11 EYLÜL sonrası Orta Asya’nın değişmez liderlerinin rahat bir nefes aldığını söylemek isabetli bir tespit olur. 1990’ların başından 11 Eylül 2001 tarihine kadar Amerikan Dışişleri Bakanlığı ve Kongresi’nden Orta Asya ülkelerine demokratikleşme yönünde adımlar atılması için mesajlar gider ve bu ülkelerdeki insan haklarının ihlali Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık insan hakları raporunda sert bir şekilde yer alırdı. Bu raporlar, bu ülkelere giden dış yardımlara koşullar konmasına ya da yardımların hiç verilmemesine neden olurdu. Bu tür eleştirilere karşı Orta Asya’nın liderleri ise, alternatiflerinin İslamcılar olduğunu, aksi takdirde ikinci bir İran yaşanacağını vurguluyorlardı. Önceliğini Rusya’daki reformlara veren Clinton yönetimi ise, Orta Asya’da siyasî reformlar yerine bölgedeki enerji kaynaklarına göz dikmişti. Hazar Denizi ve Orta Asya’daki petrol havzasının Orta Doğu’daki petrol havzasına alternatif olabileceğine dair umutlar, bölgedeki demokratikleşme retoriklerini gölgeliyordu. Ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm bulamayan liderlere karşı gitgide büyüyen İslamcı muhalefet ABD’yi kaygılandırıyordu. Kısmen bu nedenle 1990’ların başındaki siyasî liberalizm yerini yavaş yavaş ekonomik alandaki reform taleplerine bırakmıştı.
Muhalif hareketleri Vahhabi olarak etiketlendirip iç ve uluslararası alanda destek toplamaya çalışan bölge liderleri, özellikle de Özbekistan lideri İslam Kerimov, bu konuda oldukça başarılı. Vahhabi İslam’la savaş adı altında sakallı oldukları ya da namaz kıldıkları gerekçesiyle potansiyel tehdit görüldükleri için tutuklananların sayısı, İnsan Hakları İzleme Komitesi’ne göre 2004 yılında 7 bin oldu. Bunların arasında terörist faaliyetleri nedeniyle tutuklanan ve geçtiğimiz Haziran ayında serbest bırakılan 62 yaşındaki Fatma Muhadirova da var. Örgüte göre Muhadirova’nın suçu, kaynayan suyun içine atılarak öldürülen oğlunun katline sessiz kalmaması ve bunu örgüte rapor etmesiydi.
Daha kötü örnekleri 11 Eylül öncesinde görülen insan hakları ihlallerinin uluslararası alanda yarattığı yankı, ABD’yi ve diğer Batı ülkelerini bu cumhuriyetlere karşı zaman zaman sesini yükseltmeye itiyordu. Bu ülkelere yönelik yardımların bir kısmının koşullu olarak verilmesi Özbekistan, Türkmenistan ve göreceli olarak daha az otoriter olan Kazakistan gibi ülkelerin oligarşisinde rahatsızlığa yol açıyordu. 11 Eylül sonrasında ABD’nin bu ülkelere yaptığı insan haklarını ihlal etmeme ve demokratikleşme çağrılarına son verdiğini görüyoruz.
Orta Asya Niçin Önemli?
Orta Asya ve Kafkasya’daki petrol ve doğal gaz rezervleri beklentilerin altında çıksa da, güvenilir enerji kaynakları arayan ve bu kaynakları kontrol etmek isteyen ABD için stratejik değer taşıyor. Bu nedenle Kazakistan ve Azerbaycan’daki petrolü Bakü-Ceyhan hattıyla Batı’ya akıtmak isteyen ABD, bu ülkelerdeki siyasî istikrarın korunmasına azami gayret sarf ediyor. Siyasî ve ekonomik yolsuzluk, etnik huzursuzluk ve sınır sorunları ile boğuşan bu ülkelerde devlet kurum ve kuruluşlarının güçlendirilmesine özellikle önem veriyor. Ülke içindeki kayıtlı sivil toplum örgütlerine siyasî ya da maddî destek vererek bu faaliyetleri yönlendiriyor. Özbekistan’da faaliyete geçişinden kapatıldığı 2004 yılının Şubat ayına kadar eğitim alanında 22 milyon dolarlık yatırım yapan Soros’un Açık Toplum-Özbekistan’ının yanı sıra Batılı NGO’lar ile çalışan birçok sivil toplum örgütü de benzer amaçlarla faaliyet veriyor.
ABD’nin bölgeye ilgisinin bir nedeni ise, terörizmle savaşta bu ülkelerin desteğine ihtiyacı olması. Devletin çökmesi ya da sorunlar karşısında etkisiz olmasından dolayı çıkabilecek siyasî boşluğun, Amerikancı olmayan siyasî hareketlerle, özellikle de İslamcı hareketlerle doldurulmasından endişe ediyor. Böyle bir senaryoya erken müdahale edebilmek için de bölgede kalıcı üsler istiyor. Afganistan’daki operasyonlara lojistik destek vermek gerekçesiyle Özbekistan ve Kırgızistan’dan üs kurma izni aldı.
Orta Asya’nın stratejik önemini artıran başka bir faktör de, Müşerref sonrası Pakistan’ın Amerikancı olmayan bir çizgiye kayması durumunda bölgede yeni bir müttefike ihtiyacı olması. ABD, Hindistan ile ilişkilerini artırarak bu sorunu çözmeye çalışsa da, Orta Asya jeopolitik açıdan yeri doldurulamaz bir bölge. Çin ve Rusya gibi iki bölgesel gücün arasında stratejik bir konumda. Bölgede Amerika’nın siyasî ve askerî varlığı, bu iki ülkenin bölgeye hakim olma isteklerine büyük ölçüde köstek olacaktır. Geçtiğimiz aylarda Pentagon’un Avrupa’daki 70 bin askeri yeniden konuşlandıracağını açıklamasından sonra gözlerin Orta Asya’ya çevrilmesi bir rastlantı değil. Uzmanlara göre bu askerlerin bir kısmı Amerika’daki üslere dönecek; geri kalan kısmı ise, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerine konuşlandırılacak. Bush yönetiminin şahinlerinden Savunma Bakanı Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Meir, ABD’nin bölgede kalıcı üs kurma niyetini inkar etmiyorlar. Özbekistan ve Kırgızistan dışında Tacikistan ve Kazakistan’dan da askerî üsler için yeşil ışık alan ABD, bu dönemde Rusya’nın tepkisini almamak için planlarını açıklamıyor.
ABD’nin Çıkmazları
ABD bölgedeki nüfuzunu ve askerî varlığını artırırken bazı çıkmazlarla da karşı karşıya kalmakta. Bölgedeki üslerinin giderek artması ve kalıcı olduklarına yönelik sinyallerin verilmesinden sonra, bölgeyi arka bahçesi olarak gören Rusya’nın sert eleştirileri bu çıkmazların başında geliyor. ABD’nin bu bölgedeki askerî varlığına karşı Rusya da askerî üsler kurmak için bölge ülkelerine baskı yapmaya başladı. Bu baskılar sonucunda Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’da Rus askerî üsleri kuruldu. ABD’nin bölge ülkelerine yönelik siyasî ve ekonomik yardımları, bölge ülkelerinin beklentilerinin altında kaldı. Özellikle tüm dikkatini Irak’taki savaşa dikmiş olan Bush yönetimi, Orta Asya’ya beklenen desteği vermedi. 2003 yılında veto hakkını kullanarak Kongre’nin Özbekistan’a uyguladığı ekonomik yardım yasağını kaldıran Bush yönetimi, aynı desteği 2004 yılında Kongre’nin tepkisinden çekinerek vermedi. Bu ve buna benzer uygulamalarla bölgede kararsız ve isteksiz olarak algılanan ABD politikaları, bölgedeki diğer devletlerce de güvenilmez olarak nitelendirildi. Bunun sonucunda ABD’nin çıkarlarının tersine Rusya bölgede nüfuzunu tekrar artırmayı başardı.
Brown Üniversitesi profesörlerinden Pauline J. Luong gibi Orta Asya uzmanları, ABD’nin yolsuzluğa batmış ve nepotizmin hâkim olduğu bölge ülkelerine destek vererek kendi çıkarlarına zarar verdiğinin altını çiziyor. Uzmanlara göre, doğal gaz ve petrol gibi enerji kaynaklarının varlığına rağmen sosyal ve ekonomik sorunlarını dış yardım almaksızın çözmekten aciz olan baskıcı rejimlere verdiği destek, bölgede Amerikan karşıtı duyguların ve hareketlerin gücünü artırıyor. Dinî ve siyasî özgürlükleri hiçe sayan rejimler ile ABD arasında bir fark görülmüyor ve bu, Amerikan karşıtı hareketlerin gücünü artırıyor.
Paylaş
Tavsiye Et