Rus Basını
Çeviri: Vügar İmanbeyli
Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in ABD ziyareti sırasında İran’a yönelik eleştirel beyanları, Batılı ülkeler ve İsrail basınında şaşkınlık ve memnuniyetle karşılandı. Medvedev, Washington’da, İran’ın birtakım problemler çıkardığını ve mevcut sorunları görmezden geldiğini itiraf etti. İran’ın nükleer isteklerine Rusya’nın göz yumduğunu ileri sürenlere bundan daha iyi bir cevap olabilir mi?
Mesele şu ki, Rusya’nın Batılı partnerlerinden bazıları, İran üzerindeki Rus etkisini var olandan daha fazla görme eğilimi içerisinde. ABD Başkanı Barack Obama’nın 17 Eylül 2009 tarihinde Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne Amerikan füze savunma sistemlerinin yerleştirilmeyeceğini beyan etmesine mukabil Rusya’nın da İran’ı (nükleer) silahlardan arınmaya ikna etmesi gerektiği şeklinde ABD ve Batı Avrupa’da söylentiler dolaşmaya başladı. Polonya gazetelerinden biri, durumu kısa ve öz olarak, Moskova “Ortadoğu’daki müttefikini teslim etmeyi vaat etti” şeklinde ifade etmişti. Ve 17 Eylül akabinde bu konuda ciddi herhangi bir gelişme yaşanmadığında da, Batı’daki birçok basın-yayın organı, bu sefer de Rusya’ya kırgınlıklarını şu sözlerle dile getirdiler: “Moskova, Washington’ın tavizlerine gereken karşılığı vermiyor.”
Maalesef bu algılamalar ve kırgınlıklar, gerçeklikler üzerine temellendirilmedi. İran hiçbir zaman “bizim” olmadı ki, onu birilerine “teslim” edelim. Kaldı ki 1979’da kurulduğundan beri İran İslam Cumhuriyeti’nin temelinde, başta kendi toprakları üzerinde olmak kaydıyla, büyük devletlerin tüm “nüfuz alanları”nı reddetme düşüncesi yatıyor.
Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği’nin kapalı olduğu, İran devletinin mal varlıklarının otuz yıldan fazla bir süredir Amerikan bankalarında bloke edildiği, ayrıca İran ile Batı Avrupa devletleri arasında zaman zaman yaşanan diplomatik sorunlar göz önüne alındığında, Rusya’nın İran ile ilişkileri aslında hiç de fena sayılmaz. Fakat İran’ı Rusya’nın “müttefik”i, hatta “kukla”sı addetmek kesinlikle doğru değil. Buna sadece, Rusya’yı -İran’ın nükleer programı da dâhil- dünyadaki tüm kötülüklerin sebebi olarak gören (Batı’daki) Rus karşıtı basının bayağı propagandasının etkisine kapılmış olanlar inanır.
Elbette ki dünyanın diğer tüm ülkeleri gibi Rusya da İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını istemiyor. Bununla beraber Rusya, İran’a karşı, Obama’nın selefi George W. Bush’un 2003 yılında Irak’a yaptığı gibi bir “önleyici savaş”ı da istemiyor, ki bilindiği üzere bu savaş, Saddam Hüseyin’in nükleer silahlara sahip olduğu iddiasına dayandırılarak meşrulaştırılmıştı.
İran’a yapılacak herhangi bir müdahale, Rusya için Irak’a yönelik operasyondan daha kötü sonuçlara yol açabilir. Birincisi İran, Irak’tan farklı olarak, eski Sovyetler Birliği ülkelerinin sınır komşusu. İkincisi İran’da sayıları milyonları aşan Azeri azınlık mevcut. Bu çerçevede, Azerbaycan’ın “cephe”ye komşu olan bir ülkeye dönüşmesinin ve istikrarının bozulmasının Rusya için ne tür tehditler doğuracağını izah etmeye gerek bile yok. Bununla birlikte Moskova, son zamanlarda Rusya’yı düşman olarak görmeyi reddeden ve ülkemize karşı sağduyulu, pragmatik bir yaklaşım sergileyen Obama yönetimine, itibarını “muhafaza etmesi” için bir şans verebilir.
Bilindiği üzere Rusya ile ilişkiler, Obama’nın bir miktar ilerleme kaydettiği ve bu sebeple övünebileceği birkaç alandan biri. Diğer önemli alanlarda ise durum oldukça kötü. ABD Başkanı’nın Ortadoğu’da İsrailliler ile Filistinlileri barıştırma girişimleri, Obama ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu arasında, kötü bir şekilde örtbas edilen bir uzlaşmazlığa neden oldu. ABD’den Afganistan’a peyderpey gönderilen yeni askerî birlikler, Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai ile açık tartışmayı önlemeye yetmedi. Gerçi Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın uyarısı üzerine Karzai, ABD aleyhine yaptığı sert eleştirileri geri çekse de, Afganistan Cumhurbaşkanı’nın Washington ile ilişkilerinin eskisi gibi süt liman olması pek mümkün görünmüyor.
Pek çok Amerikalı ve Doğu Avrupalı “şahin”in görüşünün aksine Rusya, Obama’nın uluslararası ilişkileri istikrara kavuşturma ve şiddetten arındırma çabalarının akamete uğramasını istemiyor. İşte Medvedev’in İran sorunuyla ilgili şu ifadelerini bu çerçevede değerlendirmek gerekir: “Tabii ki yaptırımların kabul edilmesini arzu etmem, ama bir zaman gelebilir ki bunlar kaçınılmaz olabilir.” Hatırlatalım ki geçen sene Obama’nın İran halkına hitabı da yukarıdaki formülle uyum içerisindeydi. Obama, İran halkına şöyle seslenmişti: “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndaki yükümlülükleri yerine getiriniz. Aksi halde, önlemler almak zorunda kalacağım bir dönem gelebilir.”
Sonuç olarak, Rusya kimseyi teslim etmiyor ve kendi kendine yeni bir şey de icat etmiyor. Rusya sadece dünya ile birlikte hareket etmeye çalışıyor.
* Dmitri Babiç, RİA Novosti Haber Ajansı yorumcusudur.
Tavsiye Et
Amerikan Basını
Çeviri: Burcu Anatay
Wall Street Journal gazetesi 21 Nisan’da, ABD’nin, İran’ın sözde nükleer silah kapasitesini geliştirme girişimlerini “durdurma” yönündeki diplomatik çabalarında “başarısız” olması halinde, İsrail’in muhtemelen İran’a karşı “kendi başına” bir saldırı düzenlemeyi planladığı şeklinde bir haberi manşet ten yayınladı.
İran’ın nükleer bomba yapmaya ve hatta nükleer malzeme elde etmek için uranyum saflaştırmaya çalıştığına dair güçlü bir delil olmadığı gerçeği bir yana, gazete, haberinde hayati bir noktayı görmezden geldi: İsrail, başlıca silahları olan F-15 ve F-16 savaş uçaklarını, ABD’nin malzemeleri ve yedek parçaları sayesinde temin edebildiği ve uçurabildiği için, İran’a “kendi başına” saldıramaz. İsrail’in bütün savaş makinesini büyük ölçüde ABD finanse ediyor ve silahlandırıyor. İsrail’in hiçbir askerî faaliyeti, ABD’nin tam desteği olmaksızın gerçekleştirilemez ve bunun aksini söylemek açıkça kamuoyunu yanıltmak olur.
Terry Gross’un National Public Radio’-daki en popüler iş olduğuna inandığım “Fresh Air” programında yaptığı bir röportaj, Amerikan medyasındaki bir diğer savaş kışkırtıcılığı örneğiydi. 20 Nisan’daki “Fresh Air”de, New York Times gazetesinin savaş muhabiri Dexter Filkens ile bir röportaj gerçekleştirildi. Irak Savaşı, özellikle de ABD’nin Irak’ın Felluce kentine yönelik şiddetli saldırısı ile ilgili yaptığı haberlerle sivrilen ve genel itibarıyla harika bir muhabir olan Filkens’ın programda, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’dan teklifsizce “Amerika’nın baş düşmanı” olarak bahsettiğini duydum. Muhtemelen -ve umuyorum gerçekten de öyledir- Filkens burada ironi yapıyordur. Fakat Terry Gross da İran Cumhurbaşkanı’nın böyle nitelendirilmesine hiçbir yorum yapmadan izin verdi.
Amerika’nın baş düşmanı? Gerçekten mi? Hangi gerekçeyle?
Sahiden, İran kendini Amerika’nın baş düşmanı yapmak için ne yaptı? Irak’ta, ABD’nin de desteklemiş olduğu Şiilerin liderliğindeki aynı hükümeti destekledi ve işin gerçeği Irak’ın bugünkü istikrarı büyük oranda İran’ın yaptıkları sayesindedir. ABD’nin Afganistan’ı işgalinin ilk dönemlerine ve İranlıların hiçbir zaman hoşlanmadıkları Taliban’ı devirmesine de önemli bir yardım sağladı.
İster şirketlere bağlı isterse kâr amacı gütmeyen olsun, Amerikan medya kuruluşlarında nedense asla yer almasa da, İran’ın tarihsel olarak saldırgan, genişlemeci bir devlet olmadığının mutlaka belirtilmesi gerekir. Petrol rezervleri ve nüfusu sayesinde Ortadoğu’nun en büyük ve en güçlü ülkelerinden biri olmasına rağmen İran, 18. yüzyıldan beri bir başka ülkeyi işgal etmedi ve bugün de bir başka ülkeyi işgal etmeyi planladığına dair herhangi bir belirti yok.
Nükleer güce sahip olan bir İran’ın, İsrail gibi elindeki tahminen 200 kadar yüksek seviyeli nükleer silahla Ortadoğu’daki yegane nükleer güç olan ve birinci sınıf füze fırlatma sistemleri ile süpersonik bombardıman uçakları bulunan bir ülkeye saldırı düzenleyeceği fikrine nükleer silah uzmanları bile gülüyor. İran için İsrail’e nükleer bomba atmak, ulusal bir intihar eylemi olacaktır ve terörist bireyler kendilerini öldürebilirlerse de uluslar intihar etmezler. Uluslar yanlış hesap yapıp yıkıcı sonuçlarla yüz yüze kalabilirler; fakat kasıtlı olarak kendi kendilerini kurban etmezler. Ama bunların hiçbiri, ABD destekli İsrail ya da doğrudan ABD tarafından başlatılacak bir savaş için davul çalmayı sürdüren Amerikan medyasında kendine bir yer bulamıyor.
Medyanın büyük kısmı, İran’ın bir yıl içinde “bomba yapabilecek seviyede uranyum üretebileceği” şeklinde haberler yapıyor. Ve bunu yaparken de, ülkenin bahsi geçen türde bir niyeti olduğunu gösteren herhangi bir delilin bulunmadığına (zira İran bu türden planları olmadığında ısrarlı) hiç değinmiyor. Savunma Bakanlığı ile CIA kaynaklarına dayandırılan ve İran’ın üç ya da dört yıl zarfında bir bomba geliştirebileceğini söyleyen “uzman”ların görüşlerine de yer veren bu haberler, İran’ın böyle bir eylemi denemeyi bırakın düşündüğü hakkında dahi bir kanıt olmadığını eklemekte yine sınıfta kalıyor.
İran hâlâ ısrarla Amerika’nın “düşmanı”, hatta “baş düşmanı” olarak gösteriliyor. Kaldı ki “baş düşman” terimi, İran’ın Irak ve Kuzey Kore ile birlikte üç uluslu “Şer Ekseni”nin bir parçası olduğu tarzındaki eski Başkan George W. Bush ile eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin iddiasına kadar dayandırılıyor. İran’ın Amerika’nın baş düşmanı olduğu iddiası, yapısı itibarıyla dahi gülünç. Burada Finlandiya büyüklüğünde bir ekonomisi olan üçüncü sınıf bir ülkeden ve toplam bütçesi sadece 4,8 milyar olan üçüncü sınıf bir ordudan bahsediyoruz. İran’ın ABD’ye saldırma imkanı olmadığı gibi, Irak ve Afganistan’daki Amerikan güçlerini tehdit etme imkanı da oldukça sınırlı.
Amerikan medyasında İran hakkında yapılan haberleri okumak ve izlemek bana, Çin’de yaşadığım sırada Çin devlet medyasındaki Tayvan ile ilgili haberleri okumaktan daha fazlasını hatırlatmıyor. Çünkü her ikisi de patetik ölçüde anlamsız paranoya ve boş tehditlerden ibaret. Ancak en azından ortalama bir Çinli vatandaş, çok fazla propagandaya maruz bırakıldığını ayırt edecek kadar sağduyu sahibiydi. Amerikalılar ise sık sık yaptıkları gibi, İran hakkında okudukları ve izledikleri her türlü çöpü almaya hazır görünüyorlar. İran’ın dünya üzerinde nerede bulunduğunu gösteremeyecek veya bu ülke hakkında size muhtemelen Müslüman olduğu dışında hiçbir şey söyleyemeyecek olsalar da; hiçbir eleştiri yapmaksızın onun “baş düşmanımız” olduğunu kabul edebiliyorlar.
* Philadelphia’da yaşayan bir gazeteci ve köşe yazarı olan Dave Lindorff’un yayınlanmış birçok kitabı bulunuyor. Lindorff’un çalışmalarına www.thiscantbehappening.net adresinden ulaşılabilir.
Tavsiye Et