ÖNCE Filistin, ardından İsrail seçimleri Orta Doğu’da yeni bir dönemin habercisi. Şiddet sarmalından usanan seçmenlerin son tercihleri, denenmemiş hareketler/partiler. İsrail’de seçim sonuçlarının ve Filistin’de HAMAS’ın hükümet kurma çabalarının henüz neticelenmediği bir dönemde kaleme alınan bu yazı, İsrail ve Filistin’deki son durumu ve bölgeyi nelerin beklediğini ortaya koyma amacında.
İsraillinin Yeni Umudu Kadima!
Son altı ayda taşların yerinden oynadığı İsrail siyasetinde, 28 Mart erken genel seçimleri gerek seçmenlerin değişen tercihleri, gerekse uygulanacak politikalar açısından yeni bir dönemin habercisi durumunda. Zira yeni kurulan Kadima’nın seçimlerden galip çıkacak olması, İsrail siyasetinde geleneksel dinamiklerin yavaş yavaş önemini kaybettiğini gösteriyor.
Kadima daha ilk ayını doldurmadan, kurucusu Şaron’un siyaset sahnesine veda etmesi, ardından da HAMAS’ın seçim zaferi, seçmenlerin Likud’a kayacağı intibaını uyandırmıştı. Ancak Kadima anketlerde birinciliğini sürdürdü. Peki, İsrailli seçmenlerin bu tercihlerinin ardındaki sebepler nelerdi?
Seçim propagandalarının ana konusu, HAMAS ve Filistin’e karşı takınılacak tavır; bir başka deyişle adeta bir din halini alan güvenlik idi. İsrailli seçmenler 90’lı yıllarda çoğunlukla “barış yanlısı” İşçi Partisi’ni iktidar yaptı; ancak bu sürecin başarısızlığa uğramasıyla barışa dair ümitler zayıfladı. HAMAS’ın tek başına iktidar olduğu bir ortamda İşçi Partisi lideri Perez’in barış vurgulu vaatleri ve sosyo-ekonomik konuları öne çıkaran propagandası destek görmedi. İlginçtir, Likud lideri Netanyahu’nun sertlik yanlısı politikaları ve statükocu tavrı çok da fazla kabul görmedi. Zira İsrailliler, 2000’ler boyunca Şaron ile özdeşleşen bu politikaların bir sonuç getirmediğini, aksine güvenlik probleminin daha da arttığını bizzat tecrübe ettiler. Bu sebeple seçmenler, ABD’nin tam desteğini alan ve “kalıcı sınırları tek taraflı belirleme” vaadiyle öne çıkan Kadima’yı yeni bir umut olarak gördü. Bu başarıda Olmert’in propaganda taktiklerinin de etkisi büyük. Bir yandan HAMAS’a karşı tavrı ve Eriha Hapishanesi’ne düzenlediği baskınla Filistinlilere karşı sert ve tavizsiz olacağı yönünde mesaj vererek Likud’un, diğer yandan merkez partisi olma iddiasıyla İşçi Partisi’nin oylarını çekmeye çalıştı. Ölüm döşeğindeki kurucusu Şaron’un afişlerde bolca kullanılan resimleri de seçmeni partiye çeken diğer bir propaganda malzemesi oldu.
Olmert’in tek taraflı çekilme planı hayata geçirildiği takdirde, Kudüs de dâhil olmak üzere Batı Şeria’nın en az %42’si ilhak edilecek ve başkenti Doğu Kudüs olan yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulması imkansızlaşacak. Barışı sağlamaktan oldukça uzak bu ‘çözüm’, gelecekte taraflar arasındaki mücadeleyi artıracak olsa da, İsrail seçmeni Kadima’nın “kendi kaderlerini ancak kendilerinin belirleyebileceği” söylemini benimsemiş görünüyor. Yine Olmert’in tek yanlı çekilme planının bir nevi referandumu haline gelen seçimler, İsrail’in Yahudi karakterinin muhafazası karşısında “Büyük İsrail” doktrininin artık sonunun geldiğinin de bir göstergesi.
HAMAS’ı Zor Günler Bekliyor
Gelelim Filistin tarafına; HAMAS, hükümeti resmen kurmak üzere. Ancak işi hiç de kolay görünmüyor. Bir yandan HAMAS’ın değişmesi yönünde yapılan uluslararası baskılar ve İsrail’in izolasyon çabaları, diğer yandan yılların birikimi, çözümü oldukça zor iç sorunlar ve bir de HAMAS’ın başarısızlığını sabırsızlıkla bekleyen, hatta kapalı kapılar ardında örgütün “mezarının kazılması” için kulis yapanlar…
İsrail’in yanı sıra Orta Doğu Dörtlüsü, HAMAS’ın ‘meşru’ bir hükümet olarak kabul edilmesi için bir an önce örgütün şiddetten vazgeçmesi, İsrail’i tanıması, mevcut anlaşma ve yükümlülükleri kabul etmesini talep ediyor. Aksi takdirde Filistin yönetimini ayakta tutan dış yardımı kesmekle tehdit ediyorlar. Ancak tüm bu talepler dile getirilirken gözden kaç(ırıl)an önemli bir husus var: Acaba İsrail, HAMAS’tan beklediklerini kendisi bizzat uygulayacak mı? Zira İsrail’in ne Filistinlilere yönelik askerî operasyonlarını durdurmaya niyeti var, ne Filistin’i tanımaya (Oslo ile birlikte İsrail FKÖ’yü tanıdı ve muhatap aldı; Filistin Özerk Yönetimi ve Filistin hükümetini değil!), ne de bin bir çekinceyle sulandırarak altına imza koyduğu anlaşmaları uygulamaya. Zaten Olmert’in “tek taraflı geri çekilme” planı da bunu doğruluyor. HAMAS, benzer bir süreçten yaklaşık 15 yıl önce geçen ve İsrail’i açıkça tanıdığı ve şiddeti terk ettiği halde hiçbir şey elde edemeyen el-Fetih ile aynı hataya düşmek istemiyor.
HAMAS ekonomik müeyyide tehdidini şimdiye kadar sükûnetle karşıladı. Zira siyasî duruşunu para karşılığında terk etme niyetinde değil. Zaten yıllardır zor şartlarda hayatta kalma mücadelesi veren Filistinliler için bu tehditler yeni değil. El-Fetih iktidarında da gümrük vergileriyle yardımların dondurulması ve Batı Şeria ile Gazze arasında geçişlerin engellenmesi gibi taktikler uygulanıyordu. HAMAS, seçimde verdiği yolsuzluğa karşı mücadele sözünü tutup harcamalarda tasarrufa giderek kaynak oluşturma niyetinde. Yine HAMAS’ın bir başka umudu, kendisine yardım sözü veren Müslüman ve Arap hükümetleri ile halkları. Şimdiye kadar sosyal hizmetleriyle hayır faaliyetlerini yürütmesini sağlayan özel bağış ve yardımların devam edeceği umudu da örgütü rahatlatan bir başka unsur.
Öte yandan Batı, HAMAS’a yönelik tehditlerinin tonunu giderek düşürüyor. Zira müeyyidelerin katı bir şekilde uygulanması halinde, örgütün İran ve Hizbullah ile yakınlaşmasından endişe duyuyor ve Filistin Yönetimi’nin çökmesinin Batı’ya yönelik nefreti daha da körükleyeceğinin farkında. Bu sebeple enerji, sağlık, eğitim gibi insanî alanlarda kullanılmak üzere yardımların, HAMAS’ın eline geçmeyecek şekilde Mahmud Abbas kontrolünde veya STK’lar aracılığıyla Filistin halkına ulaştırılması düşünülüyor. Ancak bunun uygulanması kolay değil. Zira Filistin’de bütçenin güvenlik dışındaki kamu harcamalarının ekseriyeti zaten sağlık, eğitim, sosyal koruma gibi tamamen insanî projelere gidiyor.
HAMAS’a karşı farklı senaryolar var. Uluslararası baskı ve ekonomik müeyyidelerle HAMAS’ın “ılımlılaştırılması”; aksi takdirde hükümeti zayıflatıp muhalefeti güçlendirerek yıl sonundan evvel seçimlerin tekrarlanması suretiyle örgütün tasfiyesi gündemde. Yine HAMAS’ın iç mücadeleye girerek bölünmesini sağlamak da bir başka senaryo. Ancak burada dikkatlerden kaçan bir husus var: Bu senaryoların, HAMAS’ın halk nazarındaki meşruiyetini azaltmak bir yana, Filistinlilerin örgüte yönelik teveccühünü artırması ihtimali çok daha yüksek görünüyor.
Bu tartışmalar yapıladursun, bir yandan dış temaslarını yoğunlaştırarak kendisine yönelik izolasyonları kırmaya çalışan HAMAS, diğer yandan hükümet kurma çalışmalarını sürdürüyor. Ancak onu dış faktörler kadar -hatta belki çok daha fazla- iç faktörler de zorlayacak. Bu sebeple başta Devlet Başkanı Abbas olmak üzere el-Fetih ile ilişkilerini iyi tutmak zorunda. Zira el-Fetih mensupları yönetimin ve güvenlik birimlerinin her alanına tam manasıyla hâkim ve önümüzdeki günlerde iki grup arasında ucu çatışmaya varacak ciddi problemler çıkabilir. HAMAS’ı bekleyen asıl zorluk ise, önceki dönemde yolsuzluklara bulaşmış gruplar, mafya ve aşiretlerle mücadele. Üstelik, statükonun bozulmasından rahatsız grupların, HAMAS’ın bir an önce iktidardan düşmesi için, dış güçlerle el ele verip ülkeyi istikrarsızlığa doğru sürüklemeye çalışması ihtimal dışı değil.
Paylaş
Tavsiye Et