KÜRESELLEŞME karşıtı hareket, çağrışımları, göstergeleri ve etkileri itibarıyla son yılların en önemli sosyal çatışmalarından ve en çekişmeli siyasî tavırlarından birini temsil ediyor. Dünya Ticaret Örgütü’nün 30 Kasım-3 Aralık 1999’da ABD’nin Seattle kentinde düzenlenen Bakanlar Zirvesi’ni felç eden protesto gösterileriyle uluslararası politikanın gündemine giren küreselleşme karşıtı hareketin dinamikleri, 1990’lar boyunca oluşturulan küreselleşmenin ekonomik yapı ve kurumlarına yönelik muhalefete dayanıyor. Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulması ve İMF ile Dünya Bankası’nın etkinliğinin artırılmasından, NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) ve MAI (Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları) gibi serbest ticaret ve yabancı yatırımların önünü açan anlaşmaların imzalanmasına kadar, neoliberal uygulamalara yönelik küçük çaplı kampanyalar, küreselleşme karşıtı hareketin ilk nüvelerini oluşturdu. Kuzey Amerika ve Avrupa’da entelektüellerin, sol grupların ve sendikaların başını çektiği bu kampanyalar, kısa sürede Latin Amerika ile Güney ve Doğu Asya’ya da yayıldı. Neoliberal politika ve kurumların dünya genelinde gelir eşitsizliğini ve yoksulluğu daha da artırması, düzensiz sermaye akışının yol açtığı mali krizlerin Asya ve Latin Amerika’nın büyümekte olan ekonomilerini istikrarsız hale getirmesi, serbest ticaret ve finans hareketlerinin sembolize ettiği küreselleşmeye karşı küresel bir tepkinin gelişmesine yol açtı.
Küreselleşme ile birlikte çokuluslu şirketlerin üretim merkezlerini üçüncü dünya ülkelerine kaydırmaları sonucu, bu şirketlerin idarî merkezlerinin bulunduğu gelişmiş ülkelerde işsizlik oranları büyük oranda arttı. Sömürgeci mantığıyla hareket eden çokuluslu şirketler, hiçbir çevre koruma tedbiri almak zorunda olmadıkları bu ülkelerde, uzun çalışma saatleri ve kötü çalışma koşulları nedeniyle “ecel tezgahları” olarak adlandırılan fabrika ve atölyelerde, sigortasız ve çok düşük ücretlerle çalıştırdıkları üçüncü dünya vatandaşları sayesinde kâr marjlarını oldukça yüksek seviyelere çıkartıyorlar. Seattle ile başlayıp Washington, Prag, Quebec, Cenova ve Cancun ile devam eden küresel eylem günlerinde, gelişmiş ülke vatandaşlarının “şirket küreselleşmesine hayır” sloganını haykırmalarının altında, ecel tezgahlarına duydukları tepki kadar işlerini kaybetmenin verdiği öfke de yatıyor.
1990’ların ikinci yarısından itibaren dünyanın dört bir yanında kurulmaya başlayan ve internet vasıtasıyla uluslararası bir ağ (netweb) meydana getiren çeşitli grup ve örgütler, küreselleşmenin sembolü haline gelen iletişim devrimini, küreselleşmeyi dönüştürmek için kullanıyorlar. Bazıları sadece sanal ortamda var olan bu topluluklar, birbirleriyle sürekli iletişim ve dayanışma halinde bulunuyor ve üyelerini kısa sürede seferber edebiliyorlar. Küreselleşmenin transnasyonel niteliğini ön plana çıkaran bu direniş ağının üyeleri çoğunlukla üniversite öğrencisi gençler, sol eğilimli akademisyenler, gazeteciler ve yazarlar gibi küreselleşmenin iletişim ve bilgi teknolojisinden sonuna kadar faydalanan kişilerdir. Söz konusu olan, aralarında çevreciler, feministler, dinî gruplar, yardım kuruluşları, insan hakları örgütleri, Zapatistalar, Filistinli direnişçiler gibi farklı kuruluş amaçları olan ancak eleştiri ve hedef ortaklığı sebebiyle küreselleşme karşıtı harekete katılan grupların da bulunduğu, hiyerarşik olmayan, yatay bir oluşumdur. Ve bu yönüyle küreselleşmenin kaotik ve öngörülemez etkilerini yansıtmaktadır.
11 Eylül saldırıları, küreselleşme karşıtı hareket için adeta bir dönüm noktası teşkil etti. 11 Eylül’ün hemen sonrasında, tüm dünyada yaşanan şok ve ABD’ye yönelik terörist saldırılar ile küreselleşme karşıtı hareket arasında kurulmaya çalışılan metazori bağlantılar, özellikle ABD’de harekete katılımın dramatik şekilde düşmesine ve eylemcilerin zihninde harekete yönelik soru işaretlerinin artmasına sebep oldu. Ancak ABD’nin terörle küresel savaş örtüsü altında küresel bir imparatorluk kurma peşinde olduğunun ortaya çıkması ve küreselleşme karşıtlarının barış yanlılarıyla birlikte hareket etme kararı almasıyla kısa sürede avantaja dönüştü. Üstelik Seattle sonrasında DTÖ, İMF, Dünya Bankası, G-8 zirveleri sırasında kitlesel protesto gösterileri düzenlemek; Nike, Mc Donalds gibi küreselleşmenin markalarına saldırmak gibi sembolik eylemler etrafında dönen hareket, 11 Eylül ile birlikte alternatif politikalar geliştirmeye odaklandı. Ocak 2001’de “Başka Bir Dünya Mümkün” sloganı altında düzenlenmeye başlanan Dünya Sosyal Forumu, bu alternatif arayışın yoğunlaştığı bir platforma dönüştürüldü. Hareketin anti’den alter’e geçişini sağlayacak bir tartışma ortamı olan DSF için toplantı yeri olarak küreselleşmenin Üçüncü Dünya’daki etkilerinin bariz olarak görüldüğü Brezilya’nın sanayi ve ticaret merkezlerinden Porto Alegre şehri seçildi. ABD’nin Irak’a yönelik savaş hazırlıklarının hızlandığı Ocak 2003 tarihinde düzenlendiği için savaş karşıtlığının öne çıktığı Üçüncü DSF’den sonra, 2004 Forumu Hindistan’ın Mumbai şehrinde düzenlendi. Böylece, Asya’nın da harekete katılımı sağlandı.
DSF 2004 için Mumbai’nin seçilmesi, küreselleşme karşıtı hareketin gelecek vizyonu tartışmalarına oldukça olumlu bir etki yaptı. Hindu milliyetçisi Birleşik Hindistan Partisi’nin (BJP) izlediği neoliberal politikaların altüst ettiği Hindistan’ın finans ve sanayi merkezi olan Mumbai, küreselleşmenin imajinatif yönünün en iyi görülebileceği bir yerdi. Mumbai’nin parlak yüzünün hemen gerisinde, milyonlarca fakir Hintlinin gölgeleri gizlenmekteydi. Bu gölgeler, DSF’den birkaç ay sonra, Mayıs 2004’te yapılan seçimlerde BJP’yi iktidardan indirerek Hindistan halkının küreselleşmenin insan unsurunu yok sayan, tek tipleştirici, yabancılaştırıcı ve gelir adaletsizliğini derinleştirici etkilerine karşı çıktığını tüm dünyaya gösterdi.
DSF, geliştirilen ekonomik ve sosyal politikaların neoliberal küreselleşmeye alternatif olabilmesi için, bölgelerin değişen özelliklerini dikkate alması gerektiğini fark etti. Bu amaçla 2002’den itibaren bölgesel forumlar düzenlemeye başladı. Bunların en önemlileri, Avrupa ve Asya Sosyal Forumları’dır. İlki Kasım 2002’de Floransa’da, ikincisi Haziran 2003’te Paris’te toplanan Avrupa Sosyal Forumu (European Social Forum), “Başka bir Avrupa” için Dünya Sosyal Forumu’na oranla daha somut öneriler ortaya koyabildi. Üçüncüsü Ekim 2004’te Londra’da düzenlenecek olan Avrupa Sosyal Forumu, bu bağlamda Avrupa Anayasası’nın referandumda reddedilmesi ve Avrupa’nın ABD’nin müdahalelerinin dışında kalması için girişimde bulunmak konularına odaklanıyor.
Ocak 2003’te Hindistan’ın Haydarabad şehrinde düzenlenen Birinci Asya Sosyal Forumu (Asian Social Forum) ise, “başka bir dünya” arayışlarının Asya kıtasına nüfuz etmesi için önemli bir başlangıç oldu ve Mumbai’de düzenlenen DSF 2004 için bir hazırlık niteliği taşıdı.
Tüm çelişki ve zaaflarına rağmen küreselleşme karşıtı hareket, yavaş ama emin adımlarla ilerliyor ve küreselleşmenin hızından başı dönen insanlara, onun mevcut şekliyle sürdürülmesinin uzun vadede imkansız olduğunu göstermeyi başarıyor. Hareket, küresel bir eleştiri ve yeniden yapılanma sürecinin başlayacağı dönemin gittikçe yaklaşmakta olduğunun da sinyallerini vererek, tarihin sonunun gelindiğine hükmedenlere, insanoğlunun daha iyiye ulaşma özleminin asla sona ermeyeceğini bir kez daha hatırlatıyor.
Paylaş
Tavsiye Et