29 EKİM’DE kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin güneş burcu ‘akrep’miş; hiç düşünmemiştim, yeni öğrendim. Akrebin sokmak dışındaki olumsuz özelliklerinden biri, hatalarıyla yüzleşememesidir. Cumhuriyet’in kendi tarihiyle ilgili olarak, özellikle de gayrı Türk vatandaşlarının başına gelenler söz konusu olduğunda kendisiyle yüzleşmekte zorlandığı kesin. Yüzleşmek bir yana, imparatorluktan ulus-devlete miras kalan ve homojen bir Türk ulusunun başarıyla yontulması önünde hep engel olarak görülegelen Kürtler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler’le olan sorunlarımız en azından üslup düzeyinde sürdürülüyor.
Bu sorunsalın bugünlerde haddini aşacak düzeye varmasının ana nedenlerden birisi, Türkiye’nin dünya gündeminden etkilenme derecesidir. Ermeni gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi, sosyolojik düzeyde ele alındığında, aslında ABD ile beraber girilen ‘onbireylülizasyon’ sürecinin bir sonucudur. ABD’de ‘öteki’ne karşı başlayan neo-con şahlanma bütün dünyayı etkisi altına aldı ve İran’da bile halkın, mollaları yeteri kadar muhafazakâr bulmayarak daha radikal söyleme sahip bir mühendisi devletin başına geçirmesine neden oldu.
Aslına bakılırsa, Türkiye’nin milliyetçileşme bahanesi çok. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersininki dahil, bütün okul kitaplarımız kan kırmızı bayrağımızla ve “Kahraman ırkıma bir gül” diyen ulusal marşımızla, derslerimiz ise “Türk’üm doğruyum, çalışkanım”la başlıyor. Gazetelerimizin logolarında ise “Türkiye Türklerindir” yazıyor. Şehirlerimize, özellikle doğuda, “Ne mutlu Türk’üm diyene” tabelaları altından giriliyor. Ama asıl ‘olayımız’ şu ki, imparatorluğumuzdan ayrılan Sırplar, Yunanlar, Bulgarlar, Araplar ve Ermeniler’den sonra, şimdi de Kürtler güneydoğu sınırımıza komşu bir devlet kuruyorlar. Korkumuz, seksen küsur yıldır Türklüğü bir türlü kabul ettiremediğimiz son Müslüman unsurun, güneydeki soydaşlarına sempati duymaları. Bizim Türkler olarak Yunanistan’da, Bulgaristan’da ve Kerkük’te yaşayan azınlık soydaşlarımıza, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan akraba kandaşlarımıza duyduğumuz sempatinin onlarda da aşırıya gitmesinden kuşkulanıyoruz. Bizim düştüğümüz Pan-Türkist hülyalara onlar kapılmasın, Pan-Kürdizm fayda getirmez, dünyayı onlar da bizim gibi yanlış okumasın istiyoruz. Milliyetçiliğe sarılmamızın, inanın, tek kaygısı bu; onların iyiliği için. Hem sonra Kerkük’te Türkmenler var, onların kılına zarar gelmesi bütün Ortadoğu politikamızın iflası olur, hafazanallah. Bağdat’ta her gün ortalama altmış Müslüman’ın ölmesinden daha önemlidir Kerkük’te bir kıl dönmesi. Bağdat mı? Sorun değil, biz daha ziyade “Kerkük Sorunu” üzerine paneller düzenleyen “kendine Müslümanlarız”.
Milliyetçilik bir milleti yücelttikçe onun bekası hakkında evhama düşüren güzide bir inanışımızdır. Türklüğünü bizim neslimiz kadar sorun eden bir Türk toplumu tarih boyunca görülmemiştir. Mesela, bu toprakların Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğundan emin olmamız için bugünlerde İstanbul’un bütün tepelerine ve dahi Ankara’ya giden yol üzerindeki fabrikaların önlerine büyük boy Türk bayrağımızı dikmemiz gerekiyor. Bu toprakların kesin fethi böylece 2007’de tamamlanmış oluyor. Bu bayrakları seksen küsur yıldır buralara dikmeyi düşünememiş bütün devlet adamlarının ve ordu komutanlarının vs. vatanseverliğinden kuşku duyuyorum. En azından tekstil sektörümüze bu katkıyı ziyade gördükleri için.
Gerek “Kurban olam ayına yıldızına” şeklindeki bayram mesajlarıyla, gerekse Başbakan’ın “Kürt sorunu geçen sene vardı, bu sene artık kalmadı; bu sene daha ziyade seçim var” mealindeki milliyetçilik söylemine teslim olmasının Türkiye’nin hayrına olmadığını söyleyen AKP kurucularından bir hanıma verilebilecek en temiz cevap, “Bu yaklaşım çok çirkin” olacaktır tabii. Mühim hatta ehem olan, iktidarı kaybetmemektir. Erdemlerinizden, sevdanızdan, projelerinizden, adalet anlayışınızdan ne kadar uzaklaştığınız önemsiz bir teferruattır. Yükselen değerlere tutunun, yoksa düşersiniz.
Milliyetçilik hakkındaki bütün bu rezervler ve Hrant Dink cinayetine azmettiren Türkiye’deki bütün bir zihniyet sorununa rağmen, bu suikast ile milliyetçileri harcamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Türkiye’nin siyasal cinayetler tarihine baktığımızda satranç tahtasındaki piyonlara yukarıdan bakan gözleri deşifre edebiliriz. Türkiye’de 1990’lı yıllarda dindarlık yükselirken işlenen faili (hakikisi) meçhul siyasi cinayetlerde maktuller, en hafif tabirle dine lakayt bir çizgiye sahip Cumhuriyet gazetesi yazarları olmuştur: Ocak 1990’da Muammer Aksoy, Ekim 1990’da Bahriye Üçok, Ocak 1993’te Uğur Mumcu, Ekim 1999’da Ahmet Taner Kışlalı. Bu seriye Mart ve Eylül 1990’da öldürülen Çetin Emeç’i ve Turan Dursun’u da ekleyebiliriz. Gelelim bugüne: Türk milliyetçiliğinin kabardığı bir zamanda 301. maddeden yargılanmış Ermeni bir gazetecinin öldürülmüş olması, akla bazı şüpheler düşürüyor. 28 Şubat sürecinden beri Türkiye’de dindar kesime düşmanlıkla geçinen hiçbir kimse öldürülmemişken, bugün milliyetçi kesimi zan altında bırakacak bir cinayetin işlenmesi dikkat çekici. DEP’li milletvekillerinin öldürülmesi de Kürtçülüğün en hareketli zamanlarına, yine 1990’lı yıllara denk düşen ve PKK-karşıtı Kürtler’in üzerine yıkılmak istenen bir cinayetler zinciridir. Türkiye’de hangi camia harcanmak isteniyorsa, o camianın karşı kutbundan birinin faili meçhule kurban gitmesi yeterli olmuştur. Bu anlamda 1990’lar İslamcılığın yükseltilişinin ve düşürülüşünün hikayesidir. Sakın 2000’li yıllar da Türk milliyetçiliğinin yükseltiliş ve düşürülüş hikayesine dönüşmesin? Bir zamanlar Ortadoğu’da SSCB’ye ve komünizme karşı ılımlı İslam ülkelerinden mürekkep bir yeşil kuşak ihtiyacı duyan güç odakları, şimdi İslam’ın kapsayıcı kardeşlik anlayışına karşı etnik ve sekter ayrımların keskinleşmesine muhtaç. Bu oyunu bozacak siyaset ise, etnik ve sekter ayrımlara çanak tutan, milletin soysal duygularını şahlandıran, milliyetine hitap eden, oy hesabına dayalı popüler nutuklardan ve pankart milliyetçiliğinden geçmiyor.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin ay burcu maalesef ikizlermiş. Galiba bundan dolayı çok konuşan ve bilgisiz konuşmaların dedikodu düzeyinde hükümferma olduğu, lafla peynir gemisi yürütebilen bir toplumuz. Haritaya bakmadan Kerkük’e de gireriz, dahilimizdeki teröristleri temizleyemeden elin Kandil’ine de çıkarız. Ülkemizdeki Ermeniler’in kökünü kuruttuğumuzdan hele bir emin olalım, Kürtlerimizi de “gönüllü tehcir” yöntemiyle Kuzey Irak’a süreriz.
Paylaş
Tavsiye Et