DOĞAL güzellikleri ve etnik çeşitliliğiyle medeniyetlerin buluşma noktalarından olan Balkan coğrafyası, uzun yıllar huzur içerisinde yaşadığı Osmanlı yönetiminin bölgedeki etkinliğini yitirmesi ile büyük güçlerin müdahale merkezlerinden biri haline geldi. 93 Harbi’nin iç acıtan neticelerinin yanı sıra her iki Balkan savaşı ve dünya savaşlarının da mekanı olan Balkanlar’ın adalet arayışı Soğuk Savaş dönemi sonrasında da devam etti. Doğu bloğunun iflasıyla 90’lı yılların başından itibaren Yugoslavya’nın kanlı savaşlara sahne olması, büyük güçlerin bölge üzerindeki planlarıyla da örtüşüyordu. Zira imparatorluğun yıkılışından 70 yıl sonra bile hâkim güçler Osmanlı’nın bölgeden tam olarak tahliye edilmediği konusunda hemfikirdiler. Böyle bir ortamda 250 binden fazla Boşnak hayatını kaybederken ve tarihî mekanlar, camiler, köprüler, medreseler moloz yığınlarına dönüşürken; Dayton Anlaşması’yla da tarihî Bosna toprakları iki parçaya ayrılıyor, katiller adeta ödüllendiriliyordu.
Bosna Savaşı bölge analistlerini ziyadesiyle yanıltmıştı. Zira uzun yıllardır Kosova topraklarıyla başı belada olan Sırpların ilk saldıracağı mekanın bu coğrafya olacağı tahmin edilmekteydi. Tito’lu Yugoslavya döneminin son bulduğu 1980 tarihinden itibaren en çok kaynayan bölge Kosova’ydı ve Arnavutlar diğer federal cumhuriyetlerle hemen hemen aynı haklara sahip olmalarını sağlayan 1974 tarihindeki özerklik kazanımlarıyla birlikte, bağımsızlık yolunda seslerini çoktan yükseltmeye başlamışlardı. Haklıydılar; zira kendi nüfuslarının üçte biri nüfusa sahip olan Karadağ bile II. Dünya Savaşı’nın ardından bağımsız bir cumhuriyet yapılmış ve fakat nüfusunun kahir ekseriyeti Müslüman (%95) ve Arnavut (%90) olan Kosova toprakları, tıpkı 1913 Londra Sefirler Toplantısı’nda olduğu gibi yeniden Arnavut halka sorulmaksızın Sırbistan’a bağlanmıştı.
Kosova’nın statüsünde aslında Tito döneminde iki kez daha değişiklik yapılmıştı. 1963 Anayasa değişikliğiyle “özerk il”den, “özerk bölge” pozisyonuna getirilen Arnavutların durumu, federal yapılara kendi inisiyatifleriyle özerk bölge oluşturma hakkının tanınmasıyla aslında daha alt seviyeye inmiş; Kosova’nın anayasal statüsü federal düzeyde tamamen ortadan kaldırılarak Sırbistan’ın iç düzenlemelerine bağlanmıştı. Buna karşılık 1968 değişikliği ile Arnavutlara çok geniş statüler verilmişti. 1974 yılında ise Voyvodina ile birlikte Arnavutlara ayrılma hakkının tanınması dışında hemen hemen cumhuriyetlerle eşit seviyede bir statü verilmişti.
Tito’lu dönemin bitişi, uzun yıllar kendilerini baskı altında gören Sırplar için yeniden inisiyatifi ele alma fırsatı olarak görüldü. İşte böyle bir dönemde bir iç darbe ile Slobodan Miloşeviç, Komünist Parti’nin başına geçti. Miloşeviç fikirsel anlamda Sırp Sanatlar ve Bilimler Akademisi’nden besleniyordu ve “Büyük Sırbistan” ideali taşımaktaydı. Miloşeviç’in bölgedeki ilk icraatlarından biri, Kosova’nın 1974 tarihli statüsünün iptali ve yeniden Sırbistan’a bağlanması oldu. 1389 tarihli Kosova Savaşı’nın 600. yıldönümü mitingi ise Miloşeviç’in Balkanlar’ı yeniden kan gölüne çevireceği sürecin miladıydı.
Statülerinin iptali ve Sırpların bölge üzerinde hemen her alandaki kuşatma ve ambargoları, Arnavut topluluğu farklı alanlarda harekete geçmeye zorladı. Tito sonrası dönemde Arnavutların hedefi, Yugoslavya içerisinde yeni bir cumhuriyet olabilmekti. Bunun için Kosova Yazarlar Birliği Başkanı Dr. İbrahim Rugova önderliğinde bir parti kurularak siyasi süreç başlatıldı. Kosova Demokratik Birliği (LDK) aynı zamanda Yugoslavya’da kurulan ilk partilerden biriydi (28 Aralık 1989). 2 Temmuz 1990 tarihinde Kosova bağımsızlığını ilan etti; fakat Sırpların buna tepkisi Kosova Meclisi’nin kapatılması şeklinde oldu.
Arnavutlar Sırpların siyasi, ekonomik ve askerî anlamdaki cenderesini protesto ederek hayatın hemen her alanında kurdukları paralel yönetimlerle bir direniş mevzisi oluşturmayı başardılar. Kendi okullarını, hastanelerini kurdular ve alternatif sosyal yaşamlarına sıkı sıkıya yapıştılar. Bir yandan da statüleriyle ilgili düzenleme için önlerine çıkan fırsatları değerlendirmeye çalıştılar. Nitekim bu fırsatlardan en önemlisi Bosna Savaşı’nın ardından imzalanan Dayton Anlaşması ile geldi. Fakat Miloşeviç’in kat’î tutumu Kosova’nın Dayton Anlaşması’nın konularından biri haline gelmesine müsaade etmedi.
1991-95 tarihleri arasında yaşanan Bosna Savaşı sonrasında da Sırpların Kosova’yla ilgili görüşlerinde bir değişiklik olmadı. Aynı baskıcı ve dayatmacı yönetim anlayışı Kosova’yı kaynatmaya devam etti ve bunun neticesinde 1998 Şubat’ının sonunda yeni bir savaş bu kez Kosova topraklarında başladı. Sırplar, 15 bin Arnavut’un hayatını kaybettiği ve 1 milyondan fazla insanın göç etmek zorunda kaldığı savaşı, 78 gün devam eden NATO saldırıları neticesinde, Haziran 1999 tarihinde yenilmiş olarak tamamlayarak Kosova’dan çekildiler. Bu tarih Kosova’nın statüsü için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 sayılı kararı ile bölge, kağıt üzerinde Sırplara bağlı olmakla birlikte, yönetim olarak BM Kosova Misyonu (UNMİK)’na, askerî olarak da NATO (KFOR)’ya bırakıldı.
Savaşın ardından artık Kosova’nın bağımsızlık mücadelesinde son perdeye yaklaşılıyor. Tarihlerinde hiçbir zaman bu topraklarda bir devlete sahip olamayan Arnavutlar, 18 yıldır devam ettirdikleri bağımsızlık mücadelesinde, 2006 Şubat’ının sonunda başlayan statü görüşmeleriyle yeni bir sürece girmiş durumdalar. Bir sene boyunca Viyana’da devam ettirilen görüşmelerden taraflar nezdinde net bir netice elde edilemese de nihai kararla ilgili olarak 2 Şubat 2007 tarihinde BM Kosova Özel Temsilcisi Finlandiyalı Martti Ahtisaari bölgenin statüsüne ilişkin planını açıkladı.
Ahtisaari’nin 2 Şubat’ta hem Belgrad hem de Priştina ile paylaştığı ve öncesinde de Kosova Temas Grubu’na açıklanan planında net bir biçimde Kosova’ya bağımsızlığın verildiği ifade edilmemekle birlikte Arnavut tarafın parlamento, bayrak, milli marş, ordu ve uluslararası ilişkiler anlamında serbest hareket edebileceği belirtiliyor. Ancak bunları yaparken azınlıkların da göz önünde bulundurulması talep ediliyor. Ahtisaari’nin planında Kosova’daki NATO ve AB varlığı devam ediyor ve kademeli bir bağımsızlık süreci öngörülüyor.
Statüyle ilgili plana Belgrad ve Priştina’dan farklı sesler geldi. Her ne kadar içinde ‘bağımsızlık’ ifadesi kullanılmasa da plan, en üst Sırp makamlarında Kosova’da adım adım bir bağımsızlık programının asla uygulanamayacağı şeklinde karşılık buldu. Arnavut tarafının ise şimdilik memnun göründüğü plan, bunun bir ifadesi olarak Kosova Parlamentosu’nda Nisan ayında yapılan bir oylamayla kabul edildi. Başbakan Agim Çeku “Kosova halkına sürecin doğru ilerlediği ve Kosova’nın yakın zamanda bağımsız olacağına dair güvence veriyorum” şeklinde açıklamada bulundu. Cumhurbaşkanı Fatmir Seydiu da Çeku’yla benzer görüşleri paylaşıyor. Arnavut yöneticiler bağımsızlığın kesin bir şekilde kendilerine verilmeyeceği ve bu konuda Batılı güçlerle bir zıtlaşmaya gidilmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Savaş sonrası kurulan uluslararası düzen ve sürecin işleyişi de Arnavut tarafını doğruluyor. Arnavut yönetiminin İslam dünyası ve Türkiye ile de yeni açılımlar sunacak ya da farklı perspektiflerden olaylara bakabilecek bir manevra alanı halihazırda bulunmuyor. Hal böyle olunca da BM, AB ve -ABD, Rusya, İtalya, Fransa, Almanya, İngiltere’den oluşan- Temas Grubu’nun çalışmalarına rağmen Kosova’nın statüsüyle ilgili yeni stratejiler geliştirmek şu anda ihtimal dışı görünüyor.
Bu noktada bölgeyi bekleyen yeni tehdit unsurları ise şu şekilde sıralanabilir: Öncelikle Sırplarla uzun tarihî birlikteliği bulunan ve kendi sınırları içerisinde zoraki tuttuğu birtakım bölgelere Kosova’nın emsal teşkil edebileceğinden çekinen Rusya, Kosova’nın bağımsızlığı için sorun teşkil edebilecek bir güç. Rusya’nın hem Temas Grubu’nda hem de BM Güvenlik Konseyi’nde alınacak kararı veto etme hakkı bulunuyor. Bu çerçevede tabii ki birtakım pazarlıklar gündeme gelecek ve Rusya bu pazarlıklar doğrultusunda kararını verecek.
Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin (Cumhurbaşkanı Dodik, Bosna’nın bütünlüğü konusunda her ne kadar kesin sözler verse de) Bosna’dan talep edebileceği ayrılık ve bu nedenle yeniden yükselmesi muhtemel etnik şiddet ve daha çok Sırp radikallerin kullanmaya çalıştığı Kosova’nın Mitrovitsa’sındaki Sırp azınlığın ayrılık talepleri ise bölgenin geleceğini etkileyecek diğer tehdit unsurları olabilir. Şimdilik top BM Güvenlik Konseyi’nde ve Kosova ile ilgili karar heyecanla beklenmeye devam ediyor.
Paylaş
Tavsiye Et