GEÇEN ay, ABD’nin Irak Savaşı’nı neden kaybettiğini incelemeye çalışmıştık. Bu incelemede uyguladığımız dörtlü iktidar şemasına dayanan analitik çerçeveyi, İsrail’in kaybetmeye mahkûm olduğu Ortadoğu’daki yeni savaşı anlamak için de kullanabiliriz. Tıpkı ABD gibi İsrail’in de askerî, iktisadî, siyasî ve kültürel/ideolojik sebeplerle bu savaşı kazanmaya güç yetiremediği söylenebilir.
Olaya önce askerî güç açısından bakalım. ABD’nin siyasî, ekonomik ve askerî yardımlarına sırtını dayayan İsrail Ordusu, hem Filistin (Hamas), hem Lübnan, hem de Suriye’nin askerî güçlerine kıyasla ezici bir konumdadır. İsrail Devleti’ne kuşkuyla bakan Yahudi grupların bile büyük çoğunluğunu ikna edecek derecede özgüven kazandıran 1967’deki Altı Gün Savaşları’ndan beri İsrail, kendi ordusunu yenilmez ilan etmişti. Ayrıca 300’den fazla nükleer silaha sahip bir ülke İsrail. Ancak her ne kadar Ariel Şaron’dan Ehud Olmert’e kadar ülkenin yöneticileri tipik bir seçilmiş ırk olma hezeyanıyla (öteki) insanların hayatını hiçe sayan gözü dönmüş cani davranışlar sergilese de, nükleer silahlar kullanılabilir değildir. Bunun sebebi de Siyonistlerin gözü dönmüşlük derecesi değil; nükleer silah kullanımının kendileri için doğuracağı acı sonuçlardır Tel Aviv’in ortasına da bir nükleer bomba atılması gibi.
Diğer taraftan İsrail’in yenilmezliği efsanesi de yıkılmıştır: Hamas’ın Utanç Duvarı’nın altından uzunca bir tünel kazarak, Hizbullah’ın da sınırı geçerek İsrailli askerleri kaçırmaları ve İsrail’in hunharca saldırılarına karşı bugüne kadar gösterdikleri direniş bunun kanıtıdır. Beklenmedik ölçüde bir direniş gösteren Hizbullah ve özellikle Hamas’ın eylemleri İsrail’i şoke etmiştir. Zira 100’den fazla askerini kaybeden İsrail, Filistinlileri engellemek için inşa ettiği ve savaş sonrasında sınır çizgisi yapmayı düşündüğü duvarın çok işe yaramadığını, ayrıca Hamas üyelerinin isterlerse İsrail içlerine kadar hissettirmeden sokulup eylemlerini yaparak sağ-salim geri dönebileceklerini anlamıştır.
Ekonomik açıdan ise bilindiği gibi İsrail ABD’ye bağımlı bir ülkedir. Son yirmi yıldır ABD’den yılda 3 milyar dolar civarında karşılıksız yardım almaktadır. Tabii bir de uluslararası sermayenin İsrail ekonomisine verdiği muazzam desteği de unutmamak gerekir. Ancak savaşın ve sürekli silah sanayisine yatırım yapma zorunluluğunun getirdiği bütçe yükü İsrail ekonomisine darbe vurmaktadır. Ayrıca sürekli izlediği gerginlik politikası yüzünden yabancı yatırımcılar için de İsrail güvenli bir ülke görüntüsü vermemektedir. Bu sebeple genel olarak sanayi ve turizmin gelişememesi, İsrail’in önündeki bir başka önemli engeldir. Kurulduğu günden beri sürekli savaş halinde olan bir ülkenin iktisadî olarak gelişmesi de mümkün değil; dolayısıyla İsrail ekonomisinin problemleri orta ve uzun vadede bu savaşın başarılı olmasını zorlaştırıyor.
Siyasî yönden ise durum daha da kötüdür. Kendi stratejik çıkarlarına zarar verse de, irrasyonel biçimde koşulsuz olarak uzun zamandır bu ülkeyi destekleyen ABD dışında İsrail’in destekçisi yoktu bu savaşta; hatta Hamas ve Hizbullah’ı terörist kabul eden büyük güçler bile İsrail tarafını tutmaktan kaçındılar. İsrail’in özellikle bölge ülkelerinden destek görmemesi bu savaşı kaybedeceğinin bir işaretiydi. Ortadoğu’daki en kritik iki ülkeden İran, zaten İsrail’in en büyük düşmanı; izlediği stratejik derinlik politikasıyla bölgedeki etkinliğini gittikçe artıran Türkiye ise -çok yerinde bir kararla- kendi çıkarlarını korumak için İsrail’e destek olmadı. İronik bir biçimde İsrail’i destekleyenler yalnızca petro-dolarlar üzerine kurulmuş olan iktidarlarını koruma telaşına düşen Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi Arap ülkelerinin diktatörleriydi; zira -tıpkı İsrail gibi!- meşruiyet krizi yaşayan bu hanedanlar kendi sonlarının da gelmekte olduğunun fena halde farkındalar.
Diğer taraftan İsrail’in ve bu savaşı planlayan ABD’deki yeni muhafazakârların asıl hedefleri Lübnan değil, İran ve Suriye’dir. İsrail’in kurban olarak seçtiği Filistin ve Lübnanlı Müslümanlar üzerine acımasızca bomba yağdırmasının nedeni, İran ve Suriye’yi tehdit etmektir; Lübnan’ı dinî/mezhebî olarak parçalamak da ikincil hedefidir. Filistin için esas hedefi ise uluslararası hukuka göre Filistin’e ait olan Kudüs’e sahip olmak ve Filistinlileri küçük bir alana hapsetmektir. Ancak uluslararası siyasî arenada giderek daha da yalnızlaşan İsrail uzun vadede başarısız olmaya mahkûmdur. Kaderin bir cilvesi olarak, insanlık tarihinin en büyük terörist eylemi olan ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonunda yaklaşık 250.000 kişinin ölümüne yol açan atom bombalarıyla Hiroşima ve Nagazaki’ye saldırmasının (6–9 Ağustos 1945) yıldönümü günlerine rastlayan İsrail’in Kana Katliamı, bu acımasız savaşı daha da savunulamaz kılmıştır. Bu katliam, bütün dünyada olduğu gibi İsrail vatandaşları nezdinde de -yavaş da olsa- savaşa yönelik siyasî desteğin azalmasını beraberinde getirmiştir.
Savaşın ideolojik bağlamı ise durumun en kötü boyutudur. Zira bu ahlaksız saldırganlık hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz. İsrail’in saldırganlığı orantısız güç kullanımının çok ötesine geçmiş durumdadır; ayrıca savaşın bahanesi olarak kullandığı, Hamas ve Hizbullah’ın asker kaçırması da uluslararası kurallara göre birer terörist eylem değildir. Bunun yanında İsrail’in kadın-çocuk, yaşlı-genç ayrımı yapmadan sivilleri katletmesi dünya kamuoyu vicdanında savaşın meşruiyetini onulmaz biçimde yaralamıştır. Sağdan sola ideolojik yelpazenin tümünü temsil eden grupların İsrail’e karşı birleşmesine sebep olmanın yanında bu savaş, birçoklarının gözünde Hamas ve Hizbullah’ı da kahramana dönüştürmüştür.
Ayrıca, ABD’nin Irak’ta yaşadığına benzer bir problem İsrail için de söz konusudur: Yapılan katliamları bütün dünyaya anında ileten Ortadoğu medyası ve İnternet birer kitle iletişim silahı işlevi görerek İsrail’in attığı her bombanın kendi itibarını vurmasına ve devlet olarak meşruiyetinin daha da sorgulanır hale gelmesine yol açmaktadır. İsrailli yöneticilerin medyadan dünyaya yansıyan, sivil kurbanlara yönelik en ufak bir empati ihtiva etmeyen tavırları, vicdanları daha da yaralayarak belki de dünyanın en gelişmiş terör örgütü olan İsrail’in meşruiyet krizini derinleştirmektedir. Dolayısıyla kısa vadede elde ettiği -kan ve gözyaşı biçimindeki- askerî ‘kazanımlara’ rağmen İsrail, siyasî, iktisadî ve ideolojik/kültürel alanlardaki başarısızlığı sebebiyle orta ve uzun vadede bu savaşı (da) kaybetmeye mahkûmdu(r).
Paylaş
Tavsiye Et