Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Şöhret toplumunda yazarlar ve yazarımsılar
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu
TÜRK toplumu okuması olmayan bir toplum. Yüz kişiden sadece dördü kitap okuyor. Yani ülkemizde kitap okuyanların sayısı yedi bin civarında. Peki nasıl oluyor da, yedi bin okuyucusu olan bir ülkede çok satan kitaplar milyonlu rakamlarla, ya da yüz bin, iki yüz binlik “satış rekorları”yla anılıyor? Ve nasıl oluyor da 2004 yılında, herkesin bir kitabı var denecek kadar, yazar patlaması yaşıyor edebî kamu?
Bu sorulara cevap bulabilmek için, kitap sahibi olanları, yazarlar ve yazarımsılar olarak bir ayırıma tâbi tutmamız gerekiyor. Yazar ile yazarımsıları ayrıştırmadığınız zaman, “insan niye yazar?” sorusuna sağlıklı bir cevap bulmamız mümkün değil. Çünkü yazma eylemi yazarlar ile yazarımsıları birbirinden tamamen ayırır.
 
Yazarlar:
1. Büyük yazarlar
Kendisinden önce geçerli olan edebî-sanatsal ve felsefi anlayışı, eserleriyle, gerek biçim gerekse içerik olarak değiştiren yazarlardır. Büyük yazarların okuyucuları dikey boyuttaki okuyuculardır. Yani her dönemde belirli okuyucuları vardır.
2. İyi yazarlar
Meselesi, dili, birikimi, toplumsal duruşu olan, ne anlatırsa anlatsın okunan, yazdıklarıyla insanları etkileyen yazarlar, iyi yazarlardır.
3. Popüler yazarlar
Yazdıkları, okuyucuların beklentilerini bire bir karşıladığı için yatay okunma olarak yüksek bir okuyucu profiline sahiptirler. Popüler yazarlar iyi yazarlar olabildiği gibi, kötü yazarlar da olabilir. Onları popüler yapan, kitaplarının yatay boyutta okunurluğudur. Mesela Kerime Nadir yaşadığı dönemde çok okunmuş bir yazardır. Ama iyi bir yazar olduğunu söylemek mümkün değildir. Vasatın altında kalan bir yazardır. Esasında dili ve birikimi vardır. Fakat meselesi olan bir yazar değildir.
Bir yazar için meselesinin olması çok önemlidir. Ne var ki meselesi olan yazar ile olaylara ideolojik bakan yazar birbirine kolaylıkla karıştırılabilir. Oysa ikisinin durduğu yer çok farklıdır. Meselesi olan yazar, olaylara, insanlara bakmak, onları anlamak, kavramak üzere yaklaşır. Kafasında şablonlar yoktur. Oysa ideolojik duruşu ön planda olan yazarlar, kendilerini toplumun üstünde görürler. Kendi tezlerini ispat etmek için iyi ve kötü üzerinden bir şablon oluşturarak romanlarını yazarlar. Mesela ideolojik köy romanlarında imamlar daima kötü ve sevimsiz olarak tiplenmiştir.
4. Kötü yazarlar
Kötü yazarları pek çok alt birimde incelemek mümkündür. Dile ve konuya hakim olamamak, klişe düşünce ve kalıplarla birbirini tekrarlayan kitaplar yazmak en tipik özellikleridir.
Kötü yazarlar yazarımsılarla rahatlıkla karıştırılabilirler.
Yazar kategorisinde topladığımız kitap sahiplerinin ortak noktası, ister iyi yazar olsun, isterse kötü yazar, yazmak eylemini bir varoluş eylemi olarak görmeleridir.
 
Yazarımsılar
Yazar kategorisinin dışında tutulması gereken bazı kitap sahibi insanları, yazarımsılar başlığı altında toplamak mümkün.
Yazarımsılar için yazma eyleminin kendisi doğrudan önemli değildir. Onlar yazmanın kendisinden çok, bir ürün olarak kitap ile ilgilidir. Yazarımsılar, içinde yaşadığımız post-modern duruma özgü bir kategoridir.
İçinde yaşadığımız toplum bir şöhret toplumudur; şöhret sahibi kişiler ve onların şöhretini endüstri haline getirenler, paketlenebilecek her şeyi şöhretli kişinin marka yelpazesi içinde sunmak isterler.
Kitap, marka yelpazesi içinde sunulmaya başlandığında, ortaya atölye işi, fason kitaplar çıkabilmektedir. Fason kitaplara en iyi örnek olarak Taha Kıvanç’ın yazılarından tanıdığımız Tom Clansy’i verebiliriz. Bir ekip tarafından Clansy şablonuna uygun olarak yazılan polisiye romanlar, en son Clansy’nin kendisi tarafında redakte edilerek kamuoyuna sunulmaktadır.
Markalı yazarlığa “bizden” bir örnek olarak, tesettüre girmiş eski bir mankeni anmak mümkündür. Bir zamanlar Milli Gazete’de, henüz tesettüre girmiş olan bu mankenin “kaleminden” en derin dinî konuları okurken bulduk kendimizi.
Fason yazı ve romanın örneğini tarihte, Üç Silahşörler romanının yazarı olarak ünlenen Alexandre Dumas’nın şahsında görüyoruz. On altı yaşına kadar bilgisiz ve görgüsüz bir köylü çocuğu olarak yetişen Dumas, şehre gittikten sonra sansasyonel konularda piyesler yazarak meşhur olmuştur. Bir piyesi düzeltmek üzere kendisine yardımcı olan öğretmen Macquet ile birlikte başladı romana. İkisi, 1700’lerde basılan Mösyö Dartanyan’ın anılarına dayanarak tarihî bir roman planı hazırladılar. Eser, Üç Silahşörler adıyla yayınlandı. Bu romanın ne kadarının Dumas, ne kadarının Macquet tarafından yazıldığını eleştirmenler uzun süre tartıştılar. “Öyle görünüyor ki, tarihî araştırmanın büyük bir kısmını Macquet yaptı ve hikayenin kabataslak bir planını hazırladı. Dumas da bu plana göre, romanı tamamen yeniden yazdı. Böylece Dumas ve mesai arkadaşı inanılmaz bir süratle bir anda altı veya on ciltlik, iki veya üç kitap yayınlıyorlardı. Dumas’yı bir “roman fabrikası” işletmekle ve az ücret ödenen yazarların sırtından zengin olmakla itham edenler vardı (A. Lass “100 Büyük Roman”, 1/198-199). Dumas 1860 ile 1880 arasında 277 kitap yayınladı. Pek çoğu sahnelendi; üstelik Dumas, kendi eserlerini sahnelemek için bir tiyatro bile kurdu.
Yazarımsılara örnek olarak, başka bir sahada şöhret bulmuş kadınların/erkeklerin köşe yazarlığına soyunmasını hatırlayabiliriz. Mesela eski pop şarkıcıları, artistler ya da reality show üzerinden “isimlenmiş” anlık şöhretler, yazarımsılar kategorisinin en aktif elemanlarıdır.
Bir zamanlar reklam filmindeki kestanecinin “senin siten yok mu abla?” sorusunu “ablalar/abiler” pek ciddiye almış olacak ki; “site kuramadık bari bir köşemiz olsun” tesellisine sığınarak, okumadıkları okullardan birikmiş kompozisyon ödevlerini aşk ile yapıyorlar parsellemiş oldukları köşelerde.
Kalite kontrol konusunda kafası bir hayli karışık olan tüketici/okuyucu, ya malın ucuzuna gidiyor ya da kendini emanet edebileceği bir “marka” ya.
Yazarlar ile yazarımsılar arasındaki ilk savaş ucuzluk üzerinden başladı. Yayınevleri, “ucuz kitap basittir” anlayışının oluşmaması için, şimdi gölgesi toprağa düşmüş olan eskinin büyük yazarlarını da kampanyalarına “kattılar”. Orhan Kemal ve Peyami Safa girmedik ev kaldı mı gazete bayilerinde satılan kitapları yoluyla?
Yayınevleri epeydir markalaşma yoluna gitti; lakin bunun etkileri henüz tüketiciyi/okuyucuyu vuracak boyutlara ulaşmadı.
Markaların verdikleri “hizmeti” kitap dünyasında da görmeye yakında başlayabileceğiz:
“Falan filan yazar doğum günü olan Temmuz ayı münasebetiyle indirimli satışlara başlamıştır. Kitabı alan ilk yüz kişi ile yazarımız mavi yolculuğa çıkacaktır.” Ya da, “yaz kitapları olarak hazırlanmış, suya-sabuna dayalı kitaplarda kampanya! Gelecek yılın yaz kitaplarını şimdiden edinin. Yaz kitabı alanlara kum topu ve mayo bedava.”
Kitap okumayan toplum, kitap satın alan toplum olmuştur. “Eltim sekti, ben de sekmeliyim” diye kendisine okunacak kitap arayanlar için hazırlanmış kitap listelerinin, çok okunanlar değil de çok satanlar olarak sunulmasının esbab-ı mucibesi budur.

Paylaş Tavsiye Et