Hindistan Basını
Çeviri: Ebru Afat
Her an ateş almaya hazır Keşmir Vadisi’nde “azatlık” için atılan savaş naraları, aniden Yeni Delhi’nin bazı sivri düşünürleri arasında da yankı buldu. İşin ironik yanı ise bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalarda Keşmir’in azatlığını savunanların iki uç pozisyondan gelmeleri. Bir tarafta, mütemadiyen Hindistan’ı baskıcı ve Keşmir halkını da onun elindeki kurbanlar olarak gören ultra-liberal bir grup bulunuyor. Vadi’nin kendi kaderini kendisinin belirlemesi gerektiği yönünde propaganda yapan bu grupta yer alan yorumcuların çoğu için bir ulus-devletin vatandaşı olmak, en iyi durumda bir ilgisizlik ve en kötü durumda da şovenist bir anakronizm hali.
Diğer taraftakiler ise Keşmir’in şiddet dolu ve ihtilaflı tarihinin Hindistan’ın daha fazla önünü kesmemesi gerektiğine inandığı için özgürlüğe göz kırpıyorlar. Bu yazarlar Hindistan’ın Vadi’de, ülkedeki diğer bütün eyaletlere sarf ettiğinden çok daha fazla siyasi enerji ve vergi mükelleflerinin cebinden para harcadığını, ancak bunun karşılığını almadığını ortaya koymak için soğuk bir kâr-zarar hesabı yapıyorlar. Hindistan’ın, beş paralık ülkelerden Keşmir ile ilgili ders almaya ihtiyacı olmadığını, artık geçmişi geride bırakmanın ve geleceği kucaklamanın vaktinin geldiğini söylüyorlar.
Birkaç yıl önce, Keşmir’deki bütün bölgeleri içine alacak geniş bir otonominin bu eyaletteki yabancılaşmaya nasıl panzehir olabileceğine dair bir televizyon haberi yaptığımı hatırlıyorum. Haberimde, Keşmir’in federal yapı içerisindeki özgün yerini vurgulamak için bu eyaletin kendi bayrağı ve anayasası olması gerektiğini ifade etmiştim. Bilgisizlik ya da inkar yüzünden, söylediğim her şey hakaret ve direnişle karşılandı. Bugün ise hepimizin şahit olduğu gibi hem ana akım medya hem de daha uçtaki sesler, birbirine zıt nedenlerle bile olsa, azatlığı tartışıyorlar. Belki şimdilerde kendisinden daha az korkan bir Hindistan ile karşı karşıyayız. Ya da belki yeni nesil Hintliler, Hindistan’ın bir kısmını Pakistan haline getiren 1947’deki “bölünme”nin yol açtığı yaraların izlerini taşımıyorlar ve mesele karşısında daha tarafsız kalıyorlar.
Fakat bu noktada taşıdığım bir kuşkuya dikkatinizi çekmek isterim. Eğer sorunun kökleri yabancılaşmaktaysa, çözüm bütün bir halka fiilen “Hangi cehenneme gitmek istiyorsanız oraya gidin” demek midir? Birbiri ardına gelen hükümetler yabancılaşmanın büyüklüğünü sürekli inkâr ettiler. Evet, Keşmir’i (ve onun elektrik elde etmek için kullandığınız üç nehrini) istemeyebilirsiniz ancak onun halkına karşı lakayt olamazsınız. Öyleyse çözüm ellerinizi yukarıya kaldırmak ve “Umurumuzda değil” demek mi olmalıdır?
Keşmir ile ilgili çok daha kışkırtıcı düşüncelerin binlerce televizyon programına kaynaklık ettiği bugünlerde bir realist olmak sıkıcı olabilir. Bence eyalet hakkındaki değişen retorik şu zamanda ne barış ne de teselli getirecektir. Cammu ve Keşmir iki aydır kaynıyordu ve hükümet en basit önlemleri bile almayı gerekli görmedi. Keşmir’in bağımsızlığını isteyen protestocular ile görüşmelere bile başlamamışken, Hindistan’ın ayrılmanın üstesinden gelebilecek kadar güçlü olup olmadığına dair felsefi tartışmalarla meşgul olmak makul değil.
O yüzden de eski moda olacağım ve eğer hâlâ aldırış ediyorsak işin temellerinden başlayalım diyeceğim. Öncelikle politikacılarımız Cammu ve Keşmir’i bir güvenlik tehdidi olarak ele almaya son vermeliler. Bölgesel bölünmenin zamanla dinî bölünmeye dönüşmek gibi ciddi bir tehlikeyi barındırdığını kabul etmeliyiz. Başbakan Manmohan Singh’in ya kendisi bir adım atmalı ya da hem Cammu’daki Hindu liderlerinden Sangharsh Samiti hem de Vadi’deki Müslüman ayrılıkçılarla görüşecek bir barış elçisi atamalıdır. Belki ticaret barış için bir ipucu sağlayabilir. Cammu ve Keşmir’in Pakistan ile Hindistan tarafından kontrol edilen bölgelerini birbirinden ayıran Kontrol Hattı boyunca ticaretin serbest bırakılmasını Yeni Delhi de istiyordu. Eğer sınır ötesi ticarete engel olan İslamabad ise hükümet bu gerçeği ısrarla ortaya koymak suretiyle, Pakistan’a bağlı kışkırtıcılar karşısında ılımlı ayrılıkçıları güçlendirebilir.
Burada hükümet öncelikle meselenin ağırlığını anladığını gösterir şekilde hareket etmelidir. Ve biz de siyasetçi sınıfımızı, hayallerin dibine itmek yerine, adı Keşmir olan bir kavgadan ne kadar yorulduğumuzu dile getirmeyi sürdürerek uykusundan uyandırmalıyız.
*(Hindistan’ın sorunlu Cammu ve Keşmir eyaletindeki gerginlik Ağustos ayında doruğa çıktı. İlk karışıklıklar, geçtiğimiz aylarda Müslümanların çoğunlukta olduğu Keşmir Vadisi’nde bir arazinin Hindu tapınak vakfına bağışlanması üzerine çıkmıştı. Müslümanların protestolarının ardından hükümet kararından vazgeçmiş, ancak bu da Hinduların çoğunlukta olduğu Cammu bölgesinde büyük öfkeye neden olmuştu. Keşmir’in bağımsızlığı için mücadele eden Müslüman liderlerden Şeyh Abdülaziz ile birlikte 10 kişinin, 11 Ağustos’ta bağımsızlık için gerçekleştirilen yürüyüş sırasında Hint askerlerince öldürülmesinin ardından ise bölge kan gölüne döndü. Sadece iki hafta içinde Müslüman göstericiler ile Hint güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalarda 30’dan fazla kişi hayatını kaybederken 500 kişi de yaralandı.)
Tavsiye Et
İngiliz Basını
Çeviri: Burcu Anatay
Belçika’nın başkenti Brüksel’deki NATO karargahında Atlantik İttifakı’nı Kafkasya’nın bir bölümünü içine alacak şekilde genişletme düşüncesiyle meşgul olanlar, mevcut operasyon sahası Afganistan’da neler olup bittiğine bakmalılar. Zira Afganistan’da bir savaş yaşanıyor ve bu savaşın yavaşlayacağına dair bir işaret de görülmüyor. Aksine savaş şiddetini arttırıyor. 2008, NATO’nun Afganistan’daki en kötü yılı olacağa benziyor.
Associated Press haber ajansına göre, yıl içinde şimdiye kadar çoğu isyancı 3.400 Afgan ile 178 yabancı asker öldürülmüş. Çatışma alanı da gittikçe genişliyor. Koalisyon güçleri 21 Ağustos’ta yaptıkları açıklamada, Afganistan’ın doğusunda 18 Ağustos’ta gerçekleşen ve 10 Fransız askerinin ölümüne, 21’inin de yaralanmasına yol açan eşzamanlı saldırının ardından girdikleri çatışmada 30 isyancıyı öldürdüklerini iddia ettiler. Bu arada unutmayalım, bunların hepsi başkent Kabil’in sadece bir saat doğusunda yaşanıyor.
Savunma Bakanlığı yetkilileri, İngiltere’nin iki yıl önce Afganistan’ın güneyine 3.000 asker gönderirken umutsuz bir iyimserlik içinde olduğunu artık kabul ediyorlar. Şu an Afganistan’da bulunan, çoğu NATO üyesi ülkelerden 8.000 asker, en iyi ihtimalle kımıldayamaz durumda. İngiliz komutanlar ise roket atarlarla ya da yola döşenen bombalarla gerçekleştirilen saldırılara karşı çok az sayıda helikoptere veya zırhlı araca sahip olmak gibi, kendilerine özgü karın ağrılarından muzdaripler. Ancak onların esas telaşları, daha geniş kapsamlı sorunlardan kaynaklanıyor.
İngiliz komutanlar, Taliban olarak yaftalanan Afganistan’daki isyanın askerî yöntemlerle çözülemeyeceğini yıllardır dile getiriyorlar. Buna rağmen Afganistan için eşgüdümlü bir yardım ve inşa planı hâlâ ortada yok. Bu olmadığı gibi böyle bir planı yönetebilecek kadar güçlü bir lider ve koalisyon güçlerinin savaştığı açık bir düşman da yok. 2001’de başlayan savaş, Taliban’ı Peştu milliyetçiliğinin şampiyonu haline getirdi. Fakat Taliban hâlâ, tıpkı Irak’ta Sünni direniş grupları ortaya çıkmadan önce el-Kaide için yapıldığı gibi, her şeyi içine alan bir terim şeklinde kullanılıyor.
Bölgeye henüz iniş yapmış Fransız paraşütçülerini ezip geçen savaşçılar, muhtemelen Sovyet işgalinden beri kendi mevzisinden savaşan Gulbettin Hikmetyar liderliğindeki Hizb-i İslami grubunun üyeleriydi. Ayrıca ülkenin doğusunda, eski savaşçılardan Celaleddin Hakkani’nin aşireti ve 1996’da iktidara gelen ve operasyonlarını Pakistan’dan yürüten Taliban’ın çekirdeği yer alıyor. Bunların arasında da birbirleriyle rekabet eden yüzlerce grubun oluşturduğu değişken bir ittifak var. Bu gruplar, iletişim konusunda oldukça iyiler ve taktik yenilgiyi stratejik zafere dönüştürebiliyorlar.
Afganistan tamamen farklı bir yaklaşım, uluslararası eşgüdüm içinde bir yardım ve yeniden inşa planı ve ayrıca eski savaşçılar ile Taliban liderlerini geri kazanmayı sağlayacak bir siyasi plan gerektiriyor. Afganistan’ın üniter bir devlet gibi tek bir merkezden yönetilebileceği varsayımından da vazgeçmek zorunda kalabiliriz. Çünkü şimdiki haliyle bu kazanılabilir bir savaş değil.
Tavsiye Et