AFGANİSTAN’IN bugün içinde bulunduğu durumu ve uluslararası güç aktörlerinin Afgan toprakları üzerindeki emellerini tahlil etmenin en sağlıklı yolu güncel hadiselere geniş soluklu bir tarih perspektifinden bakmaktır. Zira Afganistan’da bugünkü mevcut tabloyu 11 Eylül ile ilişkilendirmek geniş resmi görmemize engel olacaktır. Bu ülkeye dair herhangi bir kapsamlı değerlendirme, 19. yüzyılın sonunda meydana gelen uluslararası güçler arasındaki çıkar çatışmasının tahlilini gerekli kılıyor. 19. yüzyılın sonunda İngiltere ile Rusya’nın Orta Asya üzerinde giriştiği jeostratejik rekabetin en önemli çatışma alanını Afganistan oluşturuyordu. İngiliz şair Kipling’in ‘Büyük Oyun’ adını verdiği bu soğuk savaşın özünü, İngiltere’nin klasik Rus stratejisi olan sıcak denizlere inme hamlelerini engelleme çabası oluşturuyordu. İngiliz jeostratejisti Mackinder, Rusya’nın bir dünya gücü olmasının önüne geçmek için kesinlikle uzak tutulmasını tavsiye ettiği alanı, Rusya’yı Batı, Güney ve Doğu hatlarında kuşatan bir hilal şeklinde göstermişti. Daha sonra Amerikan jeostratejisti Spykman, Soğuk Savaş döneminde Amerikan kuşatma stratejisinin temel hatlarını oluşturacak bu alana Rimland adını verdi. Rusya’ya karşı 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında İngiliz ve daha sonra Soğuk Savaş döneminde Amerikan stratejilerinin temelini, Rusya’nın bu hattın içinde tutulması oluşturdu.
Afganistan’ı İngiltere için özellikle önemli hale getiren neden, İngiliz sömürgeciliğinin gözbebeği olarak kabul edilen ve o zaman Pakistan’ı da içine alan Hindistan’la komşu olmasıydı. Afganistan’ın diğer Orta Asya ülkeleri gibi Rusya topraklarına katılması, Rusya ile Hindistan arasındaki engeli ortadan kaldıracak ve İngiltere’nin Hindistan’daki konumunu iyice zayıflatacaktı. Bu rekabet çerçevesinde İngiltere, Afganistan’a karşı 1838, 1878 ve 1919’da üç saldırı gerçekleştirdi. Her ne kadar bütün bu savaşların neticesi İngiltere için hezimet olsa da arkada bırakılan kukla Afgan kralları sayesinde Rus nüfuzu engellenmiş oldu.
1. Dünya Savaşı akabinde ortaya çıkan yeni ortak düşman Almanya İngiltere ve Rusya’yı aralarındaki farklılıkları gidermeye zorlayınca Büyük Oyun ertelenmiş oldu. Ardından 2. Dünya Savaşı’yla Avrupa merkezli sömürgecilik sistemi bitti; buna mukabil ABD savaştan kazançlı çıkarak dünyanın tek gücü haline geldi. Amerikalılar İngiltere’den sadece hegemonya konumunu devralmakla kalmadı, aynı zamanda kültürel ve etnik bir devamı olarak bu ülkenin eski rekabet alanlarının da mirasçısı oldu. Sovyetlerin kısa sürede güçlenmesiyle başlayan Soğuk Savaş, 19. yüzyıldan itibaren İngiltere ve Rusya arasındaki jeostratejik soğuk savaşın bir devamı niteliğindeydi. ABD’nin bu savaştaki stratejisi de tıpkı İngiltere gibi Rusya’yı Rimland hattının içine kapatmak ve kuşatmaktı. Bu hattaki çatışma alanları arasında Doğu Avrupa ve Doğu Asya ile birlikte Afganistan, Pakistan, İran ve Türkiye özel bir konuma sahipti. 1979’daki Sovyet işgaline karşı Amerika bütün gücüyle Afganlı direnişçilerin yanında yer aldı; onları silahlandırdı ve uluslararası alanda kutsal savaşçılar olarak meşruiyet kazandırdı. Yine 1979’da meydana gelen İran Devrimi ABD’yi bu bölgede işleri sıkı tutmaya zorladı.
1989’da bu işgalin verdiği maddi hasarla bağlantılı olarak Sovyet sistemi de çökmüş ve Soğuk Savaş sona ermişti. Ancak Büyük Oyun yeni bir boyut kazanarak oynanmaya devam edecekti. Bu defa ABD için Afganistan’da desteklenen mücahitlerin, komşuları İran gibi ‘İslamcı’ bir devlet kurmalarının önüne geçilmesi gerekiyordu. Bu da tohumları yıllar öncesinden atılmış olan etnik gerginliklere dayalı planların sahneye sürülmesiyle gerçekleştirilecekti. Afganistan yıllar boyu karşı karşıya olduğu dış düşmana ek olarak şimdi bir de iç savaşla baş etmek zorunda kalıyordu.
Soğuk Savaş sonrasında Hazar ve Orta Asya petrol havzalarının uluslararası sisteme dâhil edilmesi Afganistan’ın jeostratejik önemini daha da pekiştirdi. Hazar petrollerinin Rus dağıtım sisteminden bağımsızlaştırılarak dünya piyasalarına aktarılması amacıyla planlanan boru hattı projeleri arasında Türkmenistan-Afganistan-Pakistan boru hattı projesi bulunuyordu. Benzer bir proje aynı zamanda Afganistan’la sınırı bulunan ve petrol ihtiyacı giderek tırmanan Çin’in de iştahını kabartıyordu. Amerikan petrol lobilerinin büyük önem verdiği bu projeyi Amerikan Unocal firması üstlenmişti. Ancak ülkenin etnik çatışmalardan dolayı bir türlü istikrara kavuşmaması projeyi suya düşürüyordu. Bu noktada Afganistan’da siyasi istikrar yeniden gündeme alındı ve bunu sağlayabilecek durumda gözüken Taliban’ın desteklenmesine karar verildi. Ülkede etnik gruplar arasında çoğunluğu oluşturan Peştunlara dayalı bir hareket olan Taliban, ABD’den aldığı askerî ve moral destekle kısa sürede ülke topraklarının çoğunu birleştirdi ve baskıcı yöntemlerle kısa sürede istenen istikrarı sağladı. Unocal bu proje çerçevesinde Hamid Karzai’nin danışmanlık hizmetlerinden yararlandı; Taliban yönetiminin bakanlarını Kaliforniya’daki tesislerinde ağırladı.
Amerikan-Taliban ittifakını bozan gelişme, ülkede Taliban’ın misafiri olarak bulunan el-Kaide’nin ABD’ye karşı ilan ettiği savaş oldu. Afrika ve Yemen’deki bombalı saldırılardan sonra ABD, Taliban’dan bu saldırıları üstlenen el-Kaide liderlerini teslim etmesini istedi. 11 Eylül 2001 saldırıları ise ABD’yi bu talepleri yerine getirmeyen Taliban’la karşı karşıya getirdi ve bugün ülkenin içinde bulunduğu şartları hazırlayan Amerikan işgalinin temelini oluşturdu. Savaşa götüren nedenlerden bağımsız olarak ifade edecek olursak bu, dördüncü Anglo-Afgan savaşıdır. Teröre karşı savaş gibi günlük konjonktürden ve siyasi söylemden bağımsız bir bakış açısıyla bu defaki Afgan savaşının da tıpkı diğerleri gibi jeostratejik hedefli olduğu açıktır. Bu stratejinin hedefinde, Rusya var olmaya devam etmekle birlikte asıl önemlisi, Amerikan çıkarlarına karşı en önemli tehdidi oluşturduğu varsayılan Çin bulunuyor. Çin’in hem Afganistan’ın kendi doğal zenginlikleri hem de onun diğer ucunda yer alan Orta Asya enerji kaynaklarında gözü var.
Ancak Amerika açısından hüsranla bitmesi muhtemel bir savaş bu. Birçok Amerikalı uzmanın tavsiyesinin aksine, Afganistan’da durumu istikrara kavuşturmadan başlatılan Irak Savaşı, Amerikan askerî gücünün bu ülkeye yoğunlaştırılmasını gerektirdi. Halen Afganistan’da bulunan 50 bin yabancı askerin sadece 24 bini Amerikalı. Buna mukabil ABD, nüfus ve coğrafi şartlar açısından çok daha elverişli şartlara sahip Irak’ta yüz bini aşkın asker ve bir o kadar da taşeron şirketlere çalışan özel güvenlik görevlisi tutuyor. Irak’ta direnişin nüfus tabanı olan Sünnilerin toplam nüfusa oranı %20 iken, Afganistan’da Taliban’ın tabanı olan Peştunların oranı %40’ın üstünde.
Neticede ABD ve NATO, Taliban’a karşı tam bir zafer kazanamadı; Taliban, son günlerde Çin silahlarıyla teçhiz edilmiş, muhtemelen yine Çin’le yakın ilişkileri bulunan Pakistan’dan aldığı yardımlarla giderek güçleniyor. Karzai hükümeti de bu gerçeği görerek Taliban’la bir barış anlaşması peşinde. Ancak işi bu defa ağırdan alan Taliban, bütün yabancı askerlerin ülkeden ayrılmasını görüşmelerin önşartı olarak ileri sürüyor. Görünen o ki Afganistan’ın geleceğinde Taliban olmaya devam edecek; zira Talibansız bir istikrarın mümkün olmadığını artık Amerika da anlamış durumda.
İki yüzyıldır Afganistan üzerinde oynanan oyunun faturası Afgan halkı için son derece ağır oldu. Son iki yüzyılda üç emperyalist süpergüce karşı savaş veren dünyanın tek ülkesi Afganistan’dır. Bu savaşlar ve dış müdahaleler ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik geleceği açısından tahrip edici izler bıraktı. Bugün halkın %40’ından daha azının okur-yazar olduğu Afganistan, dünyanın en fakir ülkelerinden biri. Ülkenin yasadışı haşhaş ekimi dışında dişe dokunur bir kazanç kaynağı yok. Bu sektörde 3 milyonu aşkın Afganlı çalışıyor. Afganistan’ın her tarafında yıllar süren savaşlardan kalma toplam 10 milyon mayın olduğu hesaplanıyor ve bu mayınlar yılda 20 bin insanın ölümüne ya da sakat kalmasına neden oluyor. Mayınlardan dolayı bir uzvunu kaybeden Afganlı sayısı 750 bin.
Buna karşın Afganistan sahip olduğu olağanüstü zenginlikteki doğal kaynakları ve coğrafi konumu ile çok hızlı bir şekilde ekonomik canlanma yaşayabilir. Ancak Afganistan’ın son iki yüzyıldır kaderini belirleyenin de bu zenginlik ve jeostratejik önemi olduğunu hatırlamak gerekir.
Paylaş
Tavsiye Et