HALEP’te 1935 yılında Türk bir anneden doğan ve İslam dünyasının en tanınmış yönetmeni olan Mustafa Akkad, geride kendi sinema mesleği ve sinemanın İslam dünyasındaki yeri üzerine tamamlanmamış birtakım tartışmalar bırakarak bu geçici dünyaya Amman’daki kör tedhiş hareketiyle veda etti. Dünyanın en büyük sinema veritabanı olan ‘imdb’nin, kendisinden “Bir Müslüman Arap olarak Hollywood’da başarı sağlaması çok güçtü, ancak kimse onun bir yönetmen ve yapımcı olarak kabiliyetini inkâr edemezdi” diye söz ettiği yönetmen, Türk seyircisi tarafından özellikle Çağrı filmiyle tanınmış ve gönüllere taht kurmuştu. Ancak dünya sinemasında adını, bir yapımcı olarak, lanetlenmişliğin, pagan geleneğin bir unsuru olan cadı olgusunun ve ilginçtir ki bir çeşit terörün (2005 yapımı son çalışmasının adı, Halloween: Terörün 25 Yılı) resmedilmesi olan Halloween filmleriyle yazdırmıştı. Bilemiyoruz; insanoğlu ne zaman tabiat ve yaratılışın fıtrî yapısına aykırı bir tavır içinde olsa (Nobel, Titanik, Challenger, Süpermen, vb.), yine kendisi en büyük zarara duçar olmaktadır.
Daha ilk gençliğinde yönetmen olmayı kafasına koyan Akkad, lisedeki Amerikalı hocasının da desteğiyle, Amerika’nın halen en iyi sinema okullarından biri olan UCLA’ya, 1954’te 18 yaşındayken, babasının bir cebine 200 dolar, diğerine bir Kur’an-ı Kerim koyarak göndermesiyle gider. Ardından yine en iyi okullardan biri olan USC’de master yapar. Ünlü yönetmen Sam Peckinpah’ın Cezayir devrimi üzerine bir film yapmaya niyetlenmesiyle o projede yer alır; ancak ülkenin bağımsızlığını kazanmasıyla proje iptal olur. Amerika’nın en büyük TV kuruluşlarından CBS’e yapımcı olarak girer ve dünyanın her yerinde belgeseller yapmaya başlar. Biz Mustafa Akkad’ı, Batı’nın insan psikolojisini mahv u perişan etmeyi amaçladığı, bunu ticarî bir ranta dönüştürdüğü Halloween filmlerinin yapımcısı hüviyetinden ziyade, yönetmeni olduğu iki filmle hatırlayacağız: İslam’ın yeryüzünde hükümferma olmasını ve Peygamber Efendimizin eşsiz mücadelesini görkemli, duygulandırıcı bir dille görselleştiren Çağrı(1976) ve Kuzey Afrika’da İtalyan işgaline karşı iman dolu bir karşı çıkış sergileyen Ömer Muhtar’ı anlatan Çöl Arslanı(1981). Eşsiz müziği ve sinema salonlarında (ki bu şanslı seyircilerden biriydik) seyrettiğimiz haliyle sinemaskop görüntüleriyle, 1970’li yılların sonlarındaki varoluşsal duruş ve hissiyatımız gereği sosyal ve iktisadî değerlendirmelerimizle neredeyse sınıfsal bir konumlamaya tâbi tuttuğumuz (tabii bu veçheleri de vardır ancak sadece bunlardan mı ibarettir?) Çağrı (yine genişperde formatına sahip), bir istilanın psikolojik içyüzünü sergileyen, buna mukabil içinde insanca hür yaşamaktan başka bir saik bulunmayan, kadavraya dönmüş bir zihniyetin mekanize taarruzuna neredeyse etten-kemikten ve manevî hassayla karşı koyan, bunu incelikli estetik bir sinema diliyle işleyen Çöl Arslanı İslam ülkeleri sinemasında olduğu kadar dünya sinema literatüründe de hak ettiği yeri almıştır. Her ne kadar Çağrı’da yer yer insanın hamasî duygularını okşayan, dış dünyaya ve dışadönük psikolojiye yakın duruşuyla aksiyon yaklaşımını önceleyen, özellikle Mısır sineması estetiğini (buna karşıt olarak belli rafine oluş formlarını geliştiren, daha yalın ve sade bir sinema dili gerçekleştirmekte olan İran sineması örneklerini koyabiliriz) öne çıkaran sanatsal bir zaaf mevcutsa da, bir bütün olarak ele alındığında, İslam dünyası sanatı için kıvanç verici unsurlar da söz konusudur. Biz, bu olumlu ve yapıcı yanlarıyla bu eserlere yaklaşıyoruz ve kendi medeniyet dairemiz için geleceğe dönük bir ışık görmede bunları birer kilometre taşı addediyoruz.
Mustafa Akkad, hayatının son on beş yılını kendi öz benliğinin yapıtaşları olan derunî zenginliği sinema yoluyla nasıl aktarabileceğine dair projelere kafa yormaya vermişti. 1990’ların ilk yarısında, Türkiye’de atağa geçen bir televizyon kanalının yan kuruluşu olan bir film şirketinin daveti üzerine geldiği İstanbul’da, yapılan görüşmeler sonucunda, geniş çekim platoları yapıldığı takdirde İstanbul’un fethi filminin çekilmesi için ön görüşmeler yapılmıştı. Ne var ki, böylesi devasa bir projede elzem olan platoların yapımı için gerekli finansal altyapının temin edilememesi, bu teşebbüsü akim bıraktı. Ancak bu sevdadan vazgeçmeyen vefalı yönetmen, sonraki Türkiye temaslarında (özellikle 11 Eylül’den sonra), dünyada meydana getirilmeye çalışılan negatif İslam imajına karşı, Selahaddin Eyyubi, Fatih Sultan Mehmet ve Endülüs mahreçli bir konuyu işleyeceği projeleri hayata geçirmek arzusunda olduğunu belirtmekteydi. Ancak kader kendi yolunda yürüyecekti ve bunlar rahmetli Akkad için birer temenni olarak kaldı.
İslam Dünyasında Sinema
Genel olarak hâkim sinema çevrelerine bakıldığında, kendi sanayini kurmuş bir Hollywood sinemasından, Eurimages kuruluşuyla destek bulmaya çalışan bir Avrupa sineması ve münferiden Japon, Hint, Çin ve Latin Amerika sinemalarından söz edilebilir. Öte yandan, dünyada bugün konjonktürel olarak olumsuz bir İslam görüntüsünün verilmeye çalışılması, aslında İslam ülkelerini pozitif anlamda kışkırtıcı ve teşvik edici bir unsur olmalıdır. İnsanlık tarihi içinde İslam medeniyetinin dünya medeniyetine yaptığı katkıları işlemek, hatırlatmak anlamında sinema alanında bu ülkelerin yapabileceği çok şey olsa gerektir. Gerek belgesel, gerekse kurmaca formatında İslam ülkeleri sineması bir Rönesans’a gireceği gibi, bugün bariz bir şekilde ziyanda olan insanlığın da bundan alacağı çok şeyler olacaktır. Mesele, İslam Konferansı Teşkilatı’nın belli bir yaklaşımla Eurimages benzeri bir yapılanmayla ortak yapımlar için bir fon oluşturmasıdır; sonrasında film festivalleri ve film marketlerin düzenlenmesi için bir adım atılması çok yerinde olacaktır. Böylelikle hem sinema için bir işbirliği ve alışveriş imkanı doğacak, hem de millî ve özel televizyonlar için şimdiye kadar görülmemiş bir pazar oluşacaktır. İslam dünyasında bu potansiyel mevcuttur; sadece bunun bir koordinasyon içinde harekete geçirilmesi gerekmektedir. Bugün İslam ülkelerinde sinemasal anlamda bir araya gelinen en önemli zeminler İstanbul, Tahran, Kahire, Ugadugu (Burkina Faso), Almatı, Saraybosna ve Temasya (Malezya) film festivalleridir. Dolayısıyla bu ortak kurul için gerekli insan unsuru söz konusu merkezlerde mevcuttur. Bu, içine kapalı bir yapılanma olmayıp, gerektiğinde dünyanın diğer ülkeleriyle de ortak yapımlara girilebilecektir. (Örnek olarak, Son Peygamber, İslam-İnanç İmparatorluğu gibi filmler; ayrıca İran ve Afrika’nın Fransa’yla yaptığı ortak çalışmalar verilebilir.) İslam ülkelerinde, böylesi projelere kaynak bulunabilir; Çağrı, Arap ülkelerinin yaptığı katkıyla 17 milyon dolara çekildi; Çöl Arslanı’nın bütçesi ise Libya’nın yaptığı katkıyla 35 milyon dolardır. Sinemadan hareketle, bugün artık İslam dünyasının entelektüel bir yaklaşımla, sanatın diğer disiplinlerine de gereken ağırlığı vererek, hem kendine hem de bütün insanlığa yapıcı ve aşkın bir hamle sunması bekleniyor. Akkad’ın ruhu şad olsun...
Paylaş
Tavsiye Et