Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Kuzey Kore'nin nükleer çalımı
Talha Köse

IRAK işgali, İran’ın nükleer programı konusunda yaşanan gerginlikler ve son Lübnan krizi ile çatışma ve kriz konularında uluslararası kamuoyunun Ortadoğu’ya odaklandığı bir ortamda, Kuzey Kore’nin nükleer silah denemesinde bulunduğunu açıklaması tüm dikkatleri Uzakdoğu’ya çekti. Kim Jong İl liderliğindeki Kuzey Kore, tüm tehdit ve diplomatik girişimlere rağmen 9 Ekim 2006’da nükleer silah denemesi yaptığını açıkladı. Soğuk Savaş’ın belki de son ve en önemli bakiyesi sayılabilecek Kuzey Kore, küçümsenmeyecek bir tehdit olduğunu böylece ortaya koydu. Son dönemde Uzakdoğu’da başka önemli gelişmeler de yaşandı: Güney Kore Dışişleri Bakanı Ban Ki-Moon’un BM genel sekreterliği görevini Kofi Annan’dan 1 Ocak 2007 itibarıyla devralmasına karar verildi; Japonya’da Shinzo Abe başbakan seçildi; Tayland’da iktidar askerî darbeyle alaşağı edildi.
Sempatik imajı ve uzlaşmacı tavırlarıyla Japon halkı ve dünya kamuoyunun sempatisini kazanan Junichiro Koizumi, başbakanlık koltuğunu daha sert ve muhafazakâr Shinzo Abe’ye devretti. Japonya’nın en genç başbakanı olan 52 yaşındaki Abe, Kuzey Kore’nin rehin tuttuğu Japon vatandaşları konusundaki müzakerelerde gösterdiği başarı ve Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda yaptıkları konusunda özür dilemeyen vakur ve milliyetçi tavrıyla Japon kamuoyunun güvenini kazandı. Dış politika konusunda şahin tavırlarıyla bilinen Abe’nin Çin ve Kore ile ilişkileri nasıl yöneteceği ise özellikle bazı çevreleri kaygılandırıyor. Kuzey Kore’nin nükleer silahlar edindiği bir ortamda asıl sorun, Çin’in Japonya’nın, silahlanmasına hız verme konusundaki taleplerine nasıl tepki vereceği. Japonya bu konuda Çin’e karşı daha uzlaşmacı bir dil kullanmak zorunda. Aksi takdirde statükoyu bozan taraf olacak. Daha sert ve milliyetçi liderlerin ve söylemlerin ön plana çıkacağı öngörülen Uzakdoğu’da önümüzdeki dönemde önemli gelişmelerin yaşanması bekleniyor. Bu noktada BM genel sekreterliğine Uzakdoğulu bir liderin getirilmesi ise ayrı bir anlam içeriyor.
BM’nin sekizinci genel sekreteri olarak atanan Güney Kore Dışişleri Bakanı Ban Ki-Moon, Burmalı U Thant’tan sonra bu göreve getirilen Asyalı ikinci lider olacak. Siyasi meselelerdeki tavrı ve ABD’ye karşı mesafeli duruşuyla dikkat çeken Kofi Annan’ın aksine, Ki-Moon’un siyasetçi kimliğinden çok, bürokrat kimliğiyle ön plana çıkması bekleniyor. Kendi döneminde “BM’nin barış operasyonlarını yaygınlaştırma, Milenyum Kalkınma Hedefleri’ne bağlı kalma, kitle imha silahları ve terörizm ile mücadele etme, AIDS gibi salgın hastalıklar konusunda önlem alma, çevresel sorunlara eğilme ve insan hakları konusunda çaba sarf etme” gibi çok bildik bir gündemi ön planda tutacağı taahhüdünde bulunan Ki-Moon’un kültürler ve dinler arası çatışmalar ve artan küresel iktisadi ve sosyal adaletsizlik konusundaki politikaları ise merak ediliyor.
Göreve geldiğinde ilk olarak Kuzey Kore nükleer sorunuyla yüzleşmek durumunda kalacak olan Ki-Moon, 1999 yılında Nükleer Testleri Önleme Anlaşması’nı hazırlayan uluslararası komisyona başkanlık etmiş ve Kuzey Kore’nin nükleer programıyla ilgili altılı müzakerelerde önemli rol oynamıştı. Bu konuda tecrübeli olan Ki-Moon’un Kuzey Kore krizini yönetme biçimi, kendi kariyeri açısından da bir test niteliği taşıyacak. Zira bu dönemde Japonya, Güney Kore ve Tayvan’ın da nükleer silah edinimi konusunda harekete geçmesi bekleniyor. Ancak bu durumun, İran’ın nükleer çalışmalarını da kolaylaştıracak olması ABD ve diğer Batılı devletleri korkutuyor. Öte yandan Uzakdoğu’nun yükselen gücü Çin’in tüm bu gelişmelere vereceği tepkiler de oldukça önemli.
Kuzey Kore’nin nükleer silahlara sahip olması beklenen bir durumdu; ancak buradaki asıl sorun silahların çılgın bir lider olan Kim Jong İl’in elinde olması. Özellikle ABD, Rusya ve Çin’in çok daha etkin silahlara sahip olduğu bir gerçek. Bu haliyle nükleer silahlar, devletler açısından caydırıcılık özelliğine sahip. Batılı devletlerin asıl korkusu ise bu teknolojinin ve silahların terör örgütlerinin eline geçmesi ve kendilerine karşı kullanılması.
Kimyasal ve biyolojik silahların üretimi ve dağıtımı çok daha kolay ve nükleer silahlar kadar öldürücü iken, nükleer silah konusunda ısrar edilmesi önemli ve dikkat çekici bir durum. Nükleer silahlar yaygınlaştıkça caydırıcılık niteliğini de kaybediyor. Bu silahlara sahip olmak daha önceleri ciddi bir psikolojik üstünlük ve güvenlik hissi yaratırken; artık düşmanların da bu silahlara sahip olabileceği düşüncesi, güvensizlik hissini beraberinde getiriyor. Kuzey Kore gibi dünya ekonomisi ve siyasetinin periferisinde ülkeler nükleer silahlar edinerek dünya siyasetindeki ağırlıklarını artırıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeninde savaşın galiplerine, BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliği ve nükleer silahlara sahip olma ayrıcalığı gibi birtakım öncelikler sağlanmıştı. Küresel apartheid rejimi olarak nitelenen bu ayrıcalıkların ortadan kalkmaya başlaması, özellikle bu ayrıcalıklardan faydalanan tarafları kaygılandırıyor. Zira sadece kendilerinin tehdit edebildiği bir ortamda, diğer tarafların benzer enstrümanlara sahip olma avantajlarını ortadan kaldırıyor. Bu güvenlik paradoksunun aşılması ve üstünlüğün bir şekilde korunmaya çalışılması, dünya düzeninin şekillenmesinde etkili olacak.
Uzakdoğu’da bugüne kadar ciddi bir çatışma olmasa da henüz yüzleşilmeyen hatta göz ardı edilen sorunlar var. Bu sorunlar belli neticelere varmadan bölgede tam anlamıyla istikrar sağlanması mümkün değil. Avrupalılar rasyonel davranarak İkinci Dünya Savaşı sonrası düşmanlıklarını aşmak için Amerika’nın da desteğiyle, tarihsel düşmanlıklarını bir kenara iterek yeni bir düzen kurdular; kendi iktisadi sosyal gelişimlerine odaklandılar. Çin-Japonya, Kuzey Kore-Güney Kore, Japonya-Koreler ve Çin-Tayvan arasında henüz benzeri bir hesaplaşma ve sorun çözüm süreci yaşanmadı. Çatışma ve baskının istikrar getirmeyeceğinin farkında olan Çin, kendini yeterince güçlü ve avantajlı hissedene değin bu sorunları ötelemeyi tercih etti. Dolayısıyla bölge, önümüzdeki dönemde önemli hesaplaşmalara gebe görünüyor. Uzakdoğu’da bir çatışma dönemi mi, yoksa derin sorunların hafifletildiği veya çözüldüğü bir süreç mi yaşanacağını önümüzdeki günler gösterecek. Eğer Çin, bu sınavı başarıyla verebilirse dünya siyasetinde rakipsiz duruma gelecek. Bu durumda Çin’i yavaşlatacak olan büyük güçler değil, yaşayabileceği iç krizler ve Uzakdoğu’daki ötelenmiş hesaplaşmalardır. Nitekim yeni BM Genel Sekreteri için de en önemli meydan okumalardan biri, kendi bölgesinde yaşanacak gelişmelere dair yaklaşımları olacak.


Paylaş Tavsiye Et