İŞÇİ mücadelesinde sadece siyasal iktidara tabiri caizse çemkirmeyi hedef alan bir zemin doğru değil. Daha kapsayıcı bir perspektiften bakılması gerekiyor. Sosyalist mücadelede de işçi sınıfının mücadelesinde de emek-sermaye çelişkisi temelli yaklaşımlar tek başına yeterli olamıyor. Bunun içerisine etnik kimlik ve inançlarından ötürü ötekileştirilenlerin de katılması gerekiyor. Sol, bu yönde bir genişleme sağlamalı. Bütün dünyada solcular, Marksistler bu alternatifleri konuşuyorlar. Ama biz Türkiye’de bu amentülerin dışına çıkıp ezber bozan şeyler söylediğimizde aforoz ediliyoruz, liberallikle itham ediliyoruz. Türkiye’deki sol, ezberlerini hiçbir zaman tartışmadı, hep üçüncü dünyacı teorilerinde saplanıp kaldı. Solun içerisinde de bir statüko var. Bir defa Marx tartışılmaz değil. Aksine, Marx doğruluğunu bilakis diyalektiğe, tartışmaya borçlu. Marx’ın yaşadığı konjonktür işçi sınıfının iktidarını öngörüyordu, o günkü koşullar onu gerektiriyordu. Ama bugün bütün ötekileri kapsayacak bir perspektifle yaklaşırsanız ancak çözüm bulabilirsiniz. Sendikal mücadelenin anlamı da aslında böyle doğruluk kazanır.
Mesela Tekel işçilerinin eylemi… Siyasal iktidara karşı bir muhalefete indirgiyorlar emek mücadelesini. Buradan hiçbir çözüm çıkmaz. Bir mücadele yürütülecekse, mesela özelleştirmeler gerçekleştirilirken sendikalar olarak siz ne yaparsınız? İşçi maliyetlerinin de özelleştirmeye dâhil edildiği bir rapor hazırlayıp siyasal iktidara, yürütmeye sunarsınız. Göreviniz budur. Ama iş o kadar politikaya angaje oldu ve sadece muhalefet etmeye indirgendi ki sağlıklı hiçbir çözüm çıkmıyor ortaya. Sendikalar kapsamlı bir çalışma yürütselerdi Tekel sorunu daha önce de çözülebilirdi. Ama “sarı sendika” kavramına uyan bir ağalık oluşmuş. Marx’ın “sarı sendika” diye tanımladığı, sadece ekonomizm temelinde dönen bir anlayış var. Sendikalarda ciddi bir rant dönüyor. Gerçek maddi rakamlar, resmî belgelerde yazılanların üçte biri kadar bile değil. Bakıyorsun, bir adam 30 yıl sendikanın başında oturuyor. Sendikalardaki bürokratik karar alma süreçleri kapalı kapılar ardında ve tamamen işçilerin iradesinin dışında gelişiyor ve işçiler temsil edilemediklerini söylüyorlar. Mustafa Türkel’in istifa etmesinin arkasında yatan şey de buydu. Sivil toplum örgütleri ile siyasal iktidar arasında elbette mesafe olur. Ama sadece siyasal iktidarın ya da patronların işçi sınıfına ve sendikalara mesafeli olmasına yüklenerek açıklayamazsınız her şeyi. Siz adım atmak durumundasınız. Çünkü siz illegal bir devrimci parti falan değilsiniz, yasal sınırlar içerisinde mücadele ediyorsunuz. Leninizm de bunu gerektiriyor ama biz çok yanlış algılıyoruz bu süreçleri.
İşçi düşmanı, grev kırıcı MHP’nin -hatta birebir cinayetler işlemişlerdir, bunlar iddia değil mahkeme kayıtlarına geçmiştir- şimdi bu mücadelenin içerisinde yer almasının anlamı çok açık. Ama işçiler onların buradan bir rant çıkaracaklarının farkındalar. Geçen gün çadırda işçilerle konuşurken CHP’li Nur Serter girdi içeriye, işçiler takmadılar bile. Onların döneminde ne ağır şeyler çektiklerini biliyorlar çünkü. Bugün yaşanan sorunda siyasal iktidar birebir aktör olarak karşılarında duruyor ama bu bir sistem sorunudur. Kapsamlı bir yaklaşımla siz bu soruna eğilmezseniz Tekel işçileri biter, şeker işçileri başlar ve bugün AKP iktidarı, yarın başka biri bu sorunlarla yine karşılaşır.
Polis ilk günlerde müdahale ettiğinde işçiler “Kandilden gelenlere gül, bize cop” diye bağırıyorlardı. Bu, “Bize yaptığınızı onlara da uygulayın” demek. Bu yaklaşım içerisinde mücadele etmek mümkün değildir. Her kesim için demokrasi isteyeceksiniz, bütün ötekiler için. Mesela Ufuk Uras, sosyalist bir milletvekili, türbanlı öğrenciler için Meclis’te bir basın açıklaması düzenleyeceğim diyor. Bu yaklaşımı elde edersek mücadele bir anlam kazanabilir. Düşünün Sovyetler’deki devrim siz Katoliksiniz, siz Protestansınız diye işçileri ayırdı mı? Ama Türkiye’de sol bu yanlışa düşer. Bu yüzden de maça 1-0 yenik başlar. Bu entelektüel düzeyde bir sorundur. Marx’ın bu konuda “Din afyondur” sözü çok yanlış anlaşılmıştır. Oysa bunun devamında “Vicdansız dünyanın da vicdanıdır” diyor. Bu perspektifle yaklaşması gereken sol, Türkiye’de dinle arasında bir mesafe varmış gibi davranıyor ve bunu ulusalcılık diye adlandırıyor. Türkiye’ye özgü bu akımın solla da hiçbir alakası yok. Bu faşizmle eşdeğer bir görüş bence. Sendikalarda da çok büyük oranda bunlar hâkim. O yüzden de gelişemiyor işçi sınıfı.
Paylaş
Tavsiye Et