Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Osmanlı Avrupa’sından azınlık coğrafyasına: Balkanlarda Türkler
Fatma Tunç Yaşar
TARİH boyunca farklı etnik, dini ve dilsel özelliklere sahip çok sayıda milletin ve kültürün buluşma noktası olan Balkanlar, Osmanlı Türklerinin bu topraklara 1350’lerde ayak basmalarından 1913’teki geri çekilmelerine kadar geçen beş buçuk asır boyunca demografik ve siyasi bir dönüşüme sahne oldu. Uzun dönemli bir yayılma politikası açısından fethedilen Balkan topraklarında yalnızca kurumsal ve idari değişikliklerin yeterli olmayacağının bilincinde olan Osmanlı yöneticileri, gönüllü göç, mecburi sürgün ve devşirme yoluyla Balkanların tedricen Türkleşmesini sağladı. Bu bağlamda, Balkanlara Türk nüfusu yerleştirme politikası 16’ncı yüzyılın sonuna kadar devam etti; yüzyıl sonunda Balkanlarda Türk nüfusun oranı %15’e ulaştı ve sonraki iki yüzyılda bu sayı daha da arttı. Avrupa’nın neredeyse beşte birini oluşturan ve “Osmanlı Avrupası” olarak nitelendirilen Balkanlar, zaman içerisinde Osmanlının Avrupa’ya açılan penceresi oldu. Ancak 19’uncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamaya başlaması ve Balkan uluslarının bağımsızlıklarını kazanmaları sonucu Balkanlarda siyasi bir varlık olarak Türk hakimiyeti sona erdi; Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk ve Yunanistan olmak üzere altı ulus devlet ortaya çıktı. Böylece, 19’uncu yüzyılın başında tüm Balkanlarda yer yer çoğunlukta olan ve bazı yerlerde de en kalabalık azınlık durumundaki Türkler, katliam ve göç sonucu sadece birkaç yerde, azınlık halde yaşamaya devam ettiler.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından Balkanlarda kalan Türk azınlıklar dolayısıyla Cumhuriyet Türkiye’sinin de bu bölgeye ilgisi devam etti. Özellikle kriz zamanları ve Türklere yönelik baskıların arttığı dönemlerde Balkanlardaki Türkler, Türkiye’nin gündemine yoğun bir şekilde girdi. Bu bağlamda, Balkanlarda en kalabalık Türk nüfusunun yaşadığı Bulgaristan’da Jivkov döneminde Türklere yönelik artan baskılar, Türkiye’nin başta Bulgaristan olmak üzere, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Balkan ülkelerine olan ilgisini artırdı.
AB yolunda emin adımlarla ilerleyen Bulgaristan’da Türklerin isimlerinin dahi değiştirildiği, Türkçe konuşmanın kısıtlandığı ve Türkçe eğitimin yasaklandığı dönemler artık geride kaldı. Bulgaristan etnik azınlıklara AB’nin öngördüğü bütün özgürlükleri tanıma yolunda kararlı adımlar atmaya başladı. Bu gelişmeden en fazla nasiplenen ise ülkenin nüfusunun %8-10’unu oluşturan ve en büyük azınlığı olan Türkler oldu. Türkler kurdukları siyasi parti (Hak ve Özgürlükler Hareketi) ile ülkenin siyasal yapısında kilit roller üstlendiler. Örneğin; ülkede Meclis Başkan Vekili, hükümetin iki bakanı ve bazı illerin valileri artık Türk. Türklerin birçok hakları 1989’dan bu yana geri verildiyse de, bunların hiçbiri apar-topar evlerinden çıkarılarak vatandaşı olarak yaşadıkları Bulgaristan’ı terk etmeye zorlanan Bulgaristan Türklerinin hafızalarından silinmedi. Bulgaristan Türkleri geçtiğimiz günlerde “eski rejimin Türklere yaptıklarının yargılanması, işlenen cinayetlerin ve kötü muamelelerin hesabının sorulması” için AİHM’ye bir başvuru daha yaptılar.
Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir diğer ülke de Yunanistan. Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesinde, Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan 30 Ocak 1923 tarihli “Mübadele” anlaşması uyarınca İstanbul’daki Rumlarla birlikte mübadele dışı bırakılan ve bugün sayıları 150 bin civarında olan bir Türk azınlık bulunuyor. Yunanistan, Lozan Anlaşması ile Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığın vatandaşlık, dil, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın yaşam ve özgürlüklerinin korunmasını, ibadet serbestliğini, dolaşım ve göç etme özgürlüğünü, yasalar önünde eşitliğini, çoğunluğun yararlandığı siyasi ve sosyal haklardan yararlanmasını kabul ettiği halde, Türk azınlığı Türkiye’nin Yunan topraklarındaki doğal uzantısı olarak görmeye ve daima potansiyel bir tehdit olarak değerlendirmeye devam etti. Batı Trakya’da yaşayan Türklere yönelik politika da doğal olarak bu algılama doğrultusunda şekillendirildi.
Bugün de Batı Trakya’da yaşayan Türkler, parlamentoda kendi temsilcilerini seçme hakkı da dahil olmak üzere diğer Yunanistan vatandaşları ile eşit haklara sahip olmalarına rağmen, Yunan yönetimi tarafından seçim zamanı gerçekleştirilen bazı uygulamalar nedeniyle siyasi iradelerini parlamentoya yansıtamıyorlar. 1990 yılında iki bağımsız Türk adayın parlamentoya girmesinin ardından uygulamaya konan yeni seçim kanunu ile Türklerin parlamentoya girmesi imkansız hale geldi. Bu kanuna göre herhangi bir aday parlamentoya girebilmek için ülke genelinde oyların en az %3’ünü almak zorundadır; ki bu oran Yunanistan’da en azından 200 bin oy anlamına geliyor. Batı Trakya’da yaşayan Müslüman-Türk nüfusun 150 bin civarında olduğu kabul edilirse, %3’lük oy oranı bağımsız bir Türk aday için imkansız gözüküyor. Nitekim 10 Ekim 1993’te yapılan erken genel seçimlerde Dr. Sadık Ahmet, Gümülcine’den parlamenter seçilmeye yetecek kadar oy almış olmasına rağmen, yeni çıkan seçim kanunu nedeniyle parlamentoya giremedi.
Yunanistan, 1999’dan itibaren bu konuda olumlu adımlar atmaya başladı; ancak gerek AB ve gerekse Batı Trakya Türkleri için atılan adımlar yeterli olmaktan çok uzaktır. AB üyesi ve azınlık haklarını AB komisyonlarında savunan Yunanistan’ın Batı Trakya’da yaşayan Türklerin haklarının geri verilmesi için çok daha somut adımlar atması gerekiyor. Öte yandan, Bulgaristan’ın Filibe kentinde, Mart 2000’de Türk-Bulgar-Yunan Dışişleri Bakanları arasında düzenlenen tarihi Balkan zirvesinde, Türklerin yoğun olarak yaşadığı iki ülke ile Türkiye’nin bir araya gelerek “Güneydoğu Avrupa’da kalıcı barış, istikrar, demokrasi ve ekonomik gelişmenin her üç ülkenin ortak hedefi olduğu”nu açıklamaları, başta Bulgaristan ve Yunanistan olmak üzere Balkanlar’da yaşayan Türkler için bir dönüm noktası ve ümit verici bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Türk nüfus barındıran bir diğer ülke olan Makedonya’dan Türklerin 1940’lardan itibaren Türkiye’ye göç etmeleri bölgedeki Türk varlığının önemli ölçüde azalmasına neden oldu. 1991 nüfus sayımına göre Makedonya’da 97 bin civarında Türk yaşamaktaydı ve bu da toplam nüfusun yaklaşık %5’ine karşılık geliyordu. Günümüzde bu sayının 80 bin civarına kadar düştüğü tahmin ediliyor. Batı Trakya’da olduğu gibi, Makedonya’da da Türkler parlamentoda temsil sorunu yaşamaktalar; nüfus içindeki yaklaşık %5’lik paya rağmen devlet kurumlarında aynı oranda temsil edilememekten şikayetçiler.
Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya dışında Arnavutluk, Sırbistan, Kosova ve Romanya’da da Türkler azınlık olarak yaşıyorlar. Bu bölgelerde Türklerin oranlarının nispeten daha az oluşu, varlıklarının ve problemlerinin göz ardı edilmesine neden oluyor. Oysa buralardaki Türkler de diğer soydaşları gibi asimilasyon ve baskı politikalarının hedefi olmaktalar. Soğuk Savaş’ın ardından rasyonel bir Balkan politikası geliştirmekte zorlanan Türkiye ise sadece kriz zamanlarında harekete geçmekte ve günübirlik politikalar üretmektedir. Türkiye’nin Balkanlar’a yönelik dış politikasında, iki coğrafyada yaşayan insanlar arasındaki ortak değerler hak ettiği yeri alamadı. Balkanlar’daki hemen her ülkede, sayıları değişmekle birlikte, Türk azınlık mevcuttur. Dolayısıyla Balkanlar, Türkiye için sadece coğrafi, siyasi, savunma ve güvenlik açılarından değil, tarihi ve kültürel miras açısından da son derece önemlidir.

Paylaş Tavsiye Et