ORTADOĞU’DA savaş ile barış arasında gidip gelen ibreler, yaklaşmakta olan ABD seçimlerinin de etkisiyle, uzun bir aradan sonra tekrar barışa doğru kayıyor. ABD girişimleriyle yapılan Annapolis Konferansı’nın ardından Aralık ayından bu yana herhangi bir ciddi ilerleme kaydedilemese de Filistin-İsrail arasında doğrudan barış görüşmeleri devam ediyor. Türkiye aracılığında İsrail-Suriye barışı ve Mısır aracılığında Hamas-İsrail ateşkesi için dolaylı görüşmeler yürütülüyor. Irak’taki Sünni grupların hükümete geri dönmesi için müzakereler sürüyor. Bu gelişmelerin bölgede kalıcı barışı sağlaması zor görünse de yıllardır süregelen baskıcı, tecrit edici ve çatışmacı ilişkilerin artık tıkanma noktasına geldiği aşikâr. Siyasetin çoktandır tıkalı olduğu Lübnan’da ise Mayıs ayında çatışmadan uzlaşmaya bir dizi gelişme yaşandı.
Lübnan hükümetinin, Hizbullah’ın İsrail’e karşı direnişinde, başarısının temel araçlarından biri olan özel telefon şebekesini yasadışı ilan ederek bununla ilgili soruşturma başlatma kararı alması; ayrıca Beyrut havalimanındaki kamera görüntülerini gizlice Hizbullah’a ulaştıran düzeneğin ortaya çıkarılmasının ardından havalimanı güvenlik şefini görevden alma girişimi, zaten gergin olan iktidar-muhalefet ilişkilerinde bardağı taşıran son damla oldu. Bu kararların hemen ardından 6 Mayıs’ta Hizbullah lideri Hasan Nasrallah bir basın toplantısı düzenleyerek şunları söyledi: “Bu karar, ABD ve İsrail’e vekaleten Hizbullah’a ve silahlarına karşı bir savaş ilanıdır… Bize göre yeni bir döneme girilmiştir. Artık Lübnan’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Nasrallah, mevcut siyasi krizden çıkış yolunu da baştan ilan etti: “Anlaşma zemininin iki önemli temel taşı var: Birincisi bu illegal kararların ve illegal hükümetin ilgası; ikincisi uzlaşma için masaya oturulması. Bundan başka çıkış yolu yoktur. Burada bize karşı ilan edilmiş bir harp var, kendimizi savunma hakkımızın olduğunu ilan ediyoruz.”
Bu konuşmanın ardından Hizbullah ile iktidar gruplarına bağlı milisler arasında çatışmalar başladı. İktidar gruplarına bağlı silahlı güçlerin kısa sürede dağılması karşısında Hizbullah milisleri, iki gün içinde kolaylıkla Sünnilerin yoğunlukta olduğu Batı Beyrut’un kontrolünü ele geçirdi. Hariri grubuna bağlı medya kuruluşları kısmen yakıldı ve yayınları durduruldu; Sünni lider Saad Hariri ile olayları kışkırtan Dürzi lider Velid Canbolat’ın evleri kuşatıldı. Beklenmedik bu gelişmeler karşısında hükümet geri adım atarak Lübnan ordusunu devreye soktu. Ordu Komutanı Mişel Süleyman’ın hükümetin kararlarını geçersiz saymasıyla taraflar geri çekildi. Ancak ülkenin çeşitli bölgelerinde çatışmalar yer yer devam etti. Yaklaşık bir hafta süren çatışmalarda 81 kişi öldü, 250 kişi yaralandı.
Tarafları iç savaşın eşiğine getiren bu kriz, uzlaşmanın da önünü açtı. Zaten bölge üzerinde nüfuz mücadelesi veren ülkeler de, değişen dengeler karşısında zaman kazanmak ve bir sonraki adım için hazırlık yapmak üzere uzlaşmaya yeşil ışık yakmıştı. 16 Mayıs’ta Arap Birliği’nin girişimi ve Katar’ın arabuluculuğunda Doha’da bir araya gelen taraflar, 5 gün süren müzakerelerin ardından 18 ayı dolduran siyasi krizin çözümü konusunda uzlaştı. Buna göre, yeni seçim yasasının hazırlanmasına giden yol açık tutulacak, 2009’da genel seçimlere gidilecek, ulusal birlik hükümeti kurulacak (iktidar 16, muhalifler 11 bakana ve veto hakkına sahip olurken, 3 bakanı da Cumhurbaşkanı atayacak), iç çatışmalarda silah kullanılmayacak, Beyrut’un merkezindeki muhaliflere ait protesto amaçlı çadırlar kaldırılacak ve oturma eylemine son verilecek.
Hizbullah öncülüğündeki muhalifler açısından siyasi bir zafer olan bu uzlaşmanın ardından, Eylül 2007’den bu yana muhaliflerin boykotu nedeniyle yapılamayan ve tam 19 defa ertelenen cumhurbaşkanlığı seçimleri 25 Mayıs’ta yapıldı. 23 Kasım’dan beri boş olan cumhurbaşkanlığı makamına Ordu Komutanı Mişel Süleyman seçildi. Genelkurmay başkanlığı sırasında ordunun tarafsızlığını koruduğu için takdir toplayan ve Suriye ile Hizbullah’a yakın bir isim gibi görünen Süleyman’ın adaylığı konusunda, Annapolis Konferansı’nın hemen ardından Kasım sonunda uzlaşılmış; ancak muhalifler diğer taleplerini hükümete kabul ettirmek için seçimlerin yapılmasına engel olmayı sürdürmüşlerdi.
Mevcut krizin uzlaşmayla sona ermesi, taraflar arasındaki ilişkilerin geleceğine iyimser bakmayı sağlamıyor maalesef. Zira Hizbullah’ın askerî güç kullanarak dengeleri değiştirmesi ve iç savaş tehlikesi karşısında siyasi gruplar kerhen uzlaştı; gerilimin ardındaki asıl sebepler (ki bunlar, nüfus dengeleriyle alakalı zayıf ve parçalı siyasi yapının yanı sıra dış güçlerin müdahale ve kışkırtmasıyla doğrudan bağlantılı) ortadan kalkmadıkça kalıcı bir çözüme ulaşmak pek de mümkün görünmüyor. Önümüzdeki süreçte özellikle de Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve Refik Hariri suikastı gibi netameli konular, eğer gündeme getirilebilirse, yeni karışıklıklara yol açacaktır. Yine iç siyasi dengeleri değiştirecek bir husus olduğundan seçim sisteminin değiştirilmesi meselesi de, 15 sene süren iç savaşın ana sebeplerinden biri olduğu düşünüldüğünde, meşakkatli olacaktır. Zira Şiilerin önünü açacak bu gelişme, mevcut sistemden en fazla yarar sağlayan Maruni Hıristiyanlar ile Sünnilerin ve tabii onların dış destekçilerinin hiç de hoşuna gitmeyecektir.
Herkesin gerçek gücünün ortaya çıktığı bu son gelişmelerin ardından tarafların pozisyonlarını da değerlendirmek gerekir. Hizbullah beklenmedik bir anda hızla krizi tırmandırarak Lübnan’ın en etkili askerî gücü olduğunu ispatladı. Bırakın silahsızlanmayı, haberleşme ağına yönelik herhangi bir hareketi dahi asla kabul etmeyeceğini çok net bir şekilde gösterdi. Bundan sonra siyasi dengelerde Hizbullah’ı es geçerek herhangi bir karar almak mümkün olmayacak gibi görünüyor. Ancak kuruluşundan bu yana ilk kez silahlarını içerideki rakiplerine karşı kullanması nedeniyle farklı mezheplerden Lübnanlılar arasında itibar kaybına uğradı; bundan sonraki süreçte Hizbullah’ın niyetleri daha fazla sorgulanacaktır.
Hizbullah’ın bu beklenmedik çıkışı karşısında geri adım atmak zorunda kalan Batı’nın ve “ılımlı Arap” ülkelerinin desteklediği iktidar gruplarına gelince, olaylara uzaktan seyirci kalmakla yetinen Hıristiyan gruplar dışındaki Sünni ve Dürzi blok güç kaybetti. Dahası Hizbullah’a karşı harekete geçmeleri için kendilerini kışkırtan dış güçlerden bekledikleri desteği bulamamaları hayalkırıklığına yol açtı. Kurulacak ulusal birlik hükümeti ilk anda iktidarın kan tazelemesine yardımcı olabilir; ancak bu, taraflar arasında son olaylarla birlikte daha da artan rekabeti ve husumeti ortadan kaldıramayacaktır. Nasrallah’ın dediği gibi Lübnan’da bundan böyle hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı aşikar; ancak ülkenin, dış güçlerin bölgesel pazarlıklarında mevzi kazanmak için kullandıkları bir koz olma özelliği önümüzdeki süreçte de devam edecektir. Hele ki barış görüşmelerine rağmen mezhepsel kutuplaşmanın kıştırtıldığı ve İran’a ABD saldırısının gündemde olduğu bir dönemde...
Paylaş
Tavsiye Et