ABD’NİN, Irak’ta elde ettiği göreceli başarılar ve üstünlük, işgal takvimi ilerledikçe aleyhine dönüyor. İşgalin nedeni olarak dünyaya geçerli bir argüman sunamayan, üstüne üstlük gerekçe gösterdiği kanıtların tamamının çürüdüğü şu günlerde, ABD’nin Irak’taki adı kan ve gözyaşıyla yan yana yazılır oldu.
Tarihin sayfaları, salt gücün başarı için yeterli olmadığının kanıtlarıyla dolu. Bugün güçler dengesinde kefesi ağır basan ABD, tarihten ders almadan yürüttüğü savaşta aldığı her darbeden sonra hırçınlaşıyor. Buna karşılık “direniş olgusunun gittikçe büyüdüğünü ve halk kitlesinde yaygınlaştığını” yazan, El-Quds el-Arabi’den Mutaa es-Safedî, “Özellikle Filistin direnişiyle sembolleşen Arap direnişinin Irak’ta da asla sona ermeyeceğini” vurguluyor.
Direnişin halk katında yaygınlaşmasında etkili olan ve şu sıralar adından sıkça söz ettiren Şii lider Mukteda es-Sadr, El-Quds el-Arabi gazetesine göre, “ABD’nin Irak’ı işgalinden beri hiçbir Iraklı liderin yapamadığını gerçekleştirdi ve peşinden geniş bir kitleyi sürükleyerek Irak kamuoyunun büyük bir kısmında söz sahibi olmayı başardı.”
Bin yıllık Necef şehrinde kendisine bağlı Mehdi Ordusu ile beraber; ABD askerlerine, Geçici Hükümet’e bağlı güçlere ve yerel polise karşı direnen Sadr, şehre düzenlenecek herhangi bir saldırının Irak’ta ve dünyada gelişmeleri dikkatle izleyen Sünni-Şii tüm kesimlerin tepkisini çekeceğini de hesaplamışa benziyor.
Saddam’ı Arar Hale Geldiler
Şii dünyasının kalbi sayılan ve İran-Irak topraklarında bulunan Kutsal Emanet Şehirleri, On iki İmam’ın kabirlerini barındırıyor ve Şii mezhebince öngörülen birtakım ritüellerin gerçekleştirildiği bir iklim özelliği taşıyor. Ancak bölge, Hz. Muhammed’in amcasının oğlu ve damadı olan Hz. Ali’nin kabrini barındırdığı için Sünni dünyada da aynı derecede saygı ve hürmet görüyor.
İşte bu nedenlerden dolayı ABD ve yerel hükümetin işbirliğiyle dini sembollere yapılan saldırılar, Arap basınındaki her düşünceden yazarı, birkaçı müstesna, ortak bir noktada birleştirdi. Geçtiğimiz günlerde konuyu sütunlarına taşıyan pek çok yazar aynı soruyu sordu: Acaba Irak, Saddam döneminde daha mı iyi durumdaydı!?
Perde Arkasında İran mı Var?
Diğer yandan doğusunda Afganistan, kuzeydoğusunda Azerbaycan, kuzeybatısında Türkiye ve güneyinde Körfez yoluyla ABD üsleriyle kuşatılmış durumda bulunan Tahran’ın, şu günlerde Irak yoluyla batısından çevrelenmeye karşı ABD’yi oyalamaya çalıştığı da yazılıp çiziliyor. Nitekim Geçici Irak Hükümeti’nin bazı üyeleri, eleştiri oklarını İran üzerinde yoğunlaştırıyor ve onu terör eylemlerini desteklemekle suçluyor. El-Halic gazetesinden Sa’d Mahyu, ABD ile İran’ın Irak topraklarındaki kavgasının gizliliğini yitirip aleni hale geldiğini vurgularken, tehlike arz eden bu gelişmenin birkaç nedeni olduğunu belirtiyor: “Afganistan’da olduğu gibi İran ve ABD’nin Irak’ta paylaşacakları ortak bir çıkar bulunamamıştır. Yine İranlı mollalar, ABD’nin Bağdat’a yerleşmesinin kendi düzenlerinde istikrarsızlığa yol açacağından korkmaktadır. Bu yüzden de ABD’lileri sınırlarından uzak tutmaya çalışmaktadır.”
Sadr grubunun uzun bir aradan sonra tekrar sahneye çıkmasını İran’la ABD arasında cereyan eden bu gerginliğe bağlayan Yaser ez-Zaatira, “Tüm bu olayların ışığında İran’ın, aslında hâlâ Irak’ta etkili bir güç olduğunu göstermek için, Iraklı hükümet yetkililerinin kendisi hakkında Necef olaylarında parmağı olduğu şeklinde yönelttiği suçlamaları da göze alarak sessiz kalmayı ve hakkında yapılan suçlamaları reddetmemeyi sürdürmesi”ni dikkat çekici buluyor.
Mezhep Çatışması Çıkabilir
Eş-Şark el-Awsat yazarı Salih el-Kallâb ise, Arap ülkelerinin Sadr’ın söylemleri karşısında uyumaması gerektiğini belirterek, “Sadr’ın yaptığının bir mezhep savaşı çıkarmak olduğuna” dikkat çekiyor. İran’a yöneltilen suçlamalarla Necef’teki olaylar arasındaki zamandaşlığa dikkat çeken Kallâb, İran’ın Sadr’ı kullandığının ve ‘özgürlük ve işgalcilerle savaş’ adı altında Irak topraklarında kargaşa yarattığının altını çiziyor.
Abdurrahman Muhammed en-Naîmî ise El-Halic’deki makalesinde, “Sadr grubunun, güney vilayetleri Irak’tan ayırmakla tehdit etmesi ve bunların geleceklerinin ne olacağını belirtmemesi Sadr’ın siyasi yöneliminin ne olduğu konusunda kafalarda soru işareti oluşturdu. Muhakkak ki İran, güneydeki vilayetlerin Irak’tan ayrılması fikrine sıcak bakmaktadır. Zira bu ülke, hemen yanı başında milliyetçiliği ön plana çıkaracak, belki de Suriye ve diğer Arap ülkeleriyle işbirliği yapacak güçte bir Irak devletini arzulamamaktadır” diyor.
Şii Mercîler Sessiz
Ancak İran’ın, Tahran destekli Irak Yüksek İslam Devrim Konseyi ve İslamî Davet Partisi’nin Irak’ta ABD’den icazetli Geçici Konsey ve Geçici Hükümet’te temsilci bulundurmalarını destekleyerek, işgalci güçlerle işbirliğine yeşil ışık yaktığı göz önünde bulundurulursa, aslında meselenin iç yüzünün farklı olduğu ortaya çıkıyor. ABD askerlerinin Necef’e yöneldiği günlerde, Iraklı Şiilerin ruhani lideri Ayetullah Ali Sistani hariç, diğer Şii liderlerin ortalıktan kaybolması ve Sistani’nin bilinen çok acil bir rahatsızlığı olmaksızın Londra’ya tedavi amacıyla gitmesi kafaları karıştırdı; yine Sistani gibi göz önünde olan bir liderin, ABD’nin baş müttefiki İngiltere’de tedavi olmayı seçmesi de dikkat çekti.
Şii mercîlerin işgal güçleri karşısında beklenen tepkiyi göstermemelerini kıyasıya eleştiren Fehmi Huveydi El-Ahram’da, mercîlerin İran’ın, “Saddam rejiminin yıkılmasına destek vermek ve ABD ile ilişkilerde köprüleri atmamak için minimum seviyede işbirliği yapmak” şeklindeki tavrına karşılık böyle bir yol izlediklerini yazdı. Huveydi devamla, “Ancak Şii mercîler bu tutumu takınırken, Şii halkın çok daha net ve cesur bir çizgide hareket ettiği ortada. Bu kesimler mezhep içerisinde yapılan hesaplara ve siyasi denklemlere aldırış etmeksizin, yurtlarını korumak amacıyla Mukteda es-Sadr’ın yanı başında ABD ve hükümete karşı mücadele ediyor” diyor.
Mehdî Ordusu Gelecekte de Söz Sahibi
El-Quds el-Arabî’den İsam Numan ise, Irak’ta yaşanan çatışmalar sırasında İran’ın pratikte kolay olan, ancak askerî ve siyasî olarak tehlikeli ve yok edici yolu tercih etmesinin sakıncalarını dile getiriyor: “Bu yöntem, İran’ın kendisine yakın duran bir grup Şia’ya işleri devredip işgale karşı yekvücut ve tek cephe direnişe geçmesi gereken halkı bölerek, Irak halkının çıkarları yerine kendi bölgesel çıkarlarını öne çıkaran bir biçimde hareket etmesi olarak özetlenebilir… Necef’te kutsal ve tarihi mekanlara yönelen ABD tecavüzü, yalnızca Şii halkın değil, Iraklıların geniş bir kesiminin direniş hareketine dönüşmüşken, bu ortamda İran’ın Geçici Hükümet’te görev alan taraftarlarının görevlerine devam etmelerini sağlayarak hükümete dolaylı yoldan destek vermesi kafaları karıştırıyor.”
Önümüzdeki süreçte meydana gelecek gelişmeler, Sadr grubu ve diğer Şii mercîler arasındaki çekişmelerin ve ABD-İran kavgasının seyrine göre şekillenecek. Ancak Sadr grubunun, başlarında liderleri ‘Mukteda es-Sadr’ olsun veya olmasın, Irak’ta ağırlıklı bir rol oynamaya devam edeceğini söylemek yanlış olmasa gerek.
Paylaş
Tavsiye Et