Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Soydaşlık ile reel politik arasında Türkiye Azerbaycan ilişkileri
Fatma Tunç Yaşar
AZERBAYCAN’IN bağımsızlığını kazanmasıyla başlayan süreçte, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin çok yönlü bir şekilde geliştirilmesi için uygun fırsatlar oluştu. Ancak Azerbaycan’ın jeopolitik olarak çok önemli bir konumda bulunması ve Rusya, İran, Ermenistan gibi ülkelerin Azerbaycan üzerinde çıkar planları yapmaları iki ülke ilişkilerinin pürüzsüz bir şekilde gelişim göstermesini engelledi. Özellikle Rusya’nın 1993 yılında, eski SSCB coğrafyasında tek söz sahibi olması gerektiği tezini ihtiva eden “Yakın Çevre” doktrinini açıklayarak uygulamaya koyması ve bu bağlamda bağımsızlık sonrasında da Azerbaycan üzerindeki nüfuzunu koruma çabaları Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini gölgeleyen başlıca etken oldu.
Azerbaycan sahip olduğu zengin petrol ve doğal gaz kaynakları nedeniyle “Kafkasların Kuveyt’i” olarak nitelendirilmekle beraber, bağımsızlık sonrası yaşadığı iç çatışmalar, darbelerle neticelenen siyasi çekişmeler ve Ermenistan ile yaşanan problemler nedeniyle stratejik konumunun avantajlarını yeterince değerlendiremedi. Türkiye ise daha başından itibaren Azerbaycan ile yakın ortaklık ilişkileri geliştirerek, yeni bağımsızlığını kazanan Azerbaycan’ın bu zorlukların üstesinden gelmesi için başlıca destekçisi oldu. Bu bağlamda, Karabağ sorunu Türkiye’nin Azerbaycan politikasında önemli rol oynadı. Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali sonucunda ortaya çıkan bu sorun, Güney Kafkasya’da siyasi istikrarın, ekonomik gelişmenin ve bölgesel işbirliğinin önündeki en önemli engeldi ve bu sorunun çözüm sürecinde başarı sağlayacak bölgesel ya da küresel gücün Güney Kafkasya’da önemli kazanımlar elde edeceği aşikârdı. Başlangıçta, sorunun çözümüne yönelik girişimlerde öncü rolü oynayan ve arabuluculuk görevini üstlenen Türkiye çeşitli nedenlerle sahip olduğu bu ayrıcalıklı konumunu kaybetti. Türkiye’nin bu sorunun çözümüne yönelik en önemli katkısı, ABD ve Batı Avrupa nezdinde yaptığı girişimler sonucu Karabağ sorununu uluslarararası platforma taşımak oldu. Dönemin Azerbaycan yönetiminin Türkiye’ye karşı duruşu şüphesiz bunda belirleyici rol oynadı. Nitekim, Türkiye-Azerbaycan ilişkileri bağımsızlıktan bugüne, mevcut Azerbaycan yönetiminin ve özellikle de liderlerinin Türkiye ya da Rusya ile ilişki kurma noktasındaki tercihine göre farklı düzeylerde seyretti.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olan ve Rus yanlısı politikarıyla bilinen Ayaz Mütellibov, Türkiye ile yakın ilişkiler kurmaktan kaçındı. Ancak Milli Meclis’in baskıları sonucunda istifa etmek zorunda kalan Mütellibov’un ardından demokratik seçimlerle başa gelen Ebulfeyz Elçibey döneminde ABD-İngiltere-Türkiye etkisiyle oluşturulan Azerbaycan dış politikasında Rusya’dan giderek uzaklaşma eğilimi baş gösterdi. Elçibey yönetimi Türkiye ile yakınlaşmayı dış politikasında öncül olarak belirledi. Bu dönemde imzalanmaya başlanan anlaşma ve protokoller, iki ülke arasındaki ilişkilerin çok yönlü olarak geliştirilmesi ve derinleştirilmesi için güvenilir bir yasal zemin hazırladı. Öte yandan ortaya çıkan bölgesel çatışmalar ve Karabağ sorununun gelişimi Türkiye’nin Kafkasya’ya bakışını yeniden şekillendirdi. Başlangıçta tarihî ve manevî değerler noktasından hareketle duygusallığın hakim olduğu ilişkiler, zamanla yerini daha rasyonel ve pragmatik ilişkilere bıraktı. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Azerbaycan ve Türkiye’nin ortak çıkarları doğrultusunda belirlendiğini iddia ettiği Türkiye’nin Karabağ politikasını “soğukkanlı ve akılcı” olarak nitelendirmekte sakınca görmedi. Ancak oldukça hassas ve toprak bütünlüklerinin söz konusu olduğu bir konuda Türkiye’den beklediği desteği göremeyen Azeriler hayal kırıklığına uğradılar ve Azerbaycan hükümeti ateşkes için Moskova’ya başvurdu. Bu olay, Türkiye’de şok etkisi yaratırken, diğer taraftan da Azerbaycan’ın yeniden Rus etkisine girmesi olarak yorumlandı. Ermenistan’ın çıkarlarını gözeten ABD’nin hışmına uğramaktan korkan Türkiye’nin izlediği bu sözde rasyonel statükocu politika, onu sorunun çözümünde saf dışı bıraktı.
Elçibey’in Rusya’nın desteğiyle gerçekleşen bir darbe ile görevden alınmasının ardından devlet başkanlığına gelen Haydar Aliyev önce tamamen Rusya yanlısı, daha sonra dengeli olmakla beraber yine de Rusya’nın çıkarlarını önemli ölçüde dikkate alan bir politika izlemeye başladı. Dış ilişkilerde ülkeler arası denge unsurunu başarılı bir şekilde uygulayan Aliyev, Azerbaycan’ın en önemli sorunu olan Karabağ’da hem Batı’nın hem de Moskova’nın desteğini sağlamaya çalışarak, Rusya’yı bölgede önemli bir aktör olarak kabul ettiğini gösterdi. Ancak böyle önemli bir konuda istediği konumu elde edemeyen Türkiye, durumu saf dışı bırakılmak şeklinde yorumladı ve ilişkilerde göreceli bir gerileme yaşandı. Bununla beraber, kısa süre sonra Aliyev, çeşitli düzeydeki Rus makamları ile temasların yanında, Batılı petrol şirketleri ve yetkilileriyle de yeniden temaslara geçti. Bu dönemde Azerbaycan’ın Batı’ya açılmasında Türkiye öncü rol üstlendi. Azerbaycan’ın Batı’ya açılarak Batılı petrol şirketleriyle anlaşmalar yapması, Batı’nın müttefiki ve NATO’nun üyesi olan Türkiye’nin çıkarlarına da uygundu. Batılı petrol şirketlerinin Hazar’daki nüfuzunun Rusya aleyhine artması, Türkiye’nin de istediği bir durumdu.
Türkiye, Azerbaycan’ın diğer Orta Asya Cumhuriyetleri ve Gürcistan’la da ilişkilerini iyileştirmesinde öncü bir rol üstlendi. Örneğin 1993’ten itibaren Türkiye’nin liderliğinde altı defa toplanan Türk Devletleri Zirvesi’nde, devlet başkanlarının yaptıkları görüşmeler ilişkilerin iyileşmesinde önemli rol oynadı. Türkiye son olarak, Moskova-Tahran-Erivan jeopolitik kuşatması altında bulunan Azerbaycan’a, Azerbaycan-Türkiye-Gürcistan arasında düzenlediği TAG Zirvesi ile yeni alternatifler için öncü olabileceğini gösterdi.
Dönem dönem ortaya çıkan pürüzlere rağmen Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazandığı ilk on yıl içinde büyük gelişme gösterdi. Bu dönem boyunca Azerbaycan ve Türkiye arasında çok sayıda anlaşma ve protokol imzalandı. Özellikle Elçibey yönetimi döneminde ağırlık verilen bu anlaşma ve protokollere Aliyev döneminde yenileri eklendi. Ancak büyük ölçüde Karabağ sorunu üzerinden şekillenen Türkiye’nin Azerbaycan politikası yerini petrol merkezli olarak geliştirilen bir politikaya bıraktı. Son yıllarda Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasının Bakü-Ceyhan Boru Hattı’na endekslendiğini söylemek mümkündür.
Seçimlerin süreç ve sayım itibariyle adil gerçekleşmediği yönündeki iddialar nedeniyle zaten uzun zamandır siyasi gerginlik içinde bulunan Azerbaycan, 2003 yılı ilkbaharından itibaren de devlet başkanlığı seçimine kilitlendi. 15 Ekim 2003’te yapılacağı açıklanan devlet başkanlığı seçimi öncesi gerginlik daha da tırmanırken, Temmuz 2003 sonlarına doğru Azerbaycan’da ve yabancı basında Haydar Aliyev’in öldüğü şeklindeki iddialar “Aliyev sonrası” olarak nitelendirilen süreci fiilen başlattı. 4 Ağustos’ta toplanan Azerbaycan Milli Meclisi Aliyev’in yazılı isteği üzerine Başbakan Artur Resizade’yi görevden alarak, yerine İlham Aliyev’in atanmasını onayladı. Haklı olarak muhalefetin tepkisini çeken bu gelişme doğal bir süreç olmayıp, Aliyev yönetiminin önceden tasarladığı bir süreçti. Çünkü, 24 Ağustos 2002’de yapılan halkoylaması sonucunda Azerbaycan Anayasası’nda yapılan değişiklikle, Azerbaycan Devlet Başkanı herhangi bir nedenden dolayı görevini sürdüremediği takdirde yetkilerinin Başbakana geçmesi sağlanmıştı. Oysa Anayasanın konuyla ilgili önceki maddesi, böyle bir durumda yetkilerin Meclis Başkanına geçmesini öngörmekteydi. Bu gelişme ile, İlham Aliyev’in iktidar yolu açılmış oldu.
İlham Aliyev’in anti-demokratik yollardan önünün açılması, uluslararası toplumun dikkatinin yakında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine yoğunlaşmasına neden oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimi her ne kadar Azerbaycan’ın iç siyasetini ilgilendiren bir durum olarak gözükse de, ülkede demokratik bir yönetimin bulunmayışı ve bundan önceki seçimlerde sürecin adil işlemediği yönündeki iddialar, uluslararası kamuoyunun seçimlere ilgisini artırdı. Herşeyden önce, Aliyev yönetiminin anti-demokratik uygulamaları ve muhalefeti bastırmak için kullandığı yöntem Azerbaycan’ın uluslararası arenada yalnız kalmasına neden oldu. Türkiye, bu süreçte seçimlerin azami düzeyde demokratik, adil ve özgür bir ortamda gerçekleşmesi için elinden geleni yapmalıdır. Bu bağlamda Türkiye, her hangi bir adayı desteklemekten kaçınmalı ve öncelikle demokrasiden yana tavrını ortaya koymalıdır. Sorunların tam anlamıyla çözüme kavuşturulabilmesinin yolu, demokrasinin yerleşmesinden ve uluslararası hukuk kurallarına uygun seçimlerin gerçekleştirilmesinden geçmektedir.

Paylaş Tavsiye Et