Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Vatikan’ın İslam’a bakışı ve Türkiye’nin AB üyeliği
Sevinç Alkan Özcan
7’NCİ yüzyılın ilk yarısından itibaren İslamiyet’in hızla yayılmasıyla birlikte Hıristiyanlığın üç önemli Patrikliğinin bulunduğu Antakya, Kudüs ve İskenderiye şehirlerinin Müslümanların eline geçmesi ve bu şehirlerdeki patriklerin İstanbul’da ikamet etmeye başlaması, Batı ve Doğu Kiliseleri arasındaki mücadele açısından önemli bir tarihî dönemece işaret ediyordu. Zira bu tarihten sonra söz konusu patrikliklerin güçlerini İstanbul Patrikliği lehine kaybetmeye başlaması, İstanbul’un Doğu Kiliseleri üzerindeki birleştirici olma misyonunu gündeme getiriyor, böylece Roma Kilisesi karşısındaki pozisyonunu da güçlendiriyordu. İstanbul Patrikliğinin etkinliğinin artması neticesinde Papa ile yaşadığı yetki çatışması da arttı; çatışma özellikle Hıristiyanlığın yeni yayıldığı bölgelerin denetim yetkisi konusunda ortaya çıktı. İslam’ın ve İslam fetihlerinin Hıristiyan kiliselerinin bölünmesi üzerinde yaptığı etki söz konusu tarihî olayla sınırlı kalmadı. Hıristiyan dünyası ve Roma Katolik Kilisesi için asıl büyük travma İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesinin ardından geldi. Zira Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Bizans İmparatorluğu’ndan yalnızca İstanbul Patrikliği’ni devralmadı; aynı zamanda Doğu ve Batı Kiliselerinin birleştirilmesi fikrinin bu kiliseler arasında yarattığı çatışmaya Doğu Kiliseleri lehine taraf olmak suretiyle bölünmeyi derinleştirdi. Genelde tüm İslam fetihlerinin özelde ise İstanbul’un fethinin yarattığı travma Hıristiyan dünyanın İslam hakkındaki tarihsel bakış açısını büyük ölçüde belirledi ve bu olumsuz İslam imajı Müslümanlara karşı yapılan Haçlı Seferlerinin temel dinamiğini oluşturdu.
 
Dinlerarası Diyalog Çabaları
1962 ve 1965 yılları arasında gerçekleştirilen II. Vatikan Konsili, Kilise tarihinde Katolik Kilisesi’nin diğer Hıristiyan mezheplerine ve dinlere bakışının radikal bir biçimde değiştiğini gösteren son derece önemli bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Kilise tarihi içinde kilise dogmaları üzerine doktriner tartışmaların yapıldığı önceki Konsillerin aksine, II. Vatikan Konsili’nde kilisenin yeni misyonu ve örgütlenmesi, dini eğitim, dini özgürlük, ekümenizm, sosyal iletişim metotları, Doğu Kiliseleri ve diğer dinlerle ilişkiler gibi, yaşanan gerçekliğe ve modern dünyaya uyum çabasını gösteren pek çok konu tartışmaya açıldı. İncil’in modern dünyaya taşınması ve Katolik Kilisesinin Batı medeniyeti içindeki merkezî konumunun ihya edilmesi amaçlarına matuf olarak yapılan bu Konsil’le birlikte başta Katolikler olmak üzere tüm Hıristiyan dünyada İslam’a ve Müslümanlara karşı ılımlı bir hava yaşanmaya başladı. II. Vatikan Konsili’yle birlikte tarihinde ilk defa diğer dinlerle samimi bir diyalog kurma çabası içine giren Roma Katolik Kilisesi, Konsil sonunda yayımlanan dokümanlarında İslam’dan ve Katoliklik dışındaki diğer dinlerden saygıyla bahsediyor, Hıristiyanlık ve İslam arasındaki ortak yönleri ön plana çıkarmak suretiyle, Müslüman ve Hıristiyanları geçmişi unutmaya, tüm dünyada barış ve adaleti geliştirmek için birlikte hareket etmeye davet ediyordu. Katolik Kilisesi’nin geliştirdiği böylesine bir diyalog çabası bir seçimden çok bir zorunluluğun ifadesiydi. Zira başta uyuşturucu kullanımı olmak üzere dünyada giderek yaygınlaşan kötü alışkanlıklar, açlık, çevre kirliliği, şiddet ve terörizm gibi pek çok küresel probleme ortak çözüm bulunması ancak tüm dinlerin samimi bir diyaloğa girmeleri ile sağlanabilirdi. Bu çerçevede 1964 yılının başlarında Vatikan bünyesinde “Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası” adı altında özel bir bölüm teşkil edildi; ardından 1988 yılında bu bölüm “Dinler Arası Diyalog için Papalık Konsili” adı altında yeniden şekillendirildi. 1926 yılında Afrika Misyonerler Derneği tarafından İslam ülkelerinde çalışan Vatikan mensuplarına Arapça ve İslam dinini öğretmek amacıyla Tunus’ta kurulan “İslam Enstitüsü”, 13 Temmuz 1964’te II. Vatikan Konsili’nin ikinci oturumunda kurulması kararlaştırılan “Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası”na bağlanarak dinlerarası diyalog konusunda çalışmalar yapmaya başladı.
Roma Katolik Kilisesi’nin II. Vatikan Konsili ile başlattığı dinlerarası diyalog çağrısı 1990’lı yıllarda Doğu Bloku’nun çözülmesi ve komünizmin çöküşü ile birlikte önemli bir ivme kazandı ve bu çağrı dünyadaki diğer dinlerin mensupları arasında da yankı buldu. İnsanî kurtuluşun ancak kilise üyeliği ile gerçekleşebileceği şeklindeki katı Katolik dogmaların bu dönemde yumuşatılması, Katolik Kilisesi’nin eski komünist Doğu Bloğu ülkeleri üzerindeki etkinliğini artırdı. Böylesi bir gelişme İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi’nin de bu ülkeler üzerinde benzeri bir etki kurma mücadelesi içine girmesine neden oldu. Bu dönemde Ukrayna Kilisesi’nin Rus Ortodoks Kilisesi’nden bağımsızlığını ilan etmesi ve Estonya Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlanması Patrikhane’nin Moskova’ya karşı kazandığı bir zafer olarak yorumlandı. Yine 1987 yılında İstanbul Patriği’nin Vatikan’ı ziyaret etmesi, 1990’lı yıllarda Patrikhane’nin düzenlediği çevre konulu toplantılar ve 2002 yılında Papa ve Patrik arasında yeni çevre sağlığı etiğini belirleyen “Venedik Taahhüdü”nün imzalanması gibi gelişmeler diyalog çağrısına İstanbul Patrikhanesi’nin verdiği tepkileri yansıtıyordu.
 
Türkiye’nin AB Üyeliği ve Vatikan
Vatikan’ın 1990’lı yıllarda ivme kazanan diyalog çağrılarına İslam Dünyası içinden en anlamlı yanıt Türkiye’den geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1998 yılında gerçekleştirdiği “İkinci Din Şurası”nın bir bölümünü dinlerarası diyalog konusuna ayırmış olması, yine 2000 yılında Tarsus’ta yapılan “2000 Yılı İnanç ve Hoşgörü Çağında Dinler Toplantısı” gibi faaliyetler ve ayrıca eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın 2000 yılının Haziran ayında Vatikan’a gerçekleştirdiği ziyaret, söz konusu yanıtın somut örneklerini oluşturmaktadır. Ayrıca 1980’li yılların sonu ve 1990’lı yılların başında Türkiye’nin Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne karşı tavrında da önemli bir yumuşama gözlemlendi.
Dinlerarası diyalog söylemi Batı’da 11 Eylül saldırıları sonrasında oluşan İslam karşıtı atmosferden önemli derecede zarar gördü. Avrupa’da Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan grupların, Türkiye’nin nüfusunun büyüklüğü, İran ve Irak gibi sorunlu Orta Doğu ülkelerine yakınlığı ve çevresinde siyasi olarak istikrarsız bir coğrafyanın mevcudiyeti gibi argümanlarına bir süre sonra Vatikan’ın Türkiye karşıtı argümanları da eklendi. Böylece Vatikan da Türkiye’nin AB üyeliği tartışmalarına katılmış oldu. Avrupa Birliği Anayasası ile ilgili olarak Hıristiyanlığa referansta bulunulup bulunulmaması konusunda yapılan tartışmalar esnasında, Vatikan çeşitli kereler Türkiye’nin olası üyeliğine Müslüman bir ülke olmasını sebep göstererek karşı çıktı. Ayrıca anayasaya Hıristiyanlık ibaresinin konulması için çeşitli platformlarda çaba gösterdi. Şimdilik AB Anayasası’nda Hıristiyanlık’a herhangi bir özel referansta bulunulmadı; ancak hem Vatikan nezdinde, hem de Avrupa ülkelerinde konu tartışılmaya devam ediliyor. Vatikan’ın bir taraftan İslam ülkeleri ile diyalog çağrısı yaparken, diğer taraftan Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkması, AB ülkelerinin üyelik sürecinde Türkiye’ye karşı takındıkları çelişkili tutumla benzerlik arz ediyor. Türkiye’nin AB üyeliği tartışmaları, AB ülkelerini olduğu kadar Vatikan’ı da zor bir sınavdan geçiriyor.

Paylaş Tavsiye Et