Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Arjantin’de bitmeyen tango
Ebru Afat
2001 YILINDA tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşayan ve sokaklara dökülen halkın günlerce süren protestolarına sahne olan Arjantin’de, dünya siyaset tarihine geçen devlet başkanlığı seçimlerinden sonra, yeni ve zorlu bir dönem başladı. 19 ve 20 Aralık 2001’de boş tencereler ile kapaklarını birbirine çarparak sokaklara dökülen ve politikacılara “Que se vayan todos” (Herkes gitmeli) diye haykıran Arjantin halkında bu seçimler aslında çok da büyük bir heyecan dalgası uyandırmamıştı. Seçimlerin 27 Nisan’da yapılan ilk turunda, Peronist Parti’nin sağ kanadının adayı olan devlet eski başkanı Carlos Saul Menem oyların %24’ünü alırken, Peronist Parti’nin sol kanadı tarafından aday gösterilen Nestor Kirchner oyların %22’sini elde etmişti. Peronist hareket, ilk defa olarak birden fazla aday çıkarmasına rağmen, Arjantin’in siyasi tarihindeki yerini korumayı başarmıştı. En çok oyu alan iki aday arasında çok az bir fark olduğu için ülke tarihinde ilk kez seçim sonuçlarını 18 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur oylaması belirleyecekti. En yakın rakibinden sadece 2 puan fazla oy almış olmasına rağmen Menem, zafer kazandığını ilan etmişti ve ikinci turun galibi olacağından da emindi. Ancak ikinci tur yaklaştıkça, yapılan kamuoyu yoklamaları işlerin hiç de Menem’in istediği gibi gitmeyeceğini gösterdi. Menem’i 2001’de yaşanan krizin sorumlusu olarak gören Arjantin halkının Kirchner’e verdiği destek %63’e kadar yükselmişti. Şimdiye kadar hiç seçim kaybetmeyen 72 yaşındaki Menem, çanların bu sefer kendisi için çaldığını fark edince, kaybetmeyi göze alamadı ve yarıştan çekildi. Menem’in çekilmesi üzerine seçimin ikinci turunun yapılmasına gerek kalmadı ve 53 yaşındaki Nestor Kirchner, seçimlerin galibi ilan edildi. Kirchner 25 Mayıs’ta, aralarında Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez ile Küba Devlet Başkanı Fidel Castro’nun da bulunduğu Latin Amerika ülkelerinin devlet başkanlarının katıldığı bir törende yemin ederek görevine başladı.
Suriye göçmeni bir aileden geldiği için El Turco lakabıyla anılan Menem’in yönetiminde geçen 1989-1999 yılları, onun uyguladığı ultra-neoliberal politikaların faydalarını gören üst-orta ve üst sınıflar açısından Arjantin’in altın dönemiydi. 1983 yılına kadar 6 defa askeri darbe yapılan Arjantin’de, 1976-1983 yılları arasındaki askeri diktatörlük döneminde yaşanan “Kirli Savaş”ta binlerce genç muhalif getirildikleri ölüm kamplarında ortadan kaybolmuştu. Arjantin ha1kına yaşananları unutturmak için 1982’de İngiltere’ye karşı başlatılan Falkland (Malvinas) Savaşı da Arjantin’in yenilgisiyle sonuçlanmıştı. 1983’te demokratik düzene geri dönülmesinden sonra da işler pek iyi gitmedi. Menem 1989’da iktidara geldiğinde yıllık enflasyon oranı %3000’ler seviyesindeydi. Menem’in iktidarında Arjantin yabancı sermayeye kapılarını ardına kadar açtı, kamu teşekküllerinin büyük bir kısmı özelleştirildi ve enflasyonu dizginlemek için Arjantin pezosunu Amerikan dolarına indeksleyen Para Kurulu Sistemi’ne geçildi. Bu politikaların sonucunda Arjantin’de halkın refah düzeyi yükselmeye başladı. 1994’te yıllık enflasyon oranı %2’ye indi ve büyüme hızı artmaya başladı. Ancak bu parlak tablo buzdağının sadece görünen yüzüydü. IMF destekli bu politikalar yüzünden binlerce insan işsiz kalmıştı. Amerikan Merkez Bankası 1994 yılında faiz oranlarını yükseltmeye başlayınca ve bunu takiben Meksika’da (1994-95), Asya’da (1997-98), Rusya’da (1998) ve Brezilya’da (1999) yaşanan mali krizlerin küresel ekonomide yol açtığı depremin artçı şokları Arjantin ekonomisinin çürük temellerini sarsınca ülke büyük bir kaosun içine düştü. 2000 yılının sonunda Arjantin devleti, 95 milyar doları bulan dış borçlarını ödeyemez hale geldi ve ülkedeki kur sistemi çöktü. Menem’in ardından 1999 yılında devlet başkanlığı görevini devralan Fernando de la Rua, IMF destekli politikalara ve yabancı sermayeye cephe alan Arjantin halkının 19-20 Aralık 2001’deki kitlesel gösterilerinden sonra iktidarı terk etmek zorunda kaldı. Rua’dan sonra başkanlık koltuğuna oturan Adolfo Rodriguez Saa ise sadece bir hafta görevinde kalabildi. Ocak 2002’de Kongre tarafından geçici devlet başkanı seçilen Eduardo Duhalde, ülkeyi seçimlere hazırlamaya başladı. 
Küreselleşme karşıtı uluslararası hareketler tarafından neo-liberalizme karşı başlatılan ilk ulusal devrim olarak kabul edilen Aralık 2001’deki olaylardan sonra Arjantin halkı, krizin üstesinden gelmek için alternatif yöntemler arayışına girdi. 19-20 Aralık’ta anayolları (piquetes) birlikte tutan işsiz aileler, alt sınıflar ve gençler, eski bir gelenek olan halk meclislerini işyerlerinde, okullarda ve üniversitelerde yeniden hayata geçirdi. Sokak köşelerinde bir araya gelen komşular, ülke çapında yüzlerce halk meclisi oluşturdu. Bu halk meclislerinden meydana gelen ve piquetero olarak anılan organizasyonlar tarafından, değiş tokuş yönteminin kullanıldığı alışveriş kulüpleri, sağlık ocakları ve aş evleri kuruldu. Kriz yüzünden kapanan 200 fabrikanın yönetimini ele alan işçiler, fabrikaları demokratik kooperatifler halinde örgütlediler. IMF ile yaptığı pazarlıklar sırasında Arjantin’in elini de güçlendiren bu hareketlerin kendileri küçük ama rüyaları büyük: Doğrudan, merkezi olmayan ve hesap sorulabilir bir demokrasi uygulaması.
Bu şartlar altında gidilen seçimlerden, IMF destekli ekonomi politikalarını ve özelleştirme programını eleştiren, IMF ile sıkı pazarlık yürütülmesini isteyen ve kaynakların öncelikli olarak kamu yararına kullanılmasını savunan Kirchner’in zaferle çıkması pek de şaşırtıcı değildi. Arjantin’in güneyindeki Patagonya eyaletine bağlı Santa Cruz kentinin 12 yıl boyunca valiliğini yapan Kirchner, devlet başkanlığı seçimlerinde aday olmadan önce ülkesinde neredeyse hiç tanınmıyordu. 19’uncu yüzyılda İsveç’ten Arjantin’e göç etmiş bir aileden gelen Kirchner, 1982’deki Falkland yenilgisinden sonra siyasete atılan genç politikacılar kuşağındandı. Kendisi de bir Peronist olan geçici Devlet Başkanı Duhalde tarafından desteklenen ve oylarının yaklaşık yarısı Peronist olmayanlardan gelen Kirchner, seçimlerinin ikinci turu yaklaştıkça seçildiği takdirde Arjantin halkına eski güzel günlerini yeniden yaşatacağını iddia eden Menem karşısında kamuoyunun güvenini kazanmayı başardı. 1991-1995 yılları arasında silah ambargosu uygulanan Hırvatistan ile Ekvator’a 6.500 ton silah satan bir şebekenin lideri olmakla suçlandığı için 2001 yılında 5 ay boyunca evinde göz hapsinde tutulan ve halen de tutuksuz olarak yargılanan Menem, Arjantin halkına artık ne güven ne de umut verebiliyordu. Bu durumda Kirchner’e, dış borcu 141 milyar dolara çıkan ve işsizlik oranı %24’lere dayanan bıçak sırtındaki bir ülkenin devlet başkanı olmak düştü.
Latin Amerika’da 1998’de Venezüella devlet başkanlığına Hugo Chavez’in seçilmesiyle başlayan ve 2003 başında Inacio Lula da Silva’nın Brezilya devlet başkanı olmasıyla devam eden süreç, Nestor Kirchner’in Arjantin’in başına geçmesiyle birlikte yeni bir ivme kazandı. Yemin töreninde yaptığı konuşmada, gittikçe artan yoksulluğun ve sonu gelmeyen dış borçların 1990’lar boyunca izlenen IMF politikalarının eseri olduğuna değinen Kirchner, kısa süre içinde attığı cesaretli adımlarla Arjantin halkını ve dünyayı şaşkına çevirdi. Orduda, poliste ve istihbarat servislerinde geniş çaplı bir temizlik harekatına girişen Kirchner, başta “Kirli Savaş”a katılanlar olmak üzere, çok sayıda üst düzey yetkiliyi ya istifa etmek zorunda bıraktı ya da görevden aldı. Daha sonra yargı sistemine al attı ve Kongre’ye “kişisel ya da kurumsal çıkarları uğruna ulusun hükümetini rehin alan Yüksek Mahkeme yargıçları hakkında azil sürecini başlatma” çağrısında bulundu. Arjantin’de çok güçlü bir konuma sahip olan Yüksek Mahkeme üyeleri, haklarındaki yolsuzluk soruşturmalarını durdurmak için sık sık hükümet kararlarını bozma şantajına başvuruyorlardı. Bu girişimleriyle hem halkın sisteme yeniden güvenmesini sağlayan, hem de kendi gücünü konsolide eden Kirchner, ABD’nin Latin Amerika üzerindeki siyasi ve ekonomik hakimiyetine açıkça meydan okudu. 11 Haziran’da Brezilya devlet başkanı da Silva ile birlikte, Bush yönetiminin 2005 yılında yürürlüğe girecek Amerika kıtasındaki bütün ülkelerin dahil olduğu serbest ticaret bölgesi oluşturma çabalarına karşı bölgesel ticari entegrasyona gidecek stratejik bir ittifak kurduklarını ilan etti. MERCOSUR adını taşıyan ve kısa sürede parlamentosu ile finans kurumları da oluşturulacak olan bu ticaret bloğuna Paraguay ile Uruguay hemen üye oldu. Önümüzdeki günlerde IMF ile görüşmelere başlayacak olan Kirchner’in bir sonraki adımının ne olacağı, İMF’nin baskılarına nereye kadar direneceği, pazarlıklar sırasında nasıl bir tavır sergileyeceği merakla bekleniyor.

Paylaş Tavsiye Et