ORTADOĞU’NUN bitmek tükenmek bilmeyen kanlı gündeminin dünyayı meşgul ettiği son yıllarda Afrika, sessiz sedasız küresel rekabetin yeni merkezi haline geldi. Son iki senedir ABD, AB, Çin, Hindistan, Japonya başta olmak üzere pek çok ülkenin liderleri, adeta birbirleriyle yarışırcasına ardı ardına kıtayı ziyaret ediyor, çeşitli anlaşmalara imza atıyor; Afrikalı liderleri ülkelerinde ağırlayarak zirvelere ev sahipliği yapıyor. Sömürgeci güçler olarak zaten kıtada eskiden beri güçlü bir şekilde varlığını sürdüren AB ülkelerinin yanı sıra 90’lı yıllarla birlikte Çin, Japonya, Hindistan, Güney Kore ve Brezilya da Afrika pazarına girdi ve stratejik ortaklık düzeyinde ilişkileri geliştirdi. Halihazırda Afrika üzerinde en büyük rekabet ABD ile Çin arasında cereyan ediyor ve bu rekabet önümüzdeki dönemde kıtanın kaderini doğrudan etkileyecek gibi görünüyor. Son dönemde kıtayla ilişkilerini hızla geliştiren ve geç de olsa denkleme girmeyi başaran yeni güç ise Türkiye.
Afrika’nın bir bütün olarak Türk dışişlerinin kapsama alanına girmesi aslında çok eski değil. Aralık 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’nin AB’den dışlanmasının şoku bunda etkili oldu. 1998’le birlikte İsmail Cem öncülüğündeki Dışişleri Bakanlığı, bir yandan komşularla gerilimleri yumuşatma ve Arap ülkeleriyle diyalog arayışına girdi, diğer yandan daha önce ihmal edilen bölgelere açılım yaptı. Bu çerçevede “Afrika Eylem Planı” hazırlandı ve çeşitli ziyaretler gerçekleştirildi. Ancak siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın devam ettiği bir ortamda, planlı ve kapsamlı bir girişimden ziyade tepkisel tercihlerle şekillenen bu adımların başarısı sınırlı kaldı. Ağır işleyen sürece ivme kazandıran asıl gelişme ise, AKP hükümetinin Aralık 2004’te AB’den müzakere tarihi almasının hemen ardından 2005’i “Afrika Yılı” ilan etmesi oldu. Böylece 1980’lerden bu yana Kuzey Afrika’yla ilişkilerini geliştirmekle yetinen Ankara, Sahra Altı Afrika’ya ilk kez açıldı. Türkiye’nin 12 Nisan 2005’te Afrika Birliği’nden “gözlemci ülke” statüsü almasının ardından giderek artan karşılıklı üst düzey ziyaretler ve imzalanan anlaşmalarla her alanda ilişkilerin hukuki zemini tesis edilmeye başlandı.
Türkiye-Afrika ilişkilerinin zirveye çıktığı sene ise 2008 oldu. Önce 31 Ocak-2 Şubat tarihlerinde gerçekleştirilen Afrika Birliği Zirvesi’nde Türkiye “stratejik ortak” olarak kabul edildi. Ardından 14-15 Mayıs’taki toplantıda Afrika Kalkınma Bankası ve Afrika Kalkınma Fonu’na hissedar üye oldu; böylece Türk işadamlarının kıtada daha güvenle yatırım yapmalarının önü açıldı.
Kuzey Afrika ülkeleriyle zaten uzun senelerdir diplomatik ve ekonomik ilişkileri mevcut olan Türkiye’nin, Sahra Altı ülkeleriyle ilişkisinde geldiği noktayı değerlendirmek gerekir: Halihazırda bölgede yedi büyükelçiliği bulunan Ankara, 2009 sonuna kadar 15 ülkede daha büyükelçilik açacak. Ticaret hacmi 2000 yılında 742 milyon dolar iken 2007’de 6 milyar dolara yükseldi; 2010 hedefi ise 30 milyar dolar. Kıtada yüzlerce Türk şirketi bulunuyor. Bunların doğrudan yatırımları 500 milyon doları aşıyor. Sadece 2007’de Türk müteahhitlerinin üstlendikleri projelerin toplam değeri 5,8 milyar dolardı. Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA), 2005’te Etiyopya/Addis Ababa’da, 2006’da Sudan/Hartum’da ve 2007’de Senegal/Dakar’da açtığı ofislerle ilk kez kıtaya girerek, insani-kalkınma yardımlarıyla ve yeniden yapılandırma programlarıyla kronikleşmiş problemlerin çözümü için adımlar atıyor. Türkiye’nin 2005’ten bu yana Afrika ülkelerine yaptığı kalkınma yardımları 600-750 milyon dolara ulaştı. Afrika’ya açılımın diğer bir ayağını oluşturan STK’ların faaliyetleri de eklenince toplam yardımlar 1-1,5 milyar dolar arasında seyrediyor.
Afrika ile ilişkilerin birkaç senede bu ölçüde ilerlemesinde, hükümetin de teşvikiyle iş dünyasının, insani yardım kuruluşlarının, araştırma merkezlerinin ve çeşitli derneklerin aktif faaliyetlerinin etkisi büyük. Türkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi 2005’ten bu yana Uluslararası Afrika Kongresi düzenliyor. Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu, Türk ve Afrikalı işadamlarını üç senedir Türkiye-Afrika Dış Ticaret Köprüsü toplantılarında bir araya getiriyor. Diyanet İşleri Başkanlığı da Kasım 2006’da Afrika ülkelerinden Müslüman dinî liderleri İstanbul’da buluşturdu. Kısaca ilişkiler sadece karar alıcılar düzeyinde ilerlemiyor, hızla tabana da yayılıyor.
Sadece Ağustos 2008’de bir hafta içinde İstanbul’da üç ayrı buluşma tertip edildi: 14-16 Ağustos’ta Türkiye-Afrika Sivil Toplum Kuruluşları Forumu, 19-20 Ağustos’ta Türkiye-Afrika İş Forumu ve 18-21 Ağustos’ta Birinci Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi. Taraflar arasında işbirliğini kurumsallaştırmak üzere, 175 STK’nın katıldığı ilk forumda Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları ve İşbirliği Platformu oluşturulmasına; oda başkanları ve işadamlarının bir araya geldiği iş forumunda ise Türkiye-Afrika Odası kurulmasına karar verildi. 53 Afrika ülkesinden 50’sinin bakanları ile devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla gerçekleştirilen işbirliği zirvesi ise, kıtayla ilişkilerin geldiği nokta açısından oldukça önemliydi. Zira bu düzeyde bir katılım, daha önce sadece Pekin’de düzenlenen Çin-Afrika buluşmasında gerçekleşmişti. Genelde Türk yetkililerin gösterdiği yakın ilgi, özelde ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bütün ülkelerin temsilcileriyle ayrı ayrı görüşmesi Afrikalı misafirleri oldukça memnun etti. Zirve sonunda, kapsamlı bir işbirliğini öngören “İstanbul Deklarasyonu” ile “Türkiye-Afrika Ortaklığı Çerçeve Belgesi” açıklandı ve her beş senede bir işbirliği zirvesinin toplanması kararlaştırıldı. Her ne kadar zirve, Türk basınının “soykırımcı Beşir” haberlerinin gölgesinde kalsa da, gerek kıtayla ilişkilerin geleceği gerekse Ekim ayında yapılacak olan 2009-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği seçimlerinden evvel Türkiye’nin Afrikalılara tanıtılması açısından oldukça başarılıydı.
Türkiye’nin girişimleri kıtada büyük bir teveccüh topluyor. Bunda büyük güçlerin enerji ihtiyaçlarını daha güvenli bir şekilde karşılamak ve elde kalmış ucuz ve kalitesiz mallarını satmak için Afrika’yı iyi bir pazar olarak gören anlayışına karşı, Türkiye’nin ilişkilere “eşitlik ve karşılıklı yarar üzerine kurulu uzun vadeli ve istikrarlı bir ortaklık” çerçevesinde yaklaştığına Afrikalıları ikna etmesi etkili oldu. Türkiye’nin sömürgeci bir geçmişinin olmaması da bunu kolaylaştırdı. Afrika üzerinden küresel rekabetin kızışacağı ve bunun da kıtada yeni çatışmaları kışkırtacağı önümüzdeki dönemde, komşularıyla problemlerini büyük ölçüde çözen ve bölgesinde barış için arabuluculuk girişimleriyle öne çıkan Türkiye ile ilişkileri stratejik ortaklık çerçevesinde daha da geliştirmek, “kara kıta”nın makus talihini yenmesinin önünü açar mı bilinmez. Ancak dış güçlerle onların yerli işbirlikçileri arasında sıkışıp kalan ve bunun bedelini bizzat kendi hayatlarıyla ödeyen Afrika halkları için en azından bir umut olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et