neo-muhafazakâr akıl
Fahrettin Altun
AMERİKALI neo-muhafazakârlar, son günlerdeki moda tabiriyle “neo-conlar” 11 Eylül 2001 tarihinden önce hiç bu kadar gündemde değillerdi. Oysa şimdi tüm dünya tanıyor onları. 11 Eylül saldırıları kimin işine yaradı diye sorarsanız kuşkusuz bu sorunun cevabı neo-muhafazakârlar olurdu. Yıllardır seslerine ses, çağrılarına cevap bulmak için çabalayıp duran bu güruh, 11 Eylül sonrasında mevcut siyasî gündemlerinin hükümetin resmî politikası haline geldiğini görme saadetine eriştiler.
Neo-muhafazakârlar bugün Amerikan siyasetinin en sağında yer alıyor olsalar da, esasında neo-muhafazakârlık ilk olarak 1930’ların ve 40’ların Amerikasında bir grup Troçkist Yahudi Amerikalı entelektüelin çabası ile gündeme geldi. Dönemin önde gelen Amerikalı Yahudi entelektüelleri, kendisi de bir Yahudi olan Leon Troçki’nin İsrail yanlısı görüşlerini adeta bayraklaştırdılar. Ancak ABD’nin 2. Dünya Savaşı’nın ardından dünya siyasetini yönlendirme gücünü kendisinde görmesi, SSCB ile arasındaki suni gerilim ortamı ve döneme egemen anti-komünist hava kısa zamanda bu entelektüelleri siyasetin sağına taşımaya başladı. Bu süreci hızlandıran en önemli faktör, Troçkistlerin 1967 Arap-İsrail Savaşı’nın ardından İsrail’i artık “mazlum”ların değil, “zalim”lerin devleti olarak görmeye başlaması oldu ve bu noktadan sonra Amerikalı “neo-muhafazakârlar” militarist sağ bir söylem ve emperyalist bir siyasî gündemin inşasına yöneldiler. 1979 İran Devrimi sonrasında gittikçe güçlenen ve özellikle Reagan’ın birinci döneminde palazlanan neo-muhafazakâr entelektüeller, söylemlerini “Soğuk Savaş” sona erdikten sonra bugünkü şekline büründürmeye başladılar.
Amerikalı neo-muhafazakâr entelektüelleri tanıyabilmek için onları sağlıklı bir tasnife tabi tutmamız gerekiyor. Zira bugün “neo-con entelektüeller” olarak bahsedilen meşhur isimler aslında bu ideolojinin esas mimarları değil; dolayısıyla bu ideolojiyi bazı münferit popüler entelektüellerin yazıp çizdikleri üzerinden tahlil etmek de en azından eksiklik yaratacak, bizi Amerikan neo-muhafazakâr düşüncesinin sistematik ve örgütlü karakterini görmezden gelme tehlikesi ile karşı karşıya bırakacaktır.
Bugün fikirleri ile ABD dış politikasına yön veren neo-muhafazakâr entelektüellerin birinci nesli, 1920’li yıllarda doğan ve 2. Dünya Savaşı’nın ardından gerek fiilî görevler almak suretiyle, gerek yazdıkları yazılar ve kurdukları baskı grupları ile ABD dış politikasını şekillendirmeye çalışan insanlardan oluşuyor. Bu nesli en iyi temsil eden isim, hiç kuşkusuz Irving Kristol. Public Interest, Commentary ve Encounter gibi dergilerin ve Basic Books ve Free Press gibi yayınevlerinin editörlüğünü yapan, CIA’de uzun yıllar Sovyetlere karşı “kültür savaşları” projesini yürüten Kristol, Reflections of a Neoconservative başta olmak üzere neo-muhafazakâr ideolojinin içini dolduran pek çok çalışmaya imza atmış bir isim. Yine bu neslin üyesi ve Irving Kristol’ın yakın arkadaşları Donald Kagan, Norman Podhoretz ve Richard Pipes da gerek verdikleri eserlerle, gerek oluşturdukları yapılanmalarla neo-muhafazakâr ideolojinin teşekkülünde önemli roller üstlenmişlerdir. Irving Kristol’ın oğlu William Kristol, Donald Kagan’ın oğulları Robert ve Friedrich Kagan, Richard Pipes’ın oğlu Daniel Pipes, Norman Podhoretz’in oğlu John Podhoretz ve damadı Elliot Abrams ise ikinci nesil neo-muhafazakâr entelektüellerinin en önde gelen temsilcileri olmuşlardır. Neo-muhafazakâr ideolojinin teşekkülünde ve daha sonra Amerikan dış politika pratiğine aktarılmasında Richard Perle, Paul Wolfowitz, Douglas Feith, Richard B. Cheney, Lynne Cheney, James Woolsey, William J. Bennett gibi siyasetçi entelektüellerin rolü olmuştur. Bu isimlerin yanında, Samuel P. Huntington, Francis Fukuyama, Bernard Lewis ve Henry Kissinger gibi bazı popüler entelektüellerin 11 Eylül’den sonra kaleme aldıkları kimi metinler de neo-muhafazakâr ideolojinin yaygınlaştırılmasına ve meşrulaştırılmasına hizmet etmiştir. Bahsi geçen bu grup ve nesiller hep birlikte Amerikan neo-muhafazakârlığının inşasına katkıda bulunmuşlar ve bugün de bu “katkı”yı beraberce yapmaya devam etmektedirler.
Neo-muhafazakâr entelektüeller özellikle İsrail lobisi içerisinde etkin bir biçimde faaliyet göstermişler, strateji belirleme merkezleri (PNAC, JINSA, AEI vs.) oluşturmuşlar, başta Rupert Murdoch’ın yayın kuruluşları olmak üzere, dev medya şirketlerinde önemli pozisyonlar elde etmişler, çeşitli üniversitelerde ve özellikle de askerî akademilerde örgütlenmişlerdir. İsrail’in geleceği meselesini öncelikli gündemleri olarak kabul eden Amerikan neo-muhafazakârları, yalnızca Yahudi sağını bünyesinde barındırmamakta, aynı zamanda Protestan evanjelizmine inananları da kapsamaktadır.
Neo-muhafazakâr entelektüeller ilk kez 1998’de, Başkan Bill Clinton’a yazdıkları açık mektupla kamuoyu önüne çıktılar ve bu tarihten sonra Amerikan siyasetine dönük toplu değerlendirmeler yapmaya başladılar. İki dönem üst üste iktidar olan Demokrat Parti’nin uyguladığı dış politikayı eleştiren neo-muhafazakârlara cesaret veren en önemli unsur, 1994 yılı seçimlerinde Cumhuriyetçi Partinin kendisini “Amerikan muhafazakâr hareketi”nin temsilcisi olarak sunmasıydı. 1997 yılında kurulan PNAC (Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi) neo-muhafazakâr entelektüeller ile sağcı politikacıların buluşma noktasıydı. Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından ABD’nin kendisini savunma gücünün giderek azaldığını, bunun Amerika’nın dünya liderliği konumunu sarsacağını ve bütün dünyanın kaosa sürükleneceğini söyleyen neo-muhafazakâr entelektüeller somut olarak Irak’ın işgal edilmesini ve İsrail’e destek verilmesini salık verdiler. George W. Bush’un başkan seçilmesi ile birlikte, Bill Clinton’a yazılan açık mektuba imza atan 17 kişiden 10’u Pentagon ve Beyaz Saray’da üst düzey görevlere geldi. 11 Eylül ile birlikte siyasî söylemlerini oturtabilecekleri bir zemin bulduklarını düşünen neo-muhafazakâr entelektüeller, ABD’yi müşfik ancak kararlı bir dünya devleti olarak resmeden onlarca kitaba imza attılar.
Bugün Amerikalı liberal ve yeni sol entelektüeller neo-muhafazakârlara son derece sert eleştiriler yöneltiyorlar. Bu eleştirilerin ortak noktası, mevcut dış politikaya yön veren neo-muhafazakârları birbirleri ile yakın ilişki içerisindeki bir avuç seçkin, uygulanan emperyalist/yayılmacı politikaları da, Amerikan tarihindeki bir kırılma olarak okumaları. Neo-muhafazakârların örgütlü bir hareket olduğu, birbirleri ile çok yakın dinî, ailevî bağları olan insanlardan müteşekkil bulunduğu apaçık bir gerçek. Ancak bu örgütlü kesimin savunduğu fikirler bugün, Amerikan politik aklını simgeler hale gelmiş durumdadır. Bu kesimin ortaya koyduğu dış politika vizyonu toplumsal desteği olan bir vizyondur ve bunun nedeni de Amerikan toplumunun “Amerikan istisnailiği”ne olan inancıdır. Bugün uygulanan ve neo-muhafazakâr entelektüellerin çerçevesini çizdikleri dış politikayı bir kırılma olarak değerlendirenler, ABD’nin 1. Dünya Savaşı ile birlikte yöneldiği ve ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra uygulamaya koyduğu dünya devleti projesini görmezden gelmiş oluyorlar.

Paylaş Tavsiye Et