AB’NİN 20 Eylül gibi oldukça geç bir tarihte yayımlamış olduğu karşı Kıbrıs Deklarasyonu ve üzerinde uzlaşmaya çalıştığı Müzakere Çerçeve Belgesi ile ilgili tartışmalar, gelmiş geçmiş en sert müzakere sürecine girileceğinin işaretlerini veriyor. Türkiye her ne kadar 29 Temmuz’da Gümrük Birliği’ni tüm yeni AB üyesi ülkelere genişleten Ek Protokol’ü imzalamasının ardından yayımladığı Kıbrıs Deklarasyonu ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanımadığını ilan etmiş olsa da, Fransa, Avusturya ve Rum yönetimlerinin Güney Kıbrıs’ın tanınması yönündeki çabaları karşılığını buldu. AB’nin Türkiye’ye cevap olarak yayımladığı karşı Kıbrıs Deklarasyonu’nda Türkiye’nin müzakereler sırasında Güney Kıbrıs’ı tanıması isteniyor ve söz konusu tanıma Kıbrıs sorununun çözümünden ayrı tutuluyor. Ayrıca Kıbrıs sorununun çözümü, Türkiye’nin desteklediği Annan Planı’na atıfta bulunulmaksızın BM’ye bırakılıyor. Çözüm ve tanıma meselelerinin birbirinden ayrı tutulması, AB’nin Güney Kıbrıs’ın tanınmasını -çözüm konusuna bağlanmaksızın- garanti altına almak istemesinin bir sonucu. Karşı Kıbrıs Deklarasyonu bununla da kalmıyor; Türkiye’nin limanlarını Rum gemilerine açmaması halinde müzakerelerin olumsuz etkileneceğine de vurgu yapıyor. Görünen o ki, müzakereler esnasında AB, Kıbrıs sorununun çözümüne değil, Kıbrıs Rum Kesimi’nin tanınması için Türkiye üzerinde baskı kurmaya yoğunlaşacak.
Karşı Kıbrıs Deklarasyonu ile Güney Kıbrıs, AB’ye üye olduğundan bu yana Türkiye’ye karşı en önemli diplomatik başarısını elde etmiş oldu. Böylesi bir başarıdan güç alan Rum yönetiminin müzakereler sırasında yalnızca Ortak Dış Politika başlığını (faslını) değil, pek çok müzakere faslının açılış ve kapanışını engellemesi bekleniyor. Zira müktesebatın incelenmesine yönelik tarama sürecinden sonra her bir müzakere başlığı, tüm üye ülkelerin rızası ile açılıp kapanabilecek. Müzakereler için öngörülen 35 ayrı başlıktan söz ediliyor. Malların, hizmetlerin ve işçilerin serbest dolaşımından ulaştırmaya, çevre sağlığı ve korumasından güvenlik ve savunma politikalarına kadar pek çok konu bu başlıklar arasında. Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları başlığı altında Kıbrıs meselesi ve dolayısıyla Yunanistan’la olan ilişkiler bir kenara bırakılacak olursa, Türkiye’yi Kıbrıs’tan sonra en fazla zorlayacak başlıkların Tarım ve Kırsal Kalkınma, Kişilerin Serbest Dolaşımı ve AB’nin İç Ekonomik Entegrasyonuna uyum (Gümrük Birliği ile ilgili yükümlülüklerini tamamlaması) olması bekleniyor.
Türkiye’nin üyeliğinin yaratacağı etkilerle ilgili olarak AB’nin hazırlamış olduğu belgelerde, gerek ekonomik, gerekse sosyal yönden taşıdığı önem ve AB bütçesinde yaratacağı etki nedeniyle Türkiye’deki tarım sektörü, müzakere sürecinin en önemli meselelerinden biri olarak zikrediliyor. Türkiye’de koruma oranının yüksekliği nedeniyle tarımsal ürünlerin, AB içinde rekabet edip edemeyeceği endişe konusu. Söz konusu endişelerin giderilmesi için katılım sırasında şok etkilerden kaçınmak amacıyla AB ihracatlarına ticarî kısıtlamaların katılım öncesinde aşamalı olarak kaldırılması ile Türk tarım ve gıda sektörünün yeniden yapılandırılması gerektiği söyleniyor. Tarımsal sektörün büyüklüğü nedeniyle AB’ye katılımın Türkiye üzerinde yapacağı sosyal etkinin büyük olacağına dikkat çekiliyor; bu çerçevede Türkiye’nin tarımsal reform programının doğru olmakla birlikte, henüz tamamlanmamış bir program olduğundan söz ediliyor. AB’ye göre, Türkiye’nin tarım sektörünün Birlik içinde rekabet edebilir hale gelmesi için zamana ihtiyacı var.
Müzakerelerde öne çıkacak olan bir diğer mesele, hiç kuşkusuz işçilerin serbest dolaşımıyla ilgili olacaktır. Hatırlayacağımız gibi müzakereler başlamadan önce bu mesele pek çok kez gündeme geldi. Türkiye’ye tam üyelik perspektifi yerine imtiyazlı üyelik perspektifi verilmesi gerektiğini savunanların başlıca argümanlarından biri, Türkiye’nin büyük nüfusu ve Avrupa’ya yönelik muhtemel göç dalgalarının AB’de yaratacağı olumsuz etkilerdi. AB belgelerinde Türkiye’nin üretim, sosyal politika, istihdam, sağlık ve eğitim alanlarında kaydettiği ilerlemelerin muhtemel göç baskısını azaltacağı, hatta Türkiye’nin genç nüfusunun Avrupa’daki genel demografik durgunluğa çare olabileceği ve mevcut işgücüne katkıda bulanabileceği gibi olumlu etkilerden de bahsediliyor. Ancak işçilerin serbest dolaşımı meselesi, Türkiye söz konusu olduğunda, AB ülkelerini alarma geçirmeye devam ediyor. Alman basınına bakılırsa, Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkan yalnızca Hıristiyan Demokrat siyasetçiler değil; Alman işadamları da Türkiye’nin üyeliği konusunu büyük bir kaygıyla izliyor. Türkiye için hazırlanan Müzakere Çerçeve Belgesi taslak metninde AB işgücü piyasasındaki ciddi çalkantılara karşı bazı önlemlerin alınması, hatta Türkiye’nin kendine özgü koşulları ve bunların iç pazara etkileri göz önüne alınarak Birliğin politikalarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğinden bahsediliyor.
Müzakereler öncesinde gelinen noktada Türkiye’nin coğrafî konumu, güvenlik ve askerî potansiyeli, nüfusunun büyüklüğü, ekonomik yapısı, tarihî ve dinî özellikleri dolayısıyla AB tarafından nevi şahsına münhasır bir ülke olarak görüldüğü açıktır. Söz konusu özellikler üyelik sürecinde Türkiye’yi zorlarken; aynı özelliklere farklı bir açıdan bakıldığında, Türkiye’nin üyeliği AB’nin geleceği için zorunlu hale geliyor. Coğrafî konumu nedeniyle her ne kadar sorunlu Orta Doğu bölgesini AB’ye komşu yapma potansiyeline sahip ise de, tersinden okunduğunda, aynı konum AB’nin hem küresel, hem de bölgesel meselelerde söz sahibi olmasını sağlayacak özellikler taşıyor. Nüfusunun büyüklüğü, dinî ve kültürel özellikleri açısından da benzer şeyleri söylemek mümkün.
Müzakereler sırasında Türkiye’yi zorlayacak olan yalnızca yukarıda ifade ettiğimiz başlıklar olmayacak; sürecin kendisi Türkiye’nin mevcut devlet yapılanması ve bürokratik kültürünü bir hayli zorlayacağa benziyor. Bununla ilgili olarak sorulması gereken birinci soru şu: Türkiye bürokraside, diplomaside, özel sektörde, medyada ve akademide süreci yürütecek yeterli insan unsuruna sahip mi? İkinci soru: Eğer sahipse, bu insan unsurunu etkin bir biçimde sürece dahil edecek mekanizmaları işletebilecek mi?
Paylaş
Tavsiye Et