ORTA Asya tarih boyunca dünyanın en merkezî coğrafyalarından biri olageldi. Hindistan ve Çin’e deniz yolu bağlantısı kurulmadan önce Orta Asya pek çok medeniyetin can damarı olan İpek Yolu’na ev sahipliği yapıyordu. Moğollar ve Timurlar gibi dünya tarihini geri dönülmez biçimde değiştiren imparatorluklar bu coğrafyadan neşet etti. Bir dönem İslam medeniyetinin mihmandarlığını yapmış Buhara ve Semerkand şehirleri burada kuruldu. 19. yüzyılın iki büyük gücü Rusya ve Büyük Britanya arasındaki Büyük Oyun bu bölgede sahnelendi. 20. yüzyılın iki süper gücünden biri olan Sovyetler Birliği’nin ipi bu coğrafyada çekildi. Dahası 21. yüzyılın büyük güçler rekabeti de muhtemelen burada şekillenecek. Zira Orta Asya’nın merkezî önemi, mahiyet değiştirmiş olsa da, halen eksilmeden devam ediyor. Modern jeopolitiğin babası Sir Halford Mackinder’in Orta Asya’yı kontrol edenin dünya çapında söz sahibi olacağı iddiası bugün belki de her zamankinden daha geçerli. Zengin enerji kaynaklarının yanı sıra bu bölge Avrasya jeopolitiğinin iki ekseni heartland (merkezî kara) ile rimland (kıyı şeridi) arasındaki stratejik geçiş yollarına da hâkim. Bunlara ilaveten bölgenin siyasî ve iktisadî bütünlük ve istikrardan yoksun oluşu bölgeye ilgi duyan ABD, Çin ve Rusya gibi büyük güçlerle Hindistan, Pakistan, İran ve Türkiye gibi bölgesel güçlerin manevra alanını artırıyor. Aslında bu ilginin, 11 Eylül sonrasında Amerika’nın Afganistan harekatıyla beraber, sıcak bir rekabete dönüştüğünü kaydetmek gerek. Bu süreç bazı uzmanlarca yeni bir “büyük oyun” olarak tanımlanmaya başladı bile.
1991 yılında Sovyetler Birliği dağılıp da Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazandığında uluslararası gözlemcilerin zihninde tek bir soru vardı: Kendi başlarına ayakta kalma ihtimali bulunmayan bu cumhuriyetler acaba Türkiye’ye mi, yoksa Rusya’ya mı yönelecekler? Her iki ülke de bölgedeki etkinliklerini artırmaya yönelik girişimlerde bulunmuş olsa da bugün gelinen nokta gösteriyor ki, ne Türkiye, ne de Rusya Orta Asya’da birinci derecede belirleyici olabildiler. Şu anda büyük oyun Çin ve Amerika arasında oynanıyor. Diğer güçler ise bu iki ülkeden biri ile kurduğu ittifak ilişkisi nispetinde bölgede ağırlık kazanacağa benziyor.
Nikita Moiseyev, Aleksandr Panarin, Aleksandr Dugin gibi ideologlar tarafından geliştirilen ve Putin tarafından da benimsendiği anlaşılan Avrasyacılık akımı çerçevesinde Rusya, bölgeye yeniden yerleşmenin arayışı içinde. Rusya’nın son zamanlarda İKÖ teşkilatına katılma arzusunun altında yatan da Avrasyacılık stratejisi olsa gerek. Ne var ki gözlemcilerin ortak kanaati imparatorluk özlemi çeken ve hatta bir imparatorluk kompleksi yaşayan Rusya’nın boş bir hayale kapıldığı. Bunu en iyi ifade eden de Aleksandr Solijenitzin: “Bir imparatorluk olacak gücümüz yok! Aslında buna gerek de yok... Bu ihtiras bizi fazlasıyla geriyor, kanımızı emiyor ve düşüşümüzü hızlandırıyor.” Amerika’nın bölgeye aktif olarak müdahalesinin ardından Rusya ile Çin arasındaki yakınlaşmanın bir ittifak olarak anlaşılmaması lazım. Herşeyden önce Rusya ve Çin’in çıkarları birbirlerini dışlıyor. Dahası Rusya’nın Çin ile aşık atabilecek gücü ve imkanı yok. Zaten ittifaklara pek sıcak bakmayan Çin’in böyle bir yakınlaşmaya girmesinin nedenini de bu asimetrik ilişkiye bağlıyor uzmanlar. Hasıl-ı kelam Rusya büyük oyunda önemli bir rol alamayacağa benziyor.
Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında özellikle yükselen İslamî muhalefete karşı kurulan Şangay İşbirliği Teşkilatı’nın “büyük abi”si Çin. Bu birlik sayesinde Çin, Doğu Türkistan’ı Orta Asya’dan izole etmeyi, Orta Asya’da artan Amerikan etkisini dengelemeyi ve Rusya’nın Orta Asya’daki etkisini devralmayı amaçlıyor. Çin’in Orta Asya ile ilişkisi Doğu Türkistan olarak da bilinen Sincan Uygur Otonom Bölgesi’nde başlıyor. Doğu Türkistan jeostratejik ve jeoekonomik açıdan Çin için hayatî bir öneme sahip. Bu bölge Çin’in Pakistan, Afganistan ve Orta Asya’ya açılan kapısı. Aynı zamanda petrol başta olmak üzere pek çok değerli yeraltı kaynağını barındırıyor. Ne var ki kültürel, etnik ve tarihsel olarak merkezî Çin’den farklılaşan Doğu Türkistan’ın Çin idaresi ile arası pek iyi değil. Aslında bu açılardan Doğu Türkistan, Çin’in batı kanadını değil de, Türkistan’ın yani Orta Asya’nın doğu kanadını teşkil ediyor. Çin bu irtibatın etkisini azaltmak için bölgenin adını Sincan olarak değiştirmenin yanı sıra bölgedeki özgürlükleri sınırlayıp baskıyı da artırdı. Ne var ki özellikle İslam eksenli aidiyet hissi, Doğu Türkistan’daki Uygurların kimliğini, dolayısıyla da Orta Asya ile bağlantısını canlı tutmaya devam ediyor. Dolayısıyla özellikle Fergana Vadisi eksenli bir İslamî yükseliş Çin’in bütünlüğünü birinci derecede tehdit ediyor. Ayrıca Orta Asya’dan Çin’e getirilmesi düşünülen enerji için de bu bölgenin istikrarı Çin açısından stratejik önem arz ediyor.
Kısa zaman içerisinde Çin’in, Rusya’nın Orta Asya’daki etkinliğini kırarak onun yerini alacağı bir sır değil. Ne var ki er ya da geç Çin bu bölgede Amerika ile karşılaşmak zorunda. Nitekim, 11 Eylül’e kadar Orta Asya ile fazla ilgili görünmeyen Amerika, 11 Eylül sonrasında bilfiil bu bölgeye yerleşmiş durumda. Afganistan harekatının başında Amerika’nın bölgedeki mevcudiyetinin harekat süresi ile sınırlı olduğunu iddia eden Amerikalıların bu iddialarını unuttukları ortada. Amerikalı yetkililerin son zamanlarda verdikleri mesajlar da Amerika’nın Türkî Cumhuriyetler’deki üslerinden ayrılmayı düşünmediğini gösteriyor. Bununla birlikte coğrafî uzaklığı, Amerika’yı bölgesel güçlerle ittifak arayışlarına itiyor. Türkiye ve Pakistan gibi eski ortaklarının yanı sıra Amerika Hindistan ile de ilişkilerini artırmayı amaçlıyor. Bu çerçevede Hindistan’ı füze savunma şemsiyesi projesine dahil etmeyi düşünen Amerika, Orta Asya için de bir Asya NATO’su öngörüyor. Çin ve Rusya (ve muhtemelen Hindistan) gibi bölgeye sınır büyük güçlerin etkisini azaltabilmek için Amerika’nın Orta Asya içi bir birlik ve gelişme planladığı görülüyor. Zira siyasî bütünlükten ve iktisadî gelişmişlikten yoksun bir Orta Asya kurtlar sofrasının ana menüsü olmaya devam edecek. Böyle bir birliği hayata geçirebilmek için Amerika’nın seçtiği ortak ise Özbekistan. Özbekistan 26 milyonluk nüfusu ile Orta Asya’nın en büyük cumhuriyeti. Bu ülkenin olgusal ve kurgusal tarihi de bu rol için gayet elverişli. Özbekistan’ı ziyaret eden yabancılara ülkesini anlayabilmeleri için Timur’u iyi okumaları gerektiğini tavsiye eden Kerimov’un da kendisine tevdî edilen bu görevi içtenlikle benimsediği anlaşılıyor. Amerika’nın Özbekistan’daki insan hakları ihlallerini görmezden gelerek bu ülkeye maddi yardımını artırması ve bu ülke ile diplomatik ilişkilerini geliştirmesi, Orta Asya birliği stratejisinin bir uzantısı olarak okunmalı. Pentagon’a yakın Amerikalı uzmanlar daha 11 Eylül olayları yaşanmadan önce dahi Afganistan’ı Orta Asya’nın istikrarının ve gelişiminin anahtarı olarak görüyorlardı. Çünkü Afganistan Orta Asya’da hızla yükselen radikal İslamî hareketin beslendiği en mümbit kaynak olarak algılanıyordu. Dolayısıyla Amerika’nın Afganistan harekatını 11 Eylül ve El-Kaide ile sınırlı düşünmemek lazım. Nitekim Colin Powell’ın Aralık 2001 Taşkent ziyaretinde sarf ettiği sözler de bunu destekler mahiyette: “Amerika’nın Orta Asya’daki menfaatleri Afganistan’daki muharebenin çok ötesindedir.”
Paylaş
Tavsiye Et