Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2004) > Dünya Siyaset > “Avrasya ekonomik heyecanı” Türk-Rus ilişkileri canlandırılabilir mi?
Dünya Siyaset
“Avrasya ekonomik heyecanı” Türk-Rus ilişkileri canlandırılabilir mi?
Sevinç Alkan Özcan
AVRASYA’NIN iki büyük imparatorluğunun vârisleri olarak hemen hemen aynı dönemde kurulan Sovyetler Birliği ve Türkiye, Soğuk Savaş döneminde birbirlerini iki kutuplu yapı içerisinde tanımlıyordu. Komünist bloğun çözülmesi ile birlikte bu tanımlama biçimi de değişime uğradı. Artık düşmanlık yerini, diyalog kurulabilecek ve hatta işbirliği yapılabilecek bir ortaklığa bırakıyordu. Ancak bu durum da çok uzun sürmedi. 1993 yılında Rusya Federasyonu’nun çözülmenin yarattığı şoku üzerinden atması ve imparatorluk reflekslerinin ürünü olan “Yakın Çevre Doktrini”ni ilan etmesiyle birlikte, iki ülke arasında yaşanan bahar havası çabuk sona erdi. Bunun en somut göstergesi 1994 yılından itibaren Türkiye’nin Türkî Cumhuriyetlerle geliştirmeye çalıştığı ilişkilere Rus dış politikasının verdiği sert tepkiydi. Bağımsızlığın ilanına rağmen ilk yıllarda Rusya’ya ekonomik ve siyasi anlamda bağımlılıkları devam eden Türkî Cumhuriyetlerin dış politikalarında Türkiye’nin birinci sırada yer almadığının farkında olan Rus yetkililer, Türkiye’yi de yakın çevrede kendileri ile rekabete girmemesi konusunda uyarıyordu. Nitekim bu tarihten sonra Boğazlar, petrol boru hatları, Dağlık Karabağ sorunu, Çeçenistan’da yaşanan savaş, PKK sorunu ve Rusya’nın eski Sovyet Cumhuriyetlerinde askerî üs ve asker bulundurma çabaları sonucu yaşanan güvenlik sorunları iki ülkeyi sık sık karşı karşıya getirecekti.
Ancak bu dönemde iki ülke arasında siyasî alanda yaşanan rekabet ve kontrollü gerginlik havasının ekonomik ilişkilere yansımadığını söylemek mümkün. Ekonomik işbirliği konusunda her iki taraf da son derece hassas davrandı. Öyle ki Türkiye, Rusya ile imzaladığı enerji anlaşmaları nedeniyle bu alanda giderek Rusya’ya bağımlı hale geldiği eleştirilerine muhatap oldu ve Türkiye’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi gerektiği söylendi. Esasen Rusya ile imzaladığı Mavi Akım Projesi nedeniyle Türkiye’nin uğradığı ekonomik zarar eleştirileri haklı çıkarır mahiyetteydi. Ancak bu durum Türkiye’nin Rusya ile olan ekonomik ilişkilerini yavaşlatması anlamına gelmemelidir. Zira Türkiye’nin Rusya ile olan dış ticaret hacmi 9-10 milyar dolar gibi önemli bir rakama ulaşıyor; ayrıca Türk şirketlerinin Rusya’da yaptığı yatırımlar 6-7 milyar doları buluyor.
 
“Yeni Avrasyacılık” Yakınlaştırıyor
Avrasya kavramı başta Müslüman Türk ve Ortodoks Rus-Slav halkları olmak üzere bu coğrafyada yaşayan pek çok grubun etkileşimini ifade eden bir kavram. Söz konusu coğrafyadaki etkileşimi tarihte en kapsamlı bir biçimde gerçekleştiren Rus ve Osmanlı İmparatorluklarının bugünkü vârislerinin yaşadıkları rekabeti anlamak zor değil. Bu iki emperyal güç tarihte hep birbiri aleyhine genişledi. Rusya’nın genişlediği alan, Osmanlı ile dinî ve etnik akrabalıkları olan Türk hanlıklarının bulunduğu bugünkü Orta Asya ve Kafkasya; Osmanlının yayıldığı alan ise Rusya ile aynı şekilde dinî ve etnik yakınlığı bulunan Slav-Ortodoks halkların yaşadığı Balkanlardı. Bu açıdan 2000’li yıllarda Türk-Rus ilişkilerindeki ortak Avrasya vurgusu daha da önem kazanıyor. 16 Kasım 2001’de iki ülke arasında imzalanan “Avrasya Eylem Planı” 11 Eylül’den sonra meydana gelen gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olmakla birlikte, iki ülkenin bölgede istikrarı sağlayabilecek iki önemli güç olmasıyla da yakından ilgilidir. Nitekim Soğuk Savaş sonrasında Rusya’da Avrasyacılık düşüncesini yeniden dillendiren Yeni-Avrasyacılar arasında Avrasya coğrafyasında Müslüman-Türk unsurunu ön plana çıkaran, hatta Slav-Türk birliğini öneren Rus aydınlar mevcut. Bu yaklaşım geleneksel Avrasyacılık düşüncesinin Müslüman-Türk unsurları dışlayan tutumuna karşı önemli bir alternatif olarak karşımıza çıkıyor.
3 Kasım seçimlerinin ardından iktidara gelen AK Parti hükümetinin Rusya ile ilişkiler konusunda izlediği politika 2001 tarihli Avrasya Eylem Planı’nı devam ettirir niteliktedir. Erdoğan’ın Avrupa ve Amerika gezilerinin ardından, 23-24 Kasım 2002 tarihinde AK Parti Genel Başkanı sıfatıyla yüzden fazla işadamıyla birlikte gerçekleştirdiği Moskova ziyareti bazı gazeteler tarafından Rusya seferi olarak nitelendirilmişti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Başbakan Mihail Kasyanov’la yapılan görüşmelerde Mavi Akım, bavul ticareti ve terörizmle mücadele konuları ele alınmıştı. Bu ziyaret sırasında Erdoğan’ın Avrasya ekonomik heyecanına yaptığı vurgu, her iki ülkenin Avrasya üzerinden çok boyutlu bir işbirliği içerisine girmek istediğini gösteriyordu.
AK Parti hükümetinin Rusya ile olan ilişkileri geliştirme ve çeşitlendirme yönelimi çok yönlü ve çok boyutlu olarak nitelendirebileceğimiz dış politikasının bir parçası olarak görülmelidir. Zira ABD, AB, Rusya, BM, bölge ülkeleri ve hatta Irak içindeki gruplar gibi pek çok aktörle aynı anda ilişkilerini dengede tutmak suretiyle çok yönlü bir dış politika izleyen AK Parti hükümeti, diplomasiyi etkin bir biçimde kullanmak suretiyle de dış politikada kullanılan araçları çeşitlendirerek çok boyutlu bir yönelim içerisine girdi. Gelinen noktada hükümet bir taraftan ABD ve AB özelinde Batı ile olan ilişkilerini devam ettirirken, diğer taraftan bunun bölge ülkeleri ile herhangi bir soruna yol açmamasına özen gösteriyor. Rusya ile olan ilişkilerini de dış politikadaki alternatifleri artırma çabası çerçevesinde, söz konusu genel resmin içine oturtarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır.
Son dönemde Türkiye ve Rusya arasında, başta ekonomik ilişkiler olmak üzere güvenlik de dahil pek çok alanda bir işbirliği havası hakim. 2004 yılının Şubat ayı içerisinde Rus güvenlik güçlerinin Çeçenistan’da düzenlediği operasyonlar sırasında Türk pasaportu taşıyan üç kişinin öldürülmesi ilişkileri geren bir faktör oldu. Rusya bu olaydan sonra Türk vatandaşlarına vize verme konusunda zorluklar çıkarmaya başladı. Ancak yaşanan bu gerginliğin, genelde olumlu yönde ilerlemekte olan Türk-Rus ilişkilerini büyük ölçüde etkilemesi beklenmemelidir. Soğuk Savaş sonrasında Çeçenistan sorunu Türk-Rus ilişkilerinde yaşanan problemlerden yalnızca birisiydi. Örneğin, Türkiye ve Rusya arasındaki ekonomik ilişkilerin geldiği boyutu göstermek için sunulan Mavi Akım Projesi bir anda problem alanı haline gelmiş; ancak 2003 yılının Kasım ayında iki ülke arasında sürdürülen müzakereler sonucunda bir anlaşmaya varılabilmişti. Buna göre Rusya’nın Mavi Akım yoluyla Türkiye’ye sattığı doğal gazın fiyatı ve miktarında indirime gidilmesi kararlaştırılmıştı. Başından itibaren Rusya’nın böyle bir indirime gitme konusunda gösterdiği direnç göz önünde bulundurulursa, varılan anlaşmanın hükümetin dış politika hanesine artı puan olarak kaydedileceği açıktır.

Paylaş Tavsiye Et