TÜRKİYE’NİN idaresi söz konusu olduğunda belli kesimler nalıncı keserini bir türlü ellerinden bırakmak istemiyor. Devlete idareci yetiştirmekle maruf fakültelerimizde “mahalli idareler” dersi veren hocalar, 1994 yerel seçimlerine kadar merkeziyetçilikten şikayetle yetki genişliğini savunurken, ideolojilerine uymayan bir partinin belediyeleri kazanması üzerine tam tersi bir tutum içine girmişlerdi. Yine Özal’ın cumhurbaşkanlığı sırasında bu makamın yetkilerinin sınırlandırılmasını ısrarla dile getiren hocalar, Demirel’in ve Sezer’in dönemlerinde bu makamın dengeleyici rolünün önemine vurgu yapmaya başlamışlardı. Önümüzdeki dönemde ibrenin tekrar cumhurbaşkanının yetkilerinin tahdidine yönelik önerilere döneceği kesin.
Kendi kurdukları oyunun kurallarını değiştirmeye heveslenen anayasal muhafızların, iktidarın cumhurbaşkanlığı seçimine kadar yıpranacağı yönündeki beklentileri gerçekleşmedi: İktidar beş yıl önceki seçmen kitlesini kaybetmedi ve Çankaya’ya minare sevdalısı birinin çıkabilme ihtimali büyüdükçe büyüdü. Cumhurbaşkanı’nı seçecek Meclis’e hakim iktidar partisinin adayını erken açıklamaması, gerilimleri azaltan bir taktik olarak muhalefeti zor durumda bıraktı. Köşeye sıkışan muhalefet güçleri, neredeyse üniforma giyecek ya da anayasaya cumhurbaşkanının sahip olması gereken nitelikleri sayan ek maddeler getirmeyi teklif edecek kadar sıkıntı ve gerginlik içinde. Cumhurbaşkanlığı için anayasada yazılı olanların dışında koşullar arayan sığ ve derin muhalefet kesimleri, siyasi çizgisinin tarihi, sınıfsal aidiyeti ve eşinin başörtüsü yüzünden Başbakan’ı Çankaya’ya çıkarmamanın yollarını arıyor. Bazı anayasa hukukçuları kendileri gibi düşünmeyen ve yaşamayan bir adayın cumhurbaşkanı olmasındansa, sivil rejimin asker vesayetine girmesini tavsiye edebilecek açıklamalar yapabiliyor Türkiye’de.
Bütün mesele, kurgulanan oyunda ilelebet ebe kalması mutasavver olan ve mukadder görülen büyük bir topluluğun, artık kuralları dayak yiye yiye ezberlemiş, yenile yenile yenmeyi öğrenmiş olması. Türkiye’nin üçte birini temsil eden bu kesimin kurbanı olageldiği kuralların efendiliğine soyunması ‘muhafazakâr’ güçleri rahatsız ediyor.
Kritik Kırk Gün
Cumhurbaşkanlığı seçiminin takvimi dahi tek başına muhtemel anti-demokratik müdahale imkanlarını ele veriyor. 21 Mart Nevruz Bayramı ile 1 Mayıs İşçi Bayramı arasındaki kritik kırk gün, ülkenin geleceğini belirleme hakkını millet iradesine bırakmak istemeyen kesimlerin tehlikeli çırpınışlarına şahit olacak.
Bu kırk günün neredeyse bütün hafta sonları büyük nümayişler için paylaştırılmış durumda. 8 Nisan, CHP’yi eylemde güç birliğine çağıran DSP’nin Ankara’daki miting tarihi. Milli iradenin tecelligahı olan Meclis’in “Cumhuriyet’in kurucu felsefesi”ne (!?) aykırı bir cumhurbaşkanını seçmesinden korkan anti-demokratik güçler, emekli Orgeneral Hurşit Tolon’la adını duyuran Milli Uyanış ve Güç Birliği Platformu önderliğinde 14 Nisan’da büyük bir nümayiş düzenleyecek. Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un başkanı olduğu Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ise “15 Nisan saat 15:00’te Anıtkabir’de” yani cumhurbaşkanlığına aday gösterme süresinin başladığı günün hemen arifesinde hemdemlerini toplayacak.
Cumhurbaşkanlığına adaylık süreci ise 25 Nisan’da bitiyor. Asıl adayın sağlık sorunu gibi beklenmedik bir olayla karşılaşılması durumunda adaysız kalmamak için iktidar partisinin iki aday göstermesi beklenebilir.
Başbakan, Cumhurbaşkanı Olur mu?
Başbakan Erdoğan’ın aday olmasını bekleyenler ise onun zealot kişiliğini küçümsedikleri için hayal kırıklığına uğrayabilirler. Erdoğan her şeyden önce meydanların efendisi; açık hava konuşmalarında gözlerine kilitlenen kitlelerin enerji transferiyle hayat pillerini şarj eden bir politikacı. Bakanlar Kurulu’nda ve yakın çevresinde projeleri sonuna kadar kendisi götürecekmiş gibi konuşan, yürütme erkinin en önemli mevkiini apolitik bir tepede oturmaya tercih ettiğini hissettiren ve belki bu yüzden hâlâ atanmışların takım erkine sert konuşmalarıyla kafa tutmaktan çekinmeyen Başbakan Erdoğan, kalecileri ters köşeye yatırmayı seven bir oyuncu (Ayrıca İETT futbol takımında 11 numaralı formayı giydiği için 11. Cumhurbaşkanı olacak diye bir şart da yok). 1998’de kendisine halef olacak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı ve 2002 seçimlerinde Başbakan’ı son dakikaya kadar açıklamama sebatını, 2007’nin Cumhurbaşkanı adayının açıklanması konusunda da göstererek, hem gereksiz gerginlikleri ve erken karalama kampanyalarını önledi, hem de kendisine, ince ince düşünerek son anda karar değiştirebileceği bir manevra alanı kazandırdı. Çekirge üçüncü sıçrayışını kazasız belasız atlatacak gibi görünüyor.
Seçimin ilk oylamasının 1 Mayıs gibi sorunlu bir tarihte yapılacak olması, İşçi Bayramı’nda asker müdahalesiyle sonuçlanabilecek provokatif kutlama eylemlerine meydan verilebileceğini akla getiriyor. Milli iradenin tecellisine ve demokratik teamüllerin işleyişine bel bağlayan halkın, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonrasında -TBMM’nin ve Köşk’ün kuşatılması dahil- her türlü kışkırtmaya hazır olması gerekiyor. Geçen yıl yine ADD’nin düzenlediği bir gösteride Tuncay Özkan’ın CHP otobüsü üzerinde yaptığı konuşmada “Çankaya’ya barikat kuracağımız günler gelecek” dediğini unutmamak lazım. Bilmem “tehlikenin farkında mısınız?”
Son aylarda Türkiye siyasetinde icra edilen bütün eserlerde leitmotif, cumhurbaşkanlığı seçiminde iktidar partisinin açıklayacağı aday üzerine olmuştur. Muhalefetin söylediği bütün şarkıların arka fonunda duyulan “Başbakan, Cumhurbaşkanı olamaz” nakaratı üzerine yapılacak her analiz, icracıların önündeki defterde yazılı olmayan notalara dikkat çekmelidir.
Bütün dünyada cumhurbaşkanlığı seçimleri her zaman büyük tartışmalar içerisinde geçmiştir ve geçecektir. X şahsın seçilmesiyle rejimin tehlikeye gireceği mesajını veren tek muhalefet de Türkiye’de olmadı şüphesiz. Ancak Türkiye’de çok partili demokratik hayatın şimdiye dek örtülü ve açık darbelerle uğradığı kesintiler, bizi önümüzdeki kırk günü endişe ve teyakkuz içinde geçirmeye sevk ediyor.
Paylaş
Tavsiye Et