1999’DAKİ NATO operasyonu sonrası Sırp kuvvetlerinin çekilmesi ile geçici olarak BM yönetimine bırakılan Kosova’da, taraflar nihaî statü görüşmeleri için 2005’i beklerken Mart ayının ortalarında tırmanan gerginlik, dikkatleri yeniden Balkanlar’a çekti. Son beş yılın en büyük etnik çatışmasına sahne olan Kosova’dan ilk çatışma haberleri, savaştan sonra şiddet olaylarının en fazla yaşandığı yerlerden biri olan Mitrovitsa’dan geldi. Sırpların kovaladığı iddia edilen üç Arnavut gencin İber nehrinde boğulmasının ardından tırmanan ve 30’un üzerinde kişinin ölümüne neden olan olaylar, kısa sürede Kosova’nın diğer bölgelerine sıçradı. Kosova’da yakılan kiliselere misilleme olarak bir grup Sırp protestocu, Belgrad’da ayakta kalan tek Osmanlı eseri olan Bayraklı Camii’ni ve Niş’in merkezindeki camiyi ateşe verdi. Kosova’nın coğrafî, tarihî, etnik, dinî ve sosyal özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, bölgedeki gelişmelerin Balkanlar’ın tümünü sarsacak sonuçlar doğurması muhtemel gözüküyor.
Durum böyle olunca, Kosova’nın istikrarı Balkanlar’ın istikrarı anlamına geliyor. Bu konuda herkes hemfikir olduğu halde, Kosova’da istikrar ve güvenliğin sağlanabilmesi için gerekli parametreler konusunda henüz bir uzlaşmaya varılabilmiş değil. Oysa NATO müdahalesinin ardından BM yönetimine bırakılan Kosova’nın nihaî statüsünün belirsizliğinin sürmesi bölge açısından ciddi bir potansiyel istikrarsızlık unsuru. Kosova, resmî düzeyde Mart 2003’te ilan edilen Sırbistan ve Karadağ devletinin yeni anayasasında, Sırbistan’ın özerk bir bölgesi olarak kabul edilmesine rağmen, 2002 yılından bu yana Arnavut lider İbrahim Rugova tarafından yönetiliyor ve Sırbistan’ın Kosova üzerindeki kontrolü Kosovalı Sırpların yaşadığı birkaç bölge ile sınırlı. Ancak nihaî statü görüşmelerinin yapılacağı tarih yaklaşırken, taraflardan çözüme yönelik farklı sesler yükselmeye başladı. Sırbistan Başbakanı Koştunitsa, bölgenin iki kantona bölünmesi ya da etnik hatlara göre ayrılması yolunda bir öneri gündeme getirdi. Ancak bölgenin yönetiminden sorumlu BM yetkilisi Harry Holkeri böyle bir bölünmeyi, 1244 sayılı karara aykırı olduğu gerekçesi ile reddetti. Kosova yönetimi başkanı İbrahim Rugova ise tek çözümün bağımsızlık olduğunu savunuyor. Tüm bu gelişmelere rağmen Kosova’nın nihaî statüsünün belirlenmesi çeşitli gerekçelerle sürekli erteleniyor.
Geçtiğimiz günlerde Sırplar ve Arnavutlar arasında bu konuda ilk kez görüşmelere başlanmıştı. Belgrad ile Priştina arasında kurulan diyalog nedeniyle, Kosova’nın kendisine şart koşulan kriterleri uygun sürede sağlayabileceği yönünde bir izlenim oluşmuştu. 2005’teki müzakereleri yönetecek olan Temas Grubu üyeleri de (İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Rusya ve ABD) gelişmelerle ilgili olumlu kanaatlerini belirtmişlerdi. Bu sırada, Kosova’nın nihaî statüsünün, otonomi, federe devlet hatta tam bağımsızlık olabileceği ihtimalleri gündeme gelmişti. Arnavutlar ve bölge açısından her şey yoluna girmeye başlamışken, meydana gelen bu çatışmalar Arnavutları, taleplerinin karşılanması noktasında zora sokacak görünüyor. Zira son yaşananlar Sırplara, Kosova’nın nihaî statüsünün belirlenmesi için ortamın hazır olmadığı, daha da önemlisi, güvenliklerinin sağlanmadığı şeklindeki iddialarını kamuoyuna kabul ettirebilecek bir ortam yaratıyor. Bilindiği üzere BM, Kosova’nın nihaî statüsünün belirlenmesi için Kosovalı Sırpların güven içinde geri dönmesi şartını öne sürüyor. BM, Kosova’da ‘çok etnikli bir devlet’ için bunu gerekli görürken, bu devletin yönetiminin Arnavutlara mı, yoksa Belgrad’a mı devredileceği konusunda birşey söylemekten kaçınıyor. Hal böyle iken, Kosova’nın statüsü belirlenmiş olsa bile, mevcut şartlarda, özellikle de son olaylardan sonra bunun Arnavutların beklentileri doğrultusunda olması oldukça uzak bir ihtimal olarak görünüyor. Olayların Arnavutlar, yoksa Sırplar tarafından mı başlatıldığının artık önemsiz kaldığı bu noktada, Kosova’daki barış sürecinin büyük bir yara daha almış olduğu tartışılmaz.
Öte yandan Mitrovitsa’da meydana gelen çatışmalar, Kosova’daki BM Yönetimi (UNMIK) ve NATO’nun bölgedeki misyonunun başarısızlığı olarak değerlendirilebilir. Beş yıllık bir BM yönetimi sonrasında meydana gelen bu çatışma, uluslararası topluluğun burada kalıcı barışın tesis edilmesinde yetersiz kaldığını ve taraflar arasındaki etnik nefretin her an bölgeyi yeni bir savaşa sürükleyebileceğini gösteriyor. Kosova’da yönetimden sorumlu BM ve güvenlikten sorumlu NATO gücünün, sorunu nihaî sonuca götürmek yerine, sadece çatışma durumlarına endeksli olarak varlığını devam ettirmesi bugünkü noktaya nasıl gelindiğini açıkça ortaya koyuyor. Özellikle son olaylarda çok sayıda cami ve kilisenin yanında, evlerin de tahrip edilmesi ve NATO öncülüğünde görev yapan barış gücü askerlerinin olaylara müdahale konusunda yetersiz kalması, bu gücün bölgedeki varlığının sorgulanmasına neden oluyor. Bu anlamda BM, beş yıl süren çabaların yeni bir şiddet dalgasıyla sona erdirilmesinden büyük endişe duyuyor. Olayların hemen ardından BM’nin personelini Kosova’dan çekme kararı alması bu endişenin varlığını doğruluyor. Ancak, halihazırda Kosova’da 17 bin askeri bulunan ve aşamalı olarak Kosova’dan çekilmesi beklenen NATO’nun olağanüstü toplanarak Kosova’ya takviye güç gönderme kararı alması bazı soruları da beraberinde getiriyor.
Öncelikle, BM’nin Kosova’dan personelini çekme kararı alması bölgedeki misyonunu gerçekleştiremediğini kabul etmesi olarak yorumlanabilir. Buna bağlı olarak, 1999’dan bu yana Kosova’da güvenlikten sorumlu NATO’nun bölgede etkinliğini artırması kaçınılmaz gözüküyor. Bu ise 11 Eylül sonrası ABD’nin kurmaya çalıştığı ‘yeni dünya düzeni’ karşısında ciddi bir engel olarak gördüğü BM’nin işlevsizliğinin onaylanması anlamına geliyor. Irak’a yönelik saldırılarının BM tarafından kınandığı göz önünde tutulursa, ABD’nin, BM karşısında NATO’nun gücünü artırmaya çalışması manidar bir durum. ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nde NATO’ya biçtiği rol gereği NATO’nun rüştünü ispatlaması gerekiyor. ABD, bu proje çerçevesinde Balkanlar’daki NATO gücünün hareket kabiliyetini artırmak ve onu etkinleştirmek isterken; söz konusu proje için AB ülkelerinin de desteğini sağlamaya çalışıyor. Bir yandan Balkanlar’da yeni üsler açmaya başlayan, bir yandan da Balkan ülkelerinin NATO’ya katılması çalışmalarına hız veren ABD, AB’yi güneydoğusundan kuşatmak suretiyle ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ne destek vermeye zorluyor. Bu bağlamda, çatışmaların meydana gelmesi üzerine bölgede yerini alan ilk ülkenin ABD’nin Atlantik müttefiki İngiltere olması ve NATO’ya dahil olan diğer güçlerden Almanya ve Fransa’nın da NATO kapsamında bölgeye asker sevkıyatına karar vermeleri zihinlerdeki soruları daha da anlamlı kılıyor.
Paylaş
Tavsiye Et