Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2005) > Dosya > AB-Türkiye ilişkileri kapsamında toplumun yeniden inşası
Dosya
AB-Türkiye ilişkileri kapsamında toplumun yeniden inşası
Alim Arlı
TÜRKİYE’NİN modernleşme tecrübesi 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi sonrası yeni bir istikamet kazandı. Bu istikamet, Türklerin üç yüz yıllık siyasî ve sosyal sorunlarını, bir dengeye oturtma çabalarının yeni bir evresine denk düşüyor. Fakat tam da bu noktada ısrarla üzerinde durulmayan ise, bu sürecin Türk toplum hayatının yeniden şekillenmesinde nasıl bir dinamik oluşturacağı sorunudur. Şerif Mardin, Türk kimliğinin sosyo-kültürel dönüşümü ile alakalı, son dönemde yazdığı önemli makalesi “Adlarla Oyunlar”a temel bir saptama yaparak başlamaktadır. Buna göre, 1918-1938 yılları arasında Türk reformistleri Batılılaşma programlarını başlatırken kültür, siyaset ve toplum hayatında temel bir dönüşümü öngörmekteydiler. Fakat yeterince düşünmedikleri soru ise, “bu dönüşümün nasıl mümkün olacağı” idi. Bu sorun istisnasız her on yılda bir, Türk aydınlarını yeni kültürel envanterler çıkarmaya zorlayacak kadar, dramatik şekillerde yeniden gündeme geldi. Avrupa Birliği sürecinin Türklerin zihin dünyalarında ürettiği paradokslar bir yana, hiçbir şekilde sorulmayan soru, Türk reformizminin klasikleşmiş bir tavrını da ortaya çıkarmaktadır: AB ile ilişkiler sürecinde varsayılan dönüşüm nasıl mümkün olacak?
 
Türk Toplumunun Serencamı ve Toplum Zembereğinin Dağılması
Öncelikle tarihî sürecin bazı temel noktalarının hatırlanması, sürecin Türkler açısından alacağı seyre ilişkin bazı ipuçları sunabilir. Türk Batılılaşmasının otokratik, jakoben, merkeziyetçi nitelikli temel bazı eğilimleri, tarih içinde önemli revizyonlara uğradı. Bu anlamda, Cumhuriyetin kuruluşu, Osmanlı Batılılaşmasının birçok unsuruna karşı, onunla zıtlıklar arz eden özellikler gösteriyordu. Bunların önemlilerinden birisi, Tanzimat tarzı dışa duyarlı siyasetin temel parametrelerinin terk edilmesi idi. Bir başka deyişle, Cumhuriyet ile birlikte toplumsal dönüşüm, dış müdahaleye daha kapalı, milliyetçi bir zihin dünyası içinde yeniden inşa edildi. 1980’lere kadar bu parametrenin temel hatlarının korunması için, sistemin bürokratik işleyişi bu siyaset ekseninde kurucu hukukî mekanizma olarak işlevselleştirildi. 1980 İhtilali ile birlikte Türkiye’nin toplum tarihinde varolan birçok önemli potansiyeli yok eden, yeni bir siyaset ve toplum algısı öne çıkmaya başladı. Siyasetin insansızlaşması, ekonominin yolsuzlaşması/denetim dışı kalması, kültürel hayatın ve üretimin ise derin bir biçimde atomizasyonu gibi sorunlar bu sürecin sonuçlarıydı. 1980 sonrası için Gurvitch’in kavramlaştırması ile “yapının dağılması” sorunu yaşandığı söylenebilir. Son beş yıldır uygulanan reform çabalarının ise, bu alt sistemlerin yeniden yapılandırılması bakımından tatminkâr düzenlemeler getirdiği de söylenemez. Türklerin uzun Avrupa macerası, yüzyıllardır merkez siyasetin kurduğu toplum zembereğinin, gittikçe kurulamaz hale geldiği, kültürel/sosyal yapıların dağılma eğilimleri gösterdiği bir dönemle çakıştı. Bu noktada ortaya çıkan durum, yapıların yeniden inşası ve zembereğin yeniden kurulmasının, AB ile yapılacak müzakereler ve topluluğun hukukî müktesebatına uyum süreciyle çakışacak bir şekilde cereyan etmesi paradoksudur. Bu da Batılılaşmanın yeni formlarının toplumsal gündemimize gelmesi anlamı taşımaktadır.
 
Tarih, Bilinç, Paradoks
Avrupa toplumlarının yüzyıllardır, tarihlerini bilinçli bir inşa ile ürettikleri gerçeği AB’nin oluşum sürecinde daha da sofistike biçimler aldı. En azından toplumsal rasyonalizasyonun halkların buluşması şeklinde yeniden inşası, Avrupa için buna uygun bir hukukî normlar düzenini zorunlu kıldı. Bu çerçevede, Türk toplumunun tarih ve bilinç ile ilişkisi, inşanın bilincine yakın düşmekle beraber, aynı zamanda bilincin inşasından bir o kadar uzak kalmasıyla tasvir edilebilir. Türk Batılılaşmacılarının, inşayı bilinçli yapma teşebbüsleri süreç içinde sürdürülemez bir karakter kazandı ve derin kültürel maliyetlerle sonuçlandı. Yukarıda zikredilen “bu dönüşüm nasıl mümkün olacak” sorusuyla yüzleşmeme, son derece mahir kendini kandırma eğiliminden kaynaklanıyordu. Türk Batılılaşmasının limitleri, yukarıdaki soruyla ilişkili bir şekilde şekillendi. Bu anlamıyla AB ile ilişkiler açısından şimdi cevap verilmesi gereken en az dört temel sorudan bahsedilebilir. Birincisi, dönüşüm sırasında inşanın bilinci hangi aklî araçlarla meşrulaştırılacak; ikincisi, bilincin inşası tarihle nasıl bir ilişkiyi var kılacak; üçüncüsü ise, hangi kültürel maliyetler ödenecek ve hangi kazanımlar sağlanacak? Türk toplumunun aşırı kırılganlaştığı bir dönemde, son ve en önemli soru ise, bunalıma aşırı duyarlılaşmış bir toplumda, sosyal dönüşüm denge yönünde nasıl sağlanacak?
 
Müzmin Bir Aşkın Hikayesi
Son iki yüz yıldır Türklerin Batı’ya karşı aşkı önemli badirelerden geçerek günümüze geldi. 17 Aralık süreci ile birlikte bu durumun evliliğe dönüştürülmesi çabaları, aileler arasında uzun görüşmeleri öngörüyor. Türk tarihiyle Avrupa tarihi arasındaki yapısal asimetriden kaynaklanan sorunların nasıl halledileceği ise, her iki taraf için en ciddi tıkanma noktası. Her şeyden önce, Türklerin, toplumların rasyonelleşmesi olgusu karşısındaki tavırları sürecin şekillenmesinde belirleyici olacaktır. Aşkın gözü kördür ve aşık duygusallığının Türklere çok fazla fayda sağlamayacağı ise ortadadır. AB ile ilişkiler sürecinde bilincin inşası ile inşanın bilincini birlikte düşünmek ise, dönüşümün güzergâhının alacağı temel biçimleri de etkileyecektir. Ayrıca toplumsal taleplerin, sivil toplum adı altında konuşan bazı çevrelerden bağımsız bir biçimde ve manipülasyonlardan uzak alanlarda dile getirilmesi ise hayatî önem arz etmektedir. Çoğulcu demokrasinin otoriter olmayan biçimlerinin geliştirilmesi hedefi, Habermas’ın kavramıyla “otoriter legalizm”in etkin olduğu Türkiye’de, toplum-hukuk ilişkisinin çerçevesinin yeniden düşünülmesini de gerektirmektedir. Bu durum ise, Türkiye’deki toplumsal bütünleşmenin demokratik yollarla, kültürü koruyarak ve kişilik sistemini parçalamadan nasıl sürdürüleceği sorularıyla bağlantılıdır. Türk merkeziyetçi siyaseti Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet, Cumhuriyet dönemlerindeki hukuk hareketleriyle toplumun temel hatlarını, dönüşüm araçlarını ve değişkenlerini tanımladı. AB süreci ile birlikte bu yeniden tanımlama çok-uluslu bir hukukî özne ile birlikte yapılacak. Bu nedenle sürecin hem toplumun en azından gelecek yarım yüzyıllık hukukî hatlarını tanımlamak, hem de yeni bir siyasî yapı oluşturmak gibi ikili bir işlevi söz konusu olacak. Buna her iki tarafın ne kadar dayanabileceği sorusu, toplumun kazanımlarını veya ödeyeceği maliyetleri de doğrudan belirleyecektir. Kültürün bu süreçlere nasıl bir tepki vereceğini ise, kimsenin öngörmesi mümkün gözükmemektedir.

Paylaş Tavsiye Et