Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
İdeolojiden pragmatizme Rus dış politikasının yeni parametreleri
Sevinç Alkan Özcan
SOVYETLER Birliği’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan yeni bağımsız cumhuriyetlerle Rusya Federasyonu arasındaki ilişkileri üç önemli faktör belirledi: Birincisi bu cumhuriyetlerin Rusya Federasyonu’na olan ekonomik bağımlılıklarının devam etmesi, ikincisi etnik sorunlar, üçüncüsü ise toprak bütünlüğü ile yakından ilgili olan sınır sorunları idi. Rusya Federasyonu ilk üç yılda yaşadığı ekonomik sıkıntıları aşmak için Batılı devletlerle ilişkilerini geliştirme yoluna gitti ve Rus ekonomisine canlılık kazandırmaya çalıştı. 1993 yılına gelindiğinde ise ilan ettiği “Yakın Çevre Doktrini” ile bölgede daha aktif bir politika izleyeceğinin sinyallerini veren Rusya, ekonomik bağımlılık, etnik meseleler ve sınır meselelerini yeni dış politikasının ana parametreleri haline getirdi. Söz konusu yeni doktrin ile Sovyet döneminin ideolojik dış politika anlayışından uzaklaşan Rusya, geleneksel dış politika parametrelerine pragmatik unsurları eklemlemeyi başardı.
Yeni bağımsız cumhuriyetlerin Sovyetler Birliği’nden devraldıkları Rusya Federasyonu’na olan ekonomik bağımlılıkları, Soğuk Savaş sonrası ilişkilerde belirleyici oldu. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Sovyet endüstrisine hammadde sağlayan, fakat endüstrileşmeden pay alamayan bölgeler olma özelliği, Soğuk Savaş sonrası dönemde bu cumhuriyetlerin Rusya Federasyonu’ndan bağımsız hareket etmelerini zorlaştırdı. Zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olmalarına rağmen, bu kaynakları taşıyacak boru hatlarının olmayışı Rusya’ya olan bağımlılığın bir başka boyutunu oluşturuyordu. Örneğin Kazakistan ülkenin batısındaki petrolü orta ve doğudaki endüstri merkezlerine taşıyacak boru hatlarına sahip olmadığı gibi, petrolünü işleyecek altyapıdan da yoksundu. Bu ekonomik bağımlılıktan faydalanan Rusya Federasyonu Ukrayna’dan Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerine kadar pek çok yeni cumhuriyete Rusya’ya olan borçlarını ödemeleri konusunda siyasi baskı uyguladı. Ayrıca Sovyetler Birliği döneminde ticaretinin %90’ını Birlik içinde gerçekleştiren bu ülkeler bağımsız ekonomiler oluşturma sürecinde ciddi problemlerle karşı karşıya kaldılar. Rusya Federasyonu’nun Hazar Denizi’ne kıyısı olan ülkelerin petrol ve doğal gaz yolları üzerindeki kontrolü, ekonomileri büyük ölçüde petrol ve doğal gaz ihracatına dayanan bu ülkeler –özellikle de Türkmenistan ve Kazakistan– için çok önemli bir açmaza işaret ediyordu. Bu da bu ülkelerin Sovyetler Birliği’nden miras aldıkları ortak problemleri Rusya Federasyonu ile birlikte çözmeleri gerektiği anlamına geliyordu.
1992-1999 yılları arası Rus dış politikasında ekonomik araçların yoğun olarak kullanıldığı bir dönem oldu. Bu durumu, bu yıllarda ağırlıklı olarak hissedilen, Rus enerji lobisinin dış politika üzerindeki etkisiyle açıklamak mümkün. Ancak enerji lobisinin daha pragmatik tutumunun aksine, Rus askerî elitinin geleneksel duyarlılıkları ön plana çıkaran tavrının Rus dış politikasındaki etkisi hesaba katılırsa, tarihî Rus güvenlik algılamalarının ve askerî yöntemlerin tüm Rus tarihi içinde pragmatizmden çok daha belirleyici olduğu söylenebilir. Bununla birlikte Putin döneminde yürürlüğe giren “Rus Ulusal Güvenlik Doktrini”, “Rus Askeri Doktrini” ve “Rus Dış Politika Doktrini” başlıklı üç belgenin ekonomik çıkarlar üzerinde yoğunlaştığı düşünüldüğünde, “Rus çıkar ve güvenlik tanımlamalarında da bir değişim mi yaşanıyor?” sorusu gündeme geliyor. Öyle görülüyor ki Rusya yeni dönemde askeri araçlardan çok ekonomik araçları dış politikasında ağırlıklı olarak kullanmak niyetindedir. Bu, özellikle 11 Eylül’den sonra Rusya’nın, Batı ile olan ilişkilerinde kazandıklarının kaybettiklerinden daha fazla olduğunu fark etmesiyle başlayan bir süreçtir. Rusya’nın SSCB döneminden Batı’ya olan borçlarının silinmemiş olması, ABD’nin 1972 tarihli ABM anlaşmasından tek taraflı olarak çekilmesi ve 11 Eylül’den sonra Orta Asya ve Afganistan’da kalıcı olacağının işaretlerini vermesi ile Kafkasya’da Gürcistan üzerinden ABD etkisinin hissedilmeye başlanması Rusya’nın en fazla rahatsız olduğu konulardı. Tüm bunlara Rusya’nın verdiği yanıt ABD’nin şer ekseni olarak tanımladığı ülkeler ile ekonomik anlaşmalar imzalaması oldu.
Putin yönetiminin “Yakın Çevre”de yaşayan Rus azınlıklara özel bir önem atfettiği görülüyor. Bu da Rus dış politikasının bugün ikinci önemli parametresi olan, “etnik sorunların kendi çıkarları lehinde kullanılması” ilkesiyle uyumlu bir politikadır. ‘Ulusal Güvenlik Doktrini’nde yer alan, “Rusya dışında yaşayan Rusların haklarının ve çıkarlarının korunması için ve bu bölgelerde Rus dili ve kültürünün gelişmesi için gerekli tüm tedbirler alınmalıdır” şeklindeki ibare Rusya dışındaki Rusların Rus dış politikasına somut bir biçimde eklemlendiğini göstermektedir. Rusya Federasyonu dışında yaşayan Ruslar zaman zaman “yakın çevrede yaşayan Ruslar” olarak anılmaktadır. Bu referanstaki “Ruslar” kelimesiyle “etnik yakınlık” hatırlatılırken, “yakın çevre” kelimesiyle “yeni Rus dış politika önceliklerinin” önemli bir parçasına atıfta bulunulmaktadır. Aslına bakılırsa bugün Rusya Federasyonu dışında yaşayan Rusların oranı Rusya tarafından ihmal edilemeyecek kadar büyüktür. Rusya dışında, eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaklaşık 25 milyon Rus, azınlık olarak yaşamaktadır. Bu da SSCB dönemindeki tüm Rus nüfusunun %17’sine tekabül etmektedir. Rusya’nın bu ülkelerden temel isteği, Rus azınlıklara çifte vatandaşlık hakkının tanınması ve Rusçaya resmi dil statüsünün verilmesidir. Rus dış politikası “Yakın Çevre” ile olan ilişkilerinde birbirinden farklı olan konuları ilişkilendirme konusunda hayli başarılıdır. Rusya, Rus azınlıkların haklarının korunmaması durumunda bu ülkelere karşı enerji ve hammadde ihracı da dahil olmak üzere tüm ekonomik yaptırımları uygulayacağını çeşitli defalar tekrar etti; hatta bunu pratiğe de geçirdi. Bu şekilde bir taraftan ekonomik ve etnik meseleleri birbiriyle bağlantılı konular olarak dış politikasına yerleştiren Rusya, diğer taraftan özellikle bağımsızlığın ilk yıllarında askerî konuları etnik sorunlarla bağlantılı olarak ele aldı. Bunun en açık örneği Baltık ülkeleri olan ilişkilerinde yaşandı. Rusya Baltık ülkelerinden Rus askerlerinin çekilmesi konusunu, Baltık ülkelerinde yaşayan Rus azınlıkların haklarının korunması şartına bağladı. Ayrıca bu ülkelerin Rusya’ya enerji konusundaki bağımlılıklarını siyasi bir baskı unsuru olarak kullandı.
Soğuk Savaş sonrasında Rusya’nın üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan biri de yeni bağımsız cumhuriyetlerin toprak bütünlüğünü tehdit eden sınır sorunlarına müdahil olarak, Rusya lehine karar verilmesini sağlamaktır. Azerbaycan’da Lezgilerin talepleri nedeniyle yaşanan problemlerde Rusya’nın Lezgileri desteklemesi, keza Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya ile özerk Acaristan bölgelerinin bağımsızlık taleplerinin ve Rus milliyetçilerinin etkin olduğu Kuzey Kazakistan’daki ayrılıkçı taleplerin Rusya tarafından desteklenmesi ve Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılıp Rusya’ya bağlanması konusundaki Rus talepleri, Rusya’nın sınır sorunlarını dış politikasının önemli bir parametresi yaptığının göstergesidir.

Paylaş Tavsiye Et