Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Rusya ve İslam dünyası
Sevinç Alkan Özcan
TARİH boyunca Slav-Ortodoks medeniyeti en çok İslam medeniyeti ile etkileşim içinde oldu. Rus stratejik zihniyetini en iyi yansıtan Avrasyacılık akımının temel referans çerçevesini oluşturan Avrasya toprakları, bu iki büyük medeniyetin karşılaştığı ve 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren de birlikte yaşadığı alanlar olarak tarih sahnesindeki yerini aldı. 19’uncu yüzyılda Rus-Ortodoks entelektüelleri tarafından Batı medeniyeti taraftarlarına karşı geliştirilen Avrasyacılık akımı, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından yeniden kabul görmeye başladı. Avrasyacılık akımına dönüş, Rusya’nın bu tarihi dönemeçte Batı medeniyetine karşı konumlanışını olduğu kadar, genelde İslam dünyasına özelde ise kendi içindeki ve “yakın çevre”sindeki Müslüman gruplara karşı nasıl bir pozisyon alacağını da belirliyordu.
Bugün Rusya Federasyonu içinde 20 milyon Müslüman yaşıyor. Sırf bu olgunun kendisi bile Rusya’yı İslam dünyasına karşı sorumlu kılmaktadır. Ancak Rusya bu sorumluluğu çatışarak bertaraf etmeyi planlıyor. Zira bugün Rusya en büyük çatışmaları Müslüman gruplarla yaşıyor. Şimdilerde hakim olan Avrasyacı görüşe göre, 1996-1999 yılları arasındaki geçici ateşkesi saymazsak, Rusya’nın 1991 yılından beri Çeçenistan’da yürüttüğü savaş, 1991’deki birinci çözülmenin sonucu olarak yaşadığı travmayı yeniden yaşamaması için gerekli bir savaştır. 1991’de yaşanan çözülmeyi başlatanlar her ne kadar Baltık ulusları olsa da, yaşanan süreçte bağımsızlığını kazananların çoğu Müslüman cumhuriyetler oldu. Dolayısıyla Rusya, genelde tüm İslam dünyasında özelde ise kendi Müslüman topluluklarında bir canlanma yaşandığının farkındadır. Avrasyacı ekolün yeniden güç kazanmasının temel nedenlerinden biri bu söz konusu canlanmadır. Bu nedenledir ki, dış politikada Rusya, Orta Asya, İran, Almanya ve Çin arasında yeni bir güç eksenini öngören Avrasyacılar, İslam unsurunun Avrasya’nın önemli bir parçası olduğunu kabul etmekte ve bu coğrafyada yaşayan Müslümanlarla ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Fakat Avrasyacıların zihninde yekpare bir İslam dünyası kavramından bahsetmek mümkün değildir. Rusya’da bu akımın önde gelen isimlerinden Aleksandr Dugin’e göre İslam dünyasının jeopolitik açıdan en faal kutupları dört ana merkez etrafında toplanmıştır: Bunlardan birincisi Vehhabilik ideolojisinin hakim unsur olduğu Suudi Arabistan, ikincisi, Şii temayüllü İran İslamıdır ki; bu İslam Dugin’e göre, Vehhabiliğin zıddına, canlıdır, vizyon sahibidir ve paradoksaldır. Üçüncü merkez Irak, Suriye, Lübnan, Güney Yemen, Mısır ve Libya’da güçlü olan ve bazılarında Baas partisiyle özdeşleşen İslam sosyalizmidir. Dördüncü merkez “aydınlanmış İslam”’dır. Bu İslam türü laik Türkiye, Mısır, Pakistan, Cezayir, Tunus ve Fas rejimleri tarafından temsil edilmektedir. Dugin bu dört merkezden Sufi-Şii çizgisi ve Arap sosyalizminin bakiyesini Avrasyacı; Suudi Vehhabiliği ve “aydınlanmış İslam”ı ise Atlantikçi, yani Amerikan yanlısı olarak niteler. Dugin’e göre Rusya, Avrasyacı kutupla ittifak yapmak zorundadır.
Rusya’da güçlü olan Avrasyacı akımın İslam dünyasına karşı aldığı bu tavırda yekpare bir İslam algısının olmadığı açıktır. Aynı şey Rusya’daki diğer hakim grup olan Atlantikçi ekol için de geçerlidir. Zira Atlantikçilerin İslam dünyası karşısındaki tutumunu belirleyen, Amerikan yanlısı çizgidir. Rusya’daki iki ana ekolün İslam dünyasına bakışındaki farklılaşmanın en net biçimde görüldüğü yer olan Kafkasya, özellikle son dönemde bu iki akımın mücadele ettiği bir bölge olarak karşımıza çıkıyor. Rusya kimi zaman Amerika’nın Azerbaycan ve Gürcistan’la olan yakınlaşmasına ses çıkarmayarak Atlantikçi ekole yakın dururken, kimi zaman bu iki ülke üzerinde siyasi, ekonomik hatta askeri baskılarını artırarak tarihi reflekslerini ortaya koyuyor.
 
Rus ve Müslüman Toplulukların Aidiyet Problemleri
Rusya’nın İslam dünyasına bakışını salt devletler düzeyinde incelediğimizde böyle bir tablo ortaya çıkıyor. Fakat bunun bir de toplumlararası boyutu vardır ki, bu da en az birincisi kadar önemlidir. Sovyet sisteminin çöküşünün Orta Asya, Kafkasya, Doğu Avrupa ve merkezî Rus topraklarında yol açtığı hızlı değişim, siyasi olduğu kadar kültürel bir dönüşüme de sebep oldu. Söz konusu bölgede yaşanan kültürel dönüşüm, başta Ruslar olmak üzere, hem Slav, hem de Müslüman gruplar için kimlik farklılaşması ve aidiyet problemlerini beraberinde getirdi. Bununla birlikte bölgedeki çözülmeyle siyasi alanda yaşanan radikal değişimin ekonomi alanında yaşandığını söylemek oldukça güçtür. Bu ülkeler Moskova merkezli tekelci bir ekonomik yapıdan kendi kendine yetebilir bir ekonomik yapıya geçme ve dünya ekonomisine eklemlenme konusunda büyük sorunlar yaşıyor. Bunlar içerisinde ekonomik problemlerin kimlik sorunlarını en fazla etkilediği ülke Rusya Federasyonu’dur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasını izleyen yılların hemen akabinde maaş ödeme problemleri, işsizlik, enflasyon ve sosyal güvenlik konularında yaşanan bunalımların Rus toplumunun derin bir kimlik krizi içine girmesine neden olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan baktığımızda, büyük bir imparatorluğun ana unsuru olarak takdim edilen Rus unsurunun hemen hemen tüm yeni cumhuriyetlerde azınlık durumuna düşmesiyle psikolojik bir travma yaşadığından söz etmek mümkündür. Zira özellikle Orta Asya ve Kafkasya için düşündüğümüzde, ‘İslam dünyası’ kavramı Sovyet sonrası dönemde -şimdiye kadar ihmal edilen- Avrasya’yı da içine alarak daha geniş bir tanıma ulaştı. Bu bölgede yeni bir kültürel canlanmanın ve milliyetçiliğin verdiği dinamizm ile Rus toplumunun yaşadığı kaybetmişlik duygusunun ve devlet eliyle güçlendirilen Rus milliyetçiliğinin karşılaştığı alanlar bölgeyi istikrarsızlaştırıcı etkenler oldu. Bu mücadelenin ortaya çıkardığı olumsuz etkiler, Rus medyasında yaratılan negatif Müslüman imajını körükledi. Ancak, bu imajın beslendiği asıl kaynak, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’da Çeçenistan özelinde yürüttüğü savaştır. 11 Eylül’den sonra dünyada oluşturulan “terör”le mücadele atmosferi de, Rusya’ya ülke içindeki otoriter eğilimlerini meşrulaştırması konusunda bir daha elde edemeyeceği kadar önemli bir fırsat sundu.
Özelde Rus medyasında, genelde ise tüm Rus toplumunda oluşturulan negatif İslam imajının (Islamophobia) Müslümanları olduğu kadar Rusya’nın geleceğini de olumsuz etkilediği açıktır. Rusya, Aleksei Malashenko gibi kendi sosyal bilimcilerinin bu konudaki uyarılarını dikkate almak zorundadır. Malashenko, oluşturulan negatif İslam imajının en azından yakın gelecekte Müslüman toplumlarla bir arada yaşayacak olan Rusya’ya ve Rus toplumuna hiçbir fayda sağlamayacağını söylüyor. Ona göre Rusya, iç siyasette İslam faktörünü her zaman hesaba katmak zorundadır. Zira Tataristan ve İnguşetya gibi otonom cumhuriyetlerde İslamî hareketler gittikçe güçleniyor. Aslında yakın dönemde Rusya’nın İKÖ’ye üyelik için yaptığı başvuru bu çerçevede değerlendirilmesi gereken önemli bir gelişmedir. Rusya’nın bu başvurusu İslam dünyası için olduğu kadar kendi Müslüman toplulukları için de önemli mesajlar içeriyor. Her şeyden önce, yapılan başvuru ABD’nin Irak’ı işgaline Rusya’nın verdiği en anlamlı cevaptır. Zira Rusya, Irak işgali sonrasında İKÖ’-nün uluslararası sistem içindeki değerinin arttığının farkındadır. Bununla birlikte Rusya’nın samimiyetini dışarıya verdiği olumlu mesaj değil, içeride Müslüman topluluklara karşı göstereceği tutum belirleyecektir.

Paylaş Tavsiye Et