2006 KASIM’INDA Lübnan’da art arda yaşanan gelişmelerle siyasi kriz daha da tırmandı. Altı bakan hükümetten istifa ederken, Hariri suikastına ilişkin uluslararası mahkeme kurulmasına karar verildi. Tam da bu noktada Lübnan siyasi hayatına damgasını vurmuş önde gelen Maruni ailelerden birinin mensubu Sanayi Bakanı Piyer Cemayel suikasta kurban gitti. Geçen sayıdaki yazımı “bu kritik iç siyasi yapıda önümüzdeki günlerde asıl belirleyici unsur, yine dış güçlerin nüfuz mücadelesi ve tabii ki provokasyonları olacak” cümlesiyle sonlandırmıştım. Bu noktadan hareketle yaşanan gelişmeleri ayrıntılarıyla ele alalım.
Lübnan’da son iki yıldır yaşanan gerginlikler İsrail saldırılarının ardından yeni bir boyut kazandı. Özellikle Refik Hariri suikastıyla Suriye karşıtları lehine değişen dengeler, Hizbullah’ın saldırılara karşı başarılı bir direniş sergilemesiyle sarsıldı. Hizbullah 1701 sayılı BM kararı uyarınca ateşkesi kabul ederken, güçlü bir ordu ve gerçek manada temsil gücüne sahip bir milli mutabakat hükümeti kurulmadığı sürece silahsızlandırma girişimlerini savaş nedeni sayacağını ifade etmişti. Ateşkesin ardından nüfus gerçekleriyle örtüşen yeni bir hükümet kurulması konusunda ısrar eden Hizbullah, savaş sırasında elde ettiği askerî üstünlüğünü, siyasi alanda da pekiştirmek niyetinde olduğunu ortaya koydu. Böylece BM kararı bahanesiyle hükümetin kendi aleyhinde bir karar çıkartmasını da önleyebilecekti.
Geçen ay Hizbullah’ın, müttefikleri Emel hareketi ve Maruni Mişel Avn’ın öncülüğündeki muhalefet cephesinin desteğiyle, hükümette daha fazla söz sahibi olma, aksi takdirde barışçı gösterilerle erken genel seçimleri zorlama tehdidi karşısında Lübnanlı yöneticiler bir araya geldiler. Yapılan müzakerelerden bir sonuç çıkmaması üzerine hükümetteki bütün Şii bakanlar ile Cumhurbaşkanı Lahud’un kontenjanından atanan Hıristiyan bakanlardan biri istifa etti. Böylece meşruiyeti büyük ölçüde zedelenen hükümet, BM’nin Hariri suikastına ilişkin uluslararası mahkeme kurulması yönündeki taslağını, muhalefetin ulusal bir mahkeme kurulması ısrarına rağmen kabul etti. İstifaların ardından hükümetteki bakanlıkların üçte birine sahip olmadıkça kabineye geri dönmeyeceğini ilan eden Hizbullah’ın halka sokağa dökülme çağrısı yaptığı bir sırada, Cemayel’in suikasta kurban gitmesiyle tam aksi bir gelişme yaşandı ve Suriye ile Hizbullah karşıtları sokaklara döküldü.
İki yıldır devam eden suikastlar zincirine eklenen bu yeni halka ile Lübnan’ın Suriye karşıtları ile yandaşları arasındaki bölünmüşlüğü daha da derinleşti. Suriye ve yandaşları bir kez daha hedef haline geldi. Peki yaşanan bu son gelişmeler ne manaya geliyor?
Kuruluşundan bu yana Lübnan’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri hemen her defasında büyük gerilimleri, hatta çatışmaları beraberinde getirdi. Son yaşanan gerilimler ve suikast da bu süreçten bağımsız değerlendirilemez. Zira iki yıl önce yine cumhurbaşkanlığı seçimleri yüzünden patlak veren ve ülkedeki dengeleri altüst eden gelişmelerin ardından bu koltuğa kimin (daha doğru bir deyişle hangi dış gücün desteklediği kişinin) oturacağı konusunda taraflar arasında büyük bir rekabet yaşanıyor. Geçen defa Hariri suikastı ortamında yapılan erken genel seçimlerde Suriye karşıtları büyük bir zafer kazanmış ve ilk kez bir grup mecliste çoğunluğu elde etmişti. Önümüzdeki yıl yeni cumhurbaşkanını seçecek mecliste sayısal dengelerin değişmesi Suriye yanlılarının en büyük arzusu. Bu nedenle adil bir seçim kanunu hazırlanması ve erken genel seçim için bastırıyorlar.
Gelelim Suriye’nin hedef gösterildiği Cemayel suikastına. Gerek iç savaş sırasında izlediği politikalarla gerekse sonrasında imzaladığı anlaşmalarla Lübnan’ın başta güvenliği olmak üzere iç işlerine tam manasıyla müdahil olan ve hatta istihbaratı, Lübnan polisine ait yetkilerin bir kısmını yerine getiren Suriye’nin sicili aslında hiç de temiz değil. Ancak bölgede dengelerin kendi lehine kaymaya başladığı bir dönemde, üstelik Lübnan’daki askerî varlığını sona erdiren ve siyasi etkinliğini zayıflatan Hariri suikastı tecrübesini yaşamış bir Suriye’nin, iddia edildiği üzere bu suikastta parmağının olması için kelimenin tam anlamıyla ‘deli’ olması gerekir. Zira gerek Lübnan’daki müttefiki Hizbullah’ın İsrail’e karşı direnişiyle halk nezdindeki itibarını artırdığı, gerekse Irak’ta iç savaşın iyice şiddetlenmesiyle batağa saplanan Bush yönetiminin özellikle Kongre seçimlerinde alınan yenilginin ardından bölge politikalarına ilişkin değişim sinyalleri verdiği ve 25 yıl aradan sonra Irak’la ilk kez diplomatik ilişkileri başlattığı bir dönemde bu suikast, Suriye’yi bir kez daha köşeye sıkıştırabilecek nitelikte.
Cemayel’e yönelik suikastın asıl hedefi, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde İsrail saldırılarının ardından Hizbullah ve Suriye lehine değişen dengeleri yeni bir Suriye karşıtı havayla bozmak. Özellikle eskinin sıkı Suriye karşıtı ancak sürgünden döndükten sonra Suriye yanlılarıyla kurduğu ittifakla Hıristiyanlar arasında ciddi bir bölünmeye sebep olan halihazırda meclisin en güçlü ismi Mişel Avn’ın gücünü kırmanın ve Hıristiyanları Suriye karşıtlığında yeniden bir araya getirmenin elzem olduğu bu dönemde Maruni bir ismin hedef alınması tesadüf olmasa gerek.
Siyasi Kriz Lübnan’ı Nereye Sürükleyecek?
Suriye karşıtı liderlerin gerek İsrailli ve Amerikalı yetkililerle Beyrut’taki ABD konsolosluğunda, gerekse Batı başkentlerinde yaptıkları görüşmelerin yanı sıra, bazı istihbarat örgütleriyle koordinasyon içerisindeki Hıristiyan gruplara silah sevkıyatının daha da hız kazandığına dair haberler suikast öncesinde basına yansımıştı. Bu durum önümüzdeki dönemde ülkeyi iç savaşa sürükleyebilecek yeni bir suikast ve çatışma dalgasını beraberinde getirebilir. Öte yandan en geç 2006 yazına kadar İsrail’in bir kez daha Lübnan’a saldırarak Hizbullah karşısındaki yenilgisinin rövanşını almaya çalışacağı da sıkça dillendiriliyor.
Ancak her şeye rağmen ülkedeki gidişatın seyrini iç dinamiklerden ziyade bölgesel gelişmeler ve dış güçlerin rekabet/işbirliği girişimleri belirleyecek. Bush yönetiminin Irak’ta her geçen gün tırmanan iç savaşı yatıştırabilmesi ve Hamas ile Hizbullah direnişinin kırılabilmesi amacıyla Suriye (ve İran) ile işbirliğine gitmesi durumunda, Suriye karşıtları (tıpkı 1990’da Körfez Savaşı öncesinde olduğu gibi) bir kez daha Irak rüşveti karşılığında ABD’nin ihanetine uğrayabilirler. Zira özellikle Suriye’yi devre dışı bırakarak Ortadoğu’daki sorunlara çözüm bulmak mümkün değil. Bu suikast ve BM’nin kuracağı uluslararası mahkeme, hedef haline gelen Suriye yönetimini Irak konusunda ABD ile daha yapıcı ilişkiler geliştirmeye zorlayacaktır. Suriye’nin Lübnan’da son 30 yıldır sık sık değiştirdiği ittifaklarla statükoyu korumak yönündeki politikası göz önüne alındığında bu hiç de ihtimal dışı görünmüyor.
Paylaş
Tavsiye Et