ŞUBAT ayında Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın girişimiyle Mekke’de bir araya gelen Hamas ve el-Fetih’ten yetkililer, Filistin’de ulusal birlik hükümeti kurulmasını öngören anlaşmayı imzaladı. Başarıya ulaşsın veya ulaşmasın Mekke Anlaşması, Filistin davasının yeni bir tarihî dönemece girdiğini ilan etmesi bakımından büyük önem taşıyor. Zira bu anlaşmayla Hamas’ın “yeni bir siyasi dil” benimsediği tüm dünyaya ilan ediliyor.
Kazanan da Yok, Kaybeden de!
İşgal altındaki topraklarında onlarca kişinin ölümüne sebebiyet veren kardeş kavgasına sahne olan Filistin’de son dönemde yaşanan gelişmeler, uluslararası camianın Filistin’in şanlı davasına duyduğu eski saygıyı yitirmesine yol açtı. İslam dünyasının gönlünde mutena bir yere sahip Mekke şehrinin, akan kardeş kanını durduracak bir ittifaka ev sahipliği yapması için seçilmiş olması ise bu açıdan oldukça önemliydi.
Anlaşma şartlarını ve bunun sonucunda kimin siyasi zafer elde ettiğini ya da hangi tarafın daha çok ödün verdiğini tartışmadan önce şunu belirtmeliyiz ki; Mekke Anlaşması’nın imzalanmasıyla başta ABD olmak üzere demokrasi havariliği yapan tüm uluslararası güçlerin maskeleri bir kez daha düştü. Zira Hamas, -halkın büyük çoğunluğunun teveccühünü kazanarak seçimlerden zaferle çıkmasına rağmen- bir yılı aşkın bir süredir türlü desiselerle başarısız(!) hale getirilen bir iktidar deneyimi ve iç çatışmalar sonrasında yönetimi başkalarıyla paylaşmak zorunda bırakıldı.
Anlaşmaya ev sahipliği yapan Suudi Arabistan hükümeti ve diğer tarafların amaç, beklenti ve kazanımları meselesine dönersek; Suud hükümeti, Mekke buluşmasına ev sahipliği yaparak öncelikle son dönemde Hamas’la oldukça yakın ilişkiler kuran İran’ın bölgedeki nüfuzunu azaltmayı ve Arap âlemini ilgilendiren meselelerde inisiyatifi ele almayı amaçlıyor. Böylece topraklarında bulunan kutsal mekanlardan ötürü Sünni dünyanın en güçlü temsilcisi konumundaki Suudi Arabistan, Ortadoğu’daki ağırlığını kabul ettirmeyi de garantilemiş oluyor.
Yolsuzluk iddiaları ve başarısız barış süreciyle halkının ve dünya kamuoyunun önünde zor duruma düşen el-Fetih kadroları ise, tekrar yönetim içerisinde yer alarak kaybettiği popülaritesini geri almanın yollarını arıyor. Yine el-Fetih’in, dışarıda duran grupların FKÖ bünyesine alınması için gereken sürecin başlatılmasına onay vermesi de yakın gelecekte Filistin siyasetinin hareketleneceği yorumlarına neden oluyor.
Hamas yetkilileri ise Mekke ittifakı vasıtasıyla Arap yönetimleri ile mevcut zayıf ilişkilerin geliştirilmesi için önemli bir fırsatın yakalandığını düşünüyor. Hamas, ABD ile yakın münasebetleri bulunan Suudi Arabistan’ın hem Washington hem de bölge ülkeleriyle ilişkilerde bir köprü vazifesi görebileceğini umuyor. Nitekim Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Prens Bender bin Sultan’ın böylesi bir anlaşmanın baş mimarı olması, bunun ABD icazetiyle meydana geldiğini akıllara getiriyor.
Anlaşma şartlarına göre dışişleri, içişleri ve maliye bakanlıklarının el-Fetih hareketine yakınlığıyla bilinen bağımsız milletvekillerine teslim edilmesi her ne kadar Hamas’ın aleyhine gibi görünse de parti yetkililerinin böyle bir yöntemi İsrail ve dolayısıyla ABD ile daha fazla sürtüşme yaşanmaması için benimsedikleri tahmin ediliyor. Nitekim uluslararası alanda süregelen politik ve ekonomik boykotun kaldırılması, kurulacak yeni hükümetin öncelikle her iki ülke tarafından tanınmasını gerektiriyor. Hamas’a verilen dokuz bakanlığın halkla birebir temas halindeki bakanlıklar olması da en büyük gücünü halktan alan Hamas’ın gözünün Filistin sokaklarında olduğunu gösteriyor.
İttifak bu yönüyle yönetimin taraflar arasında pay edilmesinden başka yeni bir şey getirmiyor. Mekke görüşmelerinde varılan sonuçlar, bağımsızlık için kapsamlı ulusal bir ortak proje geliştirmekten ziyade, diğer Filistinli grupları dışarıda bırakan ikili bir yönetimi paylaşma anlaşmasından ileri gitmiyor.
Kutsala Saldırı
Diğer yandan Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı Halid Meşal’in geçmiş hükümetlerin İsrail’le yaptığı anlaşmalara ‘bağlı’ değil, ‘saygılı’ olacaklarını bildirmesi ve hareketin yeni bir siyasi dil benimsediğini söylemesi ise anlaşmaya damgasını vuran belki de en önemli açıklamaydı. Parlamento seçimlerine katılarak zaten ılımlılaşmanın ve yeni bir siyasi dili benimsemenin ilk adımlarını atan Hamas’ın bu açıklamayla, ideolojisi ve politikası hangi yönde olursa olsun siyasi sürece entegre olmanın ilk sinyallerini verdiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Mekke’de olan biteni Suud’un Camp David’i olarak niteleyen İsrailli yorumcular üstü kapalı da olsa işte tam da bu gerçeğe işaret ediyorlar.
Reelpolitik ile seçmenlerin talepleri arasında sıkışıp kalan Hamas hareketinde ibrenin hangi yöne kayacağını ise zaman gösterecek. Bu bağlamda anlaşmanın, Hamas’ı içinde bulunduğu siyasi zorunluluklar dolayısıyla değişip dönüşmeye zorlayacak ya da parti içerisinden kopuşların yaşanmasına neden olabilecek ciddi tuzaklar içerdiği de bir gerçek.
Mekke’de durum böyleyken İsrail buldozerleri, Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa çevresinde sözde Süleyman Heykeli (Siyon Mabedi)’ni bulmaya yönelik olarak yaptığı kazılarla bir bakıma cami ile birlikte henüz mürekkebi kurumamış anlaşmanın da altını oymakla meşguldü.
İsrail içerisindeki bazı çevreler kazı çalışmalarının Filistinlileri tekrar bir araya getirdiğini ve iç savaşın eşiğindeki halka silkinme fırsatı verdiğini iddia ederek, Olmert hükümetini zamanlama konusunda hataya düşmekle suçladı. Oysa aslında hükümetin tersine tam da bu zamanda Müslüman kamuoyunu ayağa kaldıran çalışmalara hız vermesini planlı bir projenin hayata geçirilmesi olarak okuyanlar da mevcut. Bazı gözlemciler bu çalışmaların amacının Filistinlileri başka seçenekleri olmadığına ikna ederek ulusal birlik hükümetini İsrail ve ABD şartlarına göre oluşturmaya zorlamak olabileceğini iddia ediyor. Bunun neticesinde, önceden altına imza koyduğu temel ilkelerinden ödün verdirerek Hamas’ı, İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesini de içeren siyasi sürecin içerisine çekmeye yönelik bir planın hayata geçirilmeye çalışıldığının da altı çiziliyor.
Teknik Heyet İsrail’i Karıştırdı
Öte yandan 15 Şubat tarihinde İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in Türkiye’ye yaptığı ziyarete Haremü’ş-Şerif’teki kazı çalışmalarının gölgesi düştü. Kazıların Mescid-i Aksa’ya zarar vermediğine ikna etmek amacıyla çalışmaların fotoğrafları gösterildiyse de Erdoğan, bu konuda tatmin olmadığını ifade etti. Böylece taraflar, kazı çalışmalarını yerinde incelemek üzere Türkiye’den bir teknik heyet gönderilmesi konusunda uzlaştılar.
Olmert’in Türk heyetinin Haremü’ş-Şerif’te inceleme yapmasına onay vermesi, İsrail Parlamentosu’nu karıştırdı. Karar, İsrail gazetelerinde diğer Arap ve İslam ülkelerinin İsrail’in içişlerine karışmasına kapı aralayacağı iddia edilerek eleştirildi.
Paylaş
Tavsiye Et