MUHAFAZAKARLIK, liberal modernliğin ilk güçlü muhalifi. Fransız İhtilali daha meyvelerini toplamaya başlamamıştı ki, eski düzenin kerametleri ile ihtilalin vaatlerini yüzleştiren Edmund Burke, muhafazakârlığın ilk güçlü metnini yazdı. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi ihtilal sürecine yön veren tılsımlı kelimelere karşı üç temel ilkeyi öne çıkarıyordu muhafazakârlık: Gelenek, organik toplum görüşü ve siyasî-toplumsal meselelere tecrübî yaklaşım.
Gelenek, tarihin testinden geçip hayat suyunu daha gür akıtan bir bilgi ve tecrübe pınarı. Denenmiş, özümsenmiş, kurumların tini haline gelmiş bir kıymetler manzumesi. Saatleri Ayarlama Enstitüsü yazarının “ninemin sandığı” diye anlattığı şey. İhtiyaç duyduğunuz reçeteyi, ilacı ya da vasıtayı ummadığınız anda size sunabilen bir efsunlu kutu. Organik toplum fikri, toplumsal ilişkileri araçsal nitelikte görmeye alışık liberal ideolojiye karşı bir teklif. Buna göre toplum, canlı bir organizma gibidir; uzviyet sahibidir. Toplum, kurucu ilişkiler üzerine yükselir; yani münasebetlerimiz kurucudur; bizi inşa eder, bize dışsal değildir. Öyleyse mensubiyet öyle kolayca gözden çıkarabileceğimiz, kendisinden yüz çevirebileceğimiz, vazgeçilebilir türde bir bağlanma değildir. Mensubiyetimizi önemsemeli, hatta aslî ve birincil kimlik katmanımız olarak benimsemeliyiz.
Siyasete tecrübî yaklaşım; ya da daha felsefî bir tarifle; siyasî epistemolojide şüphecilik ise diğer modern ideolojilerle kıyaslandığında, muhafazakârlığın en ayırt edici özelliği. Doktriner siyasete, siyasî kuramcılığa karşı tevarüs edilen değerlere sarılma; teorik spekülasyonlarda derinleşmek yerine tecrübenin verilerinden ayrılmama, muhafazakârlığın her daim ana motifi oldu. Oakeshott’u hariç tutarsak, muhafazakârlığın birinci sınıf teorik metinler üretmemesi, muhafazakâr düşüncenin inceden inceye işlenmiş, iyi detaylandırılmış, soyut ve sistematik teorilere pek de hoş bakmayan karakteri ile açıklanabilir.
Esasen muhafazakârlığın bu özelliği, ona değişen sosyal-siyasî bağlamlara intibak etmesini sağlayan bir esneklik kazandırıyor. Her tarihî dönüşümün yeni bir muhafazakârlığa gebe oluşu bundan. Yeni sağ (neo-liberalizm), (neo-con tipi) yeni-muhafazakârlık ve felsefî-kültürel muhafazakârlık, bu esnekliğin somut tezahürleri. Muhafazakârlık, bir yandan tevarüs edilmiş olanın muhafazasını esas alırken, bir yandan da büyük ölçekli dönüşümlere intibak gücü yüksek bir siyaset etme biçimi olarak gelişti. Fakat tam da bu intibak kabiliyeti, muhafazakârlığın yumuşak karnına işaret ediyor. Zira kapitalist modernleşmenin Batı-dışı dünyaya nüfuzu, muhafazakârlığın belirli biçimleri tarafından kolaylaştırılmıştır. Mesela muhafazakârlığın 1980 sonrası ANAP örneğinde izlediğimiz yeni sağ türü siyasetler eliyle yaptığı tam da bu olmuştur. Liberal kapitalist ekonomi-politik ile kültürel muhafazakârlığın birlikteliğiydi, yeni sağ üzerinde gördüğümüz.
Bu açıdan modern formların ulusal ölçeklerde yaygınlık kazanması ve yerel koşullara intibakı muhafazakârlık yordamıyla olmuştur. Bir bakıma modernleşmeyi, hazmı kolay lokmalar haline getiren muhafazakâr siyasetlerdir. Bu yüzden olsa gerek İngilizlerin meşhur sosyoloğu Giddens küresel modernliğe, yani bugünün modernliğine intibak için özellikle felsefi muhafazakârlığa yaslanabileceğimizi söylüyor. Küreselleşme ve geç modern durum ile gelen belirsizlikler, kırılmalar ve riskler ancak muhafazakârlığın sunduğu imkanlarla karşılanabilir. Burada muhafazakârlığa yüklenen misyon, yıpranmış kurumların ıslahı, zedelenmiş yapıların tamiri ve toplumda sahih bütünlükler, fertler arasında sahici münasebetler kurmak. Bir kez daha muhafazakârlık bir hazım problemini çözmeye çağrılıyor. İşbu noktada muhafazakârlığın en büyük meziyeti, onun en naif karakteristiği olup çıkıyor. Yoksa muhafazakârlık her seferinde amaçladığından farklı bir noktaya mı varıyor?
Bizde Muhafazakârlık
Türk muhafazakârlığı Mannheim’ı haklı çıkardı. Zira bizde muhafazakârlık sistemli bir düşünce ekolü olmaktan çok entelektüel bir eğilim, siyasî-kültürel bir tavır ve duruş olarak varlık kazandı. 20. yüzyıl başında İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık bizde hakim fikir akımları olarak ayrıştılar. Bu akımlar arasında muhafazakârlık müstakil bir çizgi olarak belirginleşmedi; fakat bunların her birine değişik ölçülerde nüfuz etti. Hatta Kemalist modernleşmenin fikrî kaynaklarında bile muhafazakâr bir unsur olageldi. Gökalp’in hars-medeniyet ayrımı ve milli harsın muhafazasına yönelik fikrî çabası bunun belgesidir. Sonraları CHP politikalarına egemen olan bürokratik muhafazakârlık ise Kemalist çizgi içinde bambaşka bir muhafazakâr süreklilik oluşturuyor.
Kuşkusuz Yahya Kemal ve Peyami Safa gibi şahsiyetlerde gördüğümüz entelektüel-kültürel, hatta estetik diyebileceğimiz muhafazakârlık Türk muhafazakârlığının en verimli damarı. Bu isimlerin aradığı, hiçbir zaman mutlak anlamda eskiyi muhafaza etmek olmadı. İstenen, daha çok kültürel sahihlik, yerli-milli değerlere bağlanma, bize ait sezişleri, “Türk’e ait” duyuşları yeniden ve modern formlarda yeşertmekti. Yahya Kemal’in bizim “Resimsizlik ve Nesirsizlik”imizden yakınması, bu ikisi olmaksızın maziyi muhayyilemizde yaşatacak güçlü imkanlara sahip olamayacağımız endişesinden kaynaklanıyordu. “Avrupakârî” resim ve nesir, maziyi, muhayyilede inşa etmek ve bundan hareketle bugün yeniden “kendi eserimize vücud vermek” için benimsenmeliydi. Yani amaç, modern formları almakla birlikte kendi gökkubbemiz altında yaşamayı bilmekti. Resim ve nesirde ortaya çıkan modern çığırlar maziyi, şuur düzeyine yükseltmek için yepyeni imkanlar sunuyordu.
Türkiye’de muhafazakârlığın siyasî platformda temsil edilişi ise özellikle son dönemlerde yeni sağ/neo-liberal partiler üzerinden oldu. Demokrat Parti çizgisindeki siyasî oluşumlar daima teknolojist modernleşme ile kültürel muhafazakârlığın sentezine soyundu. Ekonomi-politik alanda liberalizmin nüfuzu, sosyal politikalarda muhafazakâr uygulamalarla telif edilmeye çalışıldı. Muhafazakârlık bir bakıma Türkiye’nin küresel ekonomiye entegrasyon sürecini yumuşatan bir siyaset olarak işlevselleşti.
Muhafazakârlığın bizdeki en yeni tezahürü muhafazakâr demokratlık ise sahnedeki oyununa yeni başladı.
Peki tüm bunlarda trajik olan ne? Trajik olan, muhafazakârlığın bugün hakikaten neyi muhafaza ettiği konusunda duyduğumuz kaygı. Üç soru meramımızı anlatmak için kâfi: Muhafazakâr demokratlık neyin muhafazası için vardır? Neye intibak ederek kendine bir varlık alanı açmıştır? Neye intibak etmemizin yolunu açmaktadır?
Paylaş
Tavsiye Et