1990’LARDA iletişim teknolojisinde ortaya çıkan gelişmelerin en önemli sonuçlarından birisi hiç şüphesiz, haber ve bilgi akışının akıl almaz ölçüde hızlanmasıydı. Özellikle de küreselleşmenin sembolü haline gelen internet sayesinde dünyanın herhangi bir köşesinde yaşanan herhangi bir gelişme, dünyanın geri kalanına anında yansır hale geldi. Yazılı basının internet ortamına kısa sürede adapte olması sayesinde, daha önce ancak birkaç gün gecikmeyle ulaşılabilen dünyanın önde gelen gazete ve dergileri, bir tıklama kadar yakınlaştı. Üstelik bu yakınlaşma, internet öncesinde birbirlerinden sadece Batı kontrolündeki medya organlarının sağladığı akış üzerinden haberdar olabilen Batı dışı dünya arasında da doğrudan bir iletişim kurulmasını sağladı.
Biz de internet sayesinde günbegün takip edebildiğimiz ABD ve İngiliz basınının son iki aydır Türkiye’de yaşanan siyasi kriz üzerine yaptığı analizlerin genel bir değerlendirmesini sunalım istedik. Zira Anglo-Sakson medyasının dünya kamuoyuna yön veren gazete ve dergileri, gelişmelere zaman zaman oryantalist gözlüklerle bakıyor olsalar da, Türkiye’yi yeni bir alt-üst oluşun eşiğine getiren son siyasi krizin, dışarıdan bir bakışla, soğukkanlılıkla çizilmiş bir resmini görmemizi sağlayabiliyorlar.
14 Nisan’da Tandoğan’da yapılan Cumhuriyet mitingiyle başlayan, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı ve 27 Nisan e-muhtırasının ardından da sayıları artan bu yorumlardaki genel hava, ılımlı İslamcı olarak nitelendirilen AKP’nin iktidarı boyunca Türkiye’nin AB ile yakınlaşması yolunda çok büyük adımlar attığı yönündeydi. Türk halkının bir kesiminin Cumhuriyet mitinglerinde ortaya koyduğu “yaşam tarzı korkusu” anlaşılabilir olsa da, Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümetinin Türkiye’nin laik sistemini değiştirmek gibi bir niyetlerinin bulunduğunu gösteren hiçbir davranışta bulunmadıkları belirtiliyordu. Bu noktada ordunun Türkiye’nin demokratik yapısını değiştirecek bir müdahalede bulunmasının yanlışlığı üzerinde duruluyor ve Batılı hükümetlerin böylesi bir müdahaleye kesinlikle karşı çıkması gerektiğine dikkat çekiliyordu.
Amerikan ana akım medyasının aslarından New York Times gazetesinin 1 Mayıs tarihli başyazısında, Bush yönetiminin Türk ordusuna ABD’nin demokrasiden yana olduğunu açıkça ifade etmesi gerektiğinin belirtilmesi, bu tutumun en açık örneklerinden biriydi. Zira AKP’nin önünün anti-demokratik yollarla kesilip militer ve otoriter bir yönetime kayılması halinde Türkiye Batı’dan uzaklaşarak aşırı milliyetçi politikalara yönelecektir ki bunun da hem Batı hem de uluslararası sistem açısından hiç de olumlu olmayacağı açıktır.
İngiliz basınının köşe taşlarından haftalık The Economist dergisi de Mayıs ayı boyunca yayımladığı analizlerinde, demokratik değerleri benimsemiş ılımlı İslamcı bir parti olarak AKP yönetiminin yaptığı demokratik reformlar ve ekonomide yakalanan istikrar üzerinde duruyordu. 5 Mayıs tarihli sayısının kapağına “Türkiye’nin ruhu için verilen savaş” başlığını atan The Economist için Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olarak önerdiği Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Türkiye’deki laik kesimler tarafından da kabul edilebilecek doğru bir isimdi. Ayrıca laik kesimler tarafından bir tehdit ve irtica sembolü olarak görülen başörtüsü de dindar kadınların hayata katılmaya çalışmalarının, yani modernleşmenin bir göstergesiydi.
Apoletli ana akım Türk medyasının, rejim krizi çıkarmaya çalışan AKP hükümeti ve onu destekleyen eğitimsiz, fakir, yobaz kitle ile laik Cumhuriyet’i ve modern yaşam tarzlarını korumaya çalışan vatansever ve aydınlık kesimlerin mücadelesi olarak göstermeye çalıştığı son krizin arkasında yatan sınıf çatışması, Anglo-Sakson medyasının dikkatinden kaçmıyordu. İngiliz The Guardian gazetesinin tecrübeli yorumcularından Peter Preston 21 Mayıs tarihli makalesinde, mitinglere katılan ve modern olduklarını iddia eden göstericilerin sürekli AB karşıtı, aşırı milliyetçi sloganlar attıklarını söyleyerek, Türk medyasının çizmeye çalıştığı resmin yanlışlığını açıkça ortaya koyuyordu. Preston’a göre Türkiye’nin AB üyeliği için uğraşan AKP ve Erdoğan’a karşı Avrupa ikiyüzlü bir tavır sergilemişti. Dolayısıyla yaşanan son krizde, Türkiye’nin üyeliğini yokuşa süren AB’nin bu bencil tavrının da payı vardı.
ABD basınından Boston Globe gazetesinin Türkiye’yi yakından tanıyan yorumcusu H D. S. Green 15 Mayıs tarihli yazısında, krizin Türkiye’yi getirdiği safhayı çok iyi özetliyor: “Avrupa, Türkiye’de (AKP gibi) bu derece ılımlı, şiddet yanlısı olmayan, Batı’ya sıcak bakan, İslami fakat İslamcı olmayan bir partinin yönetimde olmasından dolayı kendisini şanslı saymalıdır. Eğer AKP iktidardan demokrasi dışı yollarla uzaklaştırılacak olursa, devlet gemisi Doğu rotasındaki hızını tehlikeli ölçüde artıracak ve AB de (Türkiye’ye) limanlarını kapatacaktır”.
Paylaş
Tavsiye Et