ÜÇÜNCÜ yılını dolduran Irak Savaşı’nda ABD’nin kaybettiği gerçeği gittikçe daha da belirgin hale geliyor. Aslında Amerika’nın bu savaşı kazanmasının çok zor olduğu savaşın başladığı Mart 2003’ten önce bile öngörülebiliyordu. Çünkü ABD savaşı kazanmak için yeterli askerî güce sahip olmasına rağmen -ki şu anda bu bile nispeten riskli bir durum arzediyor- ilk silahlı çatışma neticesi Bağdat’ın düşmesinden sonra kendisine en büyük desteği sağlayacak olan siyasî, ekonomik ve kültürel destekten yoksundu. Ayrıca “süper güç” ABD’nin ulus-devlet olarak kalmayı reddederek dünya çapında bir imparatorluk olmaya yeltenmesi altından kalkması çok güç bir işe girişmesi demekti.
11 Eylül’ün hemen ardından terörle savaş gerekçesiyle önce Afganistan’ı işgal eden Amerikan yönetimi vakit kaybetmeden Irak’a saldırdı. Zira asıl hedef Irak’tı: jeo-stratejik konumu, petrolün iştah kabartan etkisi ve İsrail’in istekleri gibi sebepler Irak’ı çok önemli kılıyordu. Kurulduğundan beri, özellikle de son 150 yıllık tarihinde savaş durumunda olmadığı neredeyse tek bir yıl bile geçirmeyen ABD’nin Irak’a saldırması aslında sürpriz değildi: Daha 1990’ların ortalarında, başta Donald Rumsfeld, Richard Perle ve Paul Wolfowitz olmak üzere “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”ni hazırlayan ve ilk adım olarak Irak’ın işgalini teklif eden “yeni-muhafazakârlar” George Bush döneminde iktidara gelmişler ve vakit kaybetmeden hazırlıklara başlamışlardı.
Nitekim ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin 2000 seçimlerinin ardından dışişleri bürokratlarından aldığı ilk brifingde yalnızca Irak hakkında ayrıntılı bilgi istemesi (“başka hiçbir ülke önemli değil” demişti) bunu doğruluyor. 11 Eylül saldırıları Irak’ı işgal için iyi bir gerekçe teşkil etmişti. Bush ve Savunma Bakanı Rumsfeld saldırıların hemen ertesi günü FBI’a Irak/Saddam’ın olayla ilgisi hakkında “delil toplamalarını” emretmişlerdi. Bush’un 2003 Ocak’ında Beyaz Saray’da İngiltere Başbakanı Tony Blair’e açıkça söylediği gibi, konunun Birleşmiş Milletler’de tartışılması, hatta BM denetçilerinin Irak’taki kitle imha silahlarının mevcudiyeti hakkındaki raporu tamamlamaları dahi beklenmeden, savaşın başlatılacağı gün bile tespit edilmişti. Nitekim Mart ayında saldırı başladı ve kısa sürede Bağdat düştü.
Ancak Amerika’nın savaşı kazanacağı şüpheliydi, nitekim savaşı kaybettiği de artık açığa çıktı. Orta vadede jeo-stratejik (Orta Doğu’ya askerî olarak yerleşme) ve jeo-ekonomik (enerji hatları ve petrolün kontrolü) kazanımlar elde etse de kısa ve uzun vadede ABD bu savaştan zarar görecektir. Bunun bir kaç sebebi var: Öncelikle, savaş Amerikan ekonomisine büyük bir yük getiriyor. Gerçi savaş masraflarının büyük bir kısmı -kamuoyundan gizlenerek- Irak hazinesi ve petrol gelirleriyle karşılanıyor ve elbette paraların tamamına yakını Amerikan şirketlerine gidiyor. Ancak ABD hükümetinin başlangıçta savunduğu “savaşın yalnızca 2 milyar dolar masraf açacağı” yönündeki iddiasının aksine ABD ekonomisi de savaştan -şimdilik- 250 milyar dolar zarar gördü. ABD’nin savaş harcamaları gayr-i safi milli hasılasının % 4’üne eşit -buna karşılık mesela 19. yy.’da Britanya İmparatorluğu’nda bu oran %2,5 kadardı. Ayrıca Irak’ta şu anda mevcut 100.000 Amerikan askerinin ancak 20-25 bini aktif güvenlik hizmeti veriyor, buna karşılık sadece New York’ta 39 bin polis görev yapıyor.
Savaşın kaybına bir diğer sebep ABD’nin siyasî başarısızlığıdır. Baştan beri yürüttüğü tek-taraflılık siyaseti ile BM ve -İngiltere hariç- bütün önemli müttefiklerini yabancılaştıran ABD dünyadaki siyasî desteğini yitirdi. Almanya, Fransa, Rusya ve Çin savaşa destek vermediler. Savaş bölgesindeki durum bundan daha da vahim: Orta Doğu’dan ABD’ye aktif siyasî destek hemen hiç gelmiyor, İsrail dahi -gizli operasyonlar hariç- askerî destek veremez durumda; zira bu Müslüman ülkelerin tepkisini çekerdi. Bölgedeki en önemli müttefiklerinden Türkiye de 1 Mart (2003) tezkeresiyle destek vermeyi reddetmişti.
Irak içinde de tam bir başarısızlık söz konusu. İşgali bir tek Kürtler destekledi, Sünni Araplar zaten işgale karşı hemen direnişe geçerken Şii Araplar da -Körfez savaşında yaşadıkları faciadan sonra- aktif destek vermemeyi tercih ettiler. Kısaca ABD ne dünyadan, ne bölgeden, ne de ülke içinden ihtiyacı olan siyasî/askerî desteği alamamış oldu. Bu olumsuz tablo bize ABD’nin silahlı çatışma sonrası pasifizasyon sürecindeki başarısızlığının sebeplerini gösteriyor.
Son olarak, kültürel/ideolojik bağlamda da ABD başarısız oldu. 11 Eylül’ün getirdiği atmosfere rağmen hem bölgede hem de dünya genelinde halkların desteğini alamadığı için savaşın meşruiyetini sağlayamadı. Belki de bu savaş dünya ölçeğinde bu derece meşruiyet krizi yaşayan ender olaylardandır. Ayrıca ABD işgal edilen ülkeyi kültürel olarak tanıma ve insanlarla yakınlık kurma konusunda herhangi bir temele de sahip değildir (örneğin işgalci askerlerin Arapça bilgisi neredeyse sıfırdır); dahası bu konuda esaslı bir çaba da sarf edilmemektedir. Bundan dolayı ABD’nin bölgede uzun süre tutunması mümkün görünmüyor.
Yaşanan meşruiyet krizinin önemli bir nedeni de ABD’nin kontrol etmekte zorlandığı iletişim teknolojisidir. Adeta bir nevi “kitle iletişim silahları” gibi çalışan internet ve Orta Doğu medyası ABD’nin zaten oldukça kötü olan imajını neredeyse yerle bir ediyor. Özellikle el-Cezire’nin sembolleştiği bu süreçte Amerika’nın uyguladığı dezenformasyona rağmen her gün gazete ve TV’lere yansıyan şiddet görüntüleri ve işkence skandalları bu krizi daha da derinleştiriyor. Nitekim bölge dışında bile -örneğin güdümlü Amerikan medyasına alternatif arayan- birçok kişinin takip ettiği bu medya ABD’nin bilgi akışını kontrol etmesini zorlaştırıyor.
Bütün bunların yanı sıra belirtmek gerekir ki bugün dünyada başat siyasî yapılanma türü -küreselleşmeye rağmen- hâlâ ulus devlettir. Milliyetçiliğin çok yaygın bir ideoloji olması da bunun bir göstergesidir. Böyle bir ortamda, 130 kadar ülkede bulundurduğu askerî üsleri ve çeşitli ülkelerin siyasî ve ekonomik yapılarına yaptığı -gizli ve açık- müdahalelerle imparatorluğa özenen ABD’nin işi hiç kolay değil. ABD bugün Irak’ta da etnik ve hatta kabileci milliyetçiliklerle uğraşmak zorunda kalıyor. Dolayısıyla güçlü ordusuna rağmen siyasî, ekonomik ve kültürel faktörler sebebiyle Amerika, Irak Savaşı’nı kaybetmiştir denilebilir. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi bu savaş sebebiyle ABD’nin orta vadede birtakım siyasî ve ekonomik kazanımları da olmaktadır. ABD şu anda askerî olmasa da zihinsel olarak işgali altında bulunan Suudi Arabistan ile birlikte- dünyanın en çok petrol üreten iki ülkesini kontrol edebiliyor. Fakat yine de bu, uzun vadede savaşın olumsuz etkilerinin olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu noktada Irak Savaşı’nın Amerika’nın kaçınılmaz düşüşünün sebeplerinden biri olacağı rahatlıkla söylenebilir.
Paylaş
Tavsiye Et