SOĞUK Savaş dönemi şartlarına göre oluşturulan Birleşmiş Milletlerin yeniden yapılandırılacağı Eylül ayındaki zirve öncesinde meydana gelen iki uluslararası gelişme ile Asya merkezli güç mücadelesinde yeni bir safhaya girildi. Dünya basınında geniş yankı bulan keskin manevralar; Hindistan ile ABD arasında varılan nükleer işbirliği anlaşması ve Rusya ile Çin’in ortak askeri tatbikatıydı. ABD’nin Hindistan’a nükleer sivil teknoloji ile nükleer silaha dönüştürülebilen konvansiyonel silah satışına imkan veren anlaşma, Hindistan Başbakanı Manmohan Singh ile ABD Başkanı George W. Bush’un 18 Temmuz’da Beyaz Saray’da düzenledikleri zirvenin ardından ilan edildi. Tam da ABD’nin Kuzey Kore ve İran’ı nükleer çalışmalarından vazgeçirmeye çalıştığı bir dönemde gündeme gelen bu anlaşma uyarınca Hindistan, sivil nükleer tesislerini uluslararası denetime açacak ancak nükleer silah programları üzerindeki gizliliği sürdürecektir.
İki ülke ilişkilerinin ekonomik alandan askerî alana doğru genişleyeceğinin ilk sinyali, 28 Haziran’da ABD ve Hindistan savunma bakanları tarafından Washington’da imzalanan savunma işbirliği anlaşmasıyla verilmişti. “ABD-Hindistan Savunma İlişkileri İçin Yeni Çerçeve” adı verilen bu 10 yıllık anlaşma ile füze savunma sistemleri alanında işbirliğine gidilmesi öngörülüyor. 18 Temmuz Anlaşması ile de sürecin kilit isimlerinden ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı Nicholas Burns’ün tabiriyle, “ABD-Hindistan ilişkilerinde 1947’den beri en yüksek seviye”ye ulaşılmıştır.
Ancak bu anlaşmanın Amerikan Kongresi tarafından onaylanması, Kongre’nin de onay verebilmek için 1978’de çıkarılan ABD Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Yasası’nı değiştirmesi gerektiriyor. Kongre’yi de, anlaşmayı onaylamaya ikna etmek zor olacağa benziyor. Gerek Kongre’de gerekse de medya ve think-thank çevrelerinde anlaşmaya karşı eleştiriler yükseliyor. En çok dillendirilen kaygılar, ABD’nin İran ve Kuzey Kore meselelerinde elinin zayıflaması ve terörle mücadelede kilit ülkelerden olan Pakistan’ın (Hindistan’ın en büyük rakibi) da aynı muameleyi talep etmesi olarak sıralanıyor.
Kongre’nin değiştirmesi gereken “Yasa”, 1968 tarihli Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı (Non-Proliferation Treaty) imzalamayan ülkelere ABD’nin sivil nükleer teknoloji ve nükleer programlarda da kullanılabilecek askerî malzeme tedarik etmesini engelliyor. NPT yalnızca 1967’den önce nükleer silah testi yapmış olan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin (bu beş ülke aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi üyesidir) resmen nükleer güç olarak kabul ediliyor ve diğer ülkelerin nükleer silah edinmesini yasaklıyor.
İlk nükleer silahını 1974’de deneyen Hindistan, NPT’yi adil bulmadığı için imzalamayı reddetti. Hindistan’ın yanı sıra Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore de nükleer silah sahibi oldukları bilinen, ancak resmî olarak öyle kabul edilmeyen ülkeler arasında yer alıyor. Pakistan ve İsrail de NPT’yi imzalamadı. Kuzey Kore ise başlangıçta imzaladığı anlaşmadan sonradan çekildi. Ancak Hindistan dışındaki üç ülkenin Amerika’nın nükleer teknolojisine ulaşabilmesi şu an için pek mümkün değil.
Bush yönetimin müttefiklerini, NPT’yi imzalamayan ülkelere hassas nükleer teknoloji ihraç edilmesine sınırlamalar getiren Nükleer Tedarikçiler Grubu’nun kurallarını değiştirmeye ikna etmesi de söz konusu. 1974’te endüstrileşmiş 44 ülke tarafından nükleer teknolojinin ülke dışına çıkmasını engellemek için kurulan Nükleer Tedarikçiler Grubu’ndaki ülkelerin çoğunu ikna etmek ABD için zor olmayacak. Bu ülkeler 1.2 milyarlık nüfusu ve hızla gelişen ekonomisiyle dünyanın en büyük pazarlarından biri olan Hindistan’ı karşılarına almak istemeyeceklerdir. Esas belirleyici unsur, NTG üyesi olan Çin’in takınacağı tavır olacak.
ABD-Hindistan ilişkilerinde her iki ülkenin pozisyonu açısından bir kırılma noktası olanbu stratejik manevranın arkasında küresel sistemde yaşanan, tek kutupluluktan çok kutupluluğa yöneliş yatıyor. ABD resmî olarak Hindistan’dan “ileri derecede nükleer teknolojiye sahip olan bir devlet” olarak bahsetse de, bu anlaşma ile Hindistan’ı fiilen nükleer bir güç olarak tanıyor. 1990’lardan beri dünya lideri rolünü oynayan ABD, mevcut yapının daha fazla süremeyeceğinin farkında. Çin, Rusya ve Hindistan da artık sahaya yedek değil, as oyuncu olarak çıkmak istiyor. Bush yönetimi de Hindistan ile ilişkileri geliştirmek suretiyle, ABD’nin en büyük rakibi haline gelen Çin’in bölgesel dengeleyicisi olan Hindistan’ın küresel güç haline gelme sürecini hızlandırmaya çalışıyor. Ve bu yolla Hindistan üzerinden hem Asya anakarasının güneyine ilişmeyi, hem de Çin’i çevrelemeyi hedefliyor.
Zaten nükleer bir güç olan Hindistan, nükleer teknolojisini her halükarda geliştirecektir. Bu noktada ABD, Hindistan’la ittifak yaparak, güçler dengesinde yükselen Çin-Rusya-Hindistan eksenini kırabilecek ve Hindistan’ı, yandaşı bir aktör haline getirebilecek. ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisinin bir diğer ayağı da Japonya’nın Asya’daki pozisyonunu güçlendirmek; 18 Temmuz anlaşmasının Kongre’de kabul görmesinin ardından Japonya’nın da nükleer bir güce dönüştürülmesi gündeme gelebilir.
Eylül’deki zirvede genişletilmesi düşünülen BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üye adaylarından birisi de Hindistan’dır. Ancak Singh bu konuda Bush’un desteğini alamadı. ABD, İran doğal gazını Pakistan üzerinden Hindistan’a ulaştıracak boru hattı projesine de karşı çıktı. Hindistan’daki sol muhalefet, ülkenin dış politikadaki bağımsız tutumuna ve Çin ile ilişkilere zarar vereceği gerekçesiyle anlaşmayı eleştiriyor. Çin’in ABD-Hindistan yakınlaşmasına nasıl bir tepki vereceği önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak.
Pentagon, 19 Temmuz’da, Çin’in Asya Pasifik’teki askerî gücünü geliştirme çabalarının, Pasifik’teki Amerikan güçleri ile Tayvan’a karşı uzun dönemde tehdit oluşturduğunu vurgulayan bir rapor yayımladı. Çin, raporda yazanları doğrularcasına 18-25 Ağustos tarihlerinde kuzeydoğusundaki Shandong Yarımadası ile Sarı Deniz’de Rusya ile tarihindeki ilk ortak askerî tatbikatı gerçekleştirdi. Barış Görevi 2005 adı verilen tatbikata 1.800’ü Rus, 10.000 asker katıldı. Etnik ya da dinî ayrılıkçılığın sebep olduğu bir iç savaş yaşanan hayalî bir ülkede yapılan tatbikat, Çin’in Tayvan’da, Rusya’nın da Çeçenistan’da ABD’nin müdahalesine izin vermeyecekleri mesajı olarak okunabilir. İki ülke Orta Asya’daki Amerikan askerî varlığından duydukları ve açıkça ifade ettikleri rahatsızlıklarını, bu tatbikatla bir kez daha güçlü bir biçimde dile getirdiler.
ABD ve onun Asya merkezli rakipleri Çin, Rusya ve Hindistan arasındaki güç dengesi, bu dört aktörün birbirlerine karşı yaptıkları son hamleler ile gittikçe karmaşık bir hale geliyor. Aktörlerin küresel sistemde alacakları konumu, Asya’daki kazanç ve kayıpları belirleyecek.
Paylaş
Tavsiye Et