GAZZE ve Batı Şeria, 1967 yılında 6 Gün Savaşı’nda İsrail tarafından işgal edilişinin 40. yıldönümünde, Hamasistan ve Fetihland isimleriyle anılıyor. Olan biteni Filistin’in iki küçük devletçiğe bölünmesi olarak okuyanlar, Filistin’de bir dinci-laik kamplaşmasının yaşandığından dem vuruyor. Gerçekten işgal altındaki topraklarda yaşananlar, bir laik-dindar hesaplaşması mı? Yoksa Filistinli gruplar arasında patlak veren bir iktidar mücadelesi mi? Çatışmalar bir “iç savaş” olarak adlandırılabilir mi? Aslında Gazze’de olan biteni, 14 sene önce başlayan ‘barış’ sürecinin kısa bir tahlili yapılmadan doğru bir şekilde anlamlandırmak imkansız görünüyor.
Oslo, Bir Dönemin Sona Erdiği Yer!
1993 yılında İsrail ve FKÖ arasında imzalanan Oslo Barış Anlaşması, genellikle taraflar arasında ve özellikle de dünya kamuoyunda uyandırdığı iyimser duygular ve aşıladığı umutlarla anımsanır. Oysa bugün işgal altındaki topraklarda yaşanan kargaşa ve çatışmaların (iç savaş demiyoruz) nedenleri irdelenirken Oslo süreci, geri sayımı başlatan sebep olarak okunursa, bölgede yaşananlara daha sağlıklı bir anlam verebilme imkanı doğar.
Aslında Oslo Anlaşması, FKÖ içerisinde ve diğer gruplar arasında anlaşma imzalanana kadar üzerinde zımnen uzlaşma bulunan direniş seçeneğinin “olmazsa olmazlığı”na karşı çıkan görüşlerin yüksek sesle dillendirildiği bir sürecin de başlamasına önayak oldu.
Bu süreçte, İsrail’le yapılacak barış müzakerelerinin Filistin tarafına vakit ve hak kaybından başka bir şey getirmeyeceğini savunan kesimler karşısında, direniş seçeneğinin askıya alınması gerektiğini savunan çevreler seslerini iyiden iyiye yükseltti. ABD-AB ve İsrail tarafından da desteklenen direniş karşıtı cephe, günden güne gücünü artırarak Filistin yönetiminde ‘derin’ etkiye sahip bir konuma yükseldi.
Direniş seçeneğinin devre dışı bırakılmasını yüksek sesle dillendiren çevrelerin, üstüne üstlük kişisel hesaplarla yolsuzluk batağına saplanmaları, daha o andan itibaren Filistin topraklarında vahim gelişmelerin yaşanacağının bir göstergesiydi. Yine bu bakımdan Gazze’de yaşananlar, bu sürecin tali sonuçlarından biri olmaktan öte bir anlam taşımıyor.
Amacımız, işgal altındaki topraklarda olan biteni küçümsemek değil elbette. Son günlerde yaşanan gelişmelerin bu sürecin başlangıcından itibaren öngörülebilecek sonuçlarından biri olduğunun altını çizmek sadece.
Hamas’ın Varlık Mücadelesi
Yönetimde sözü geçen bu küçük ama “etkili ve dışarıdan destekli” zümre, Ocak 2006’da ‘nezih’ bir seçim süreci sonucunda başa geçen Hamas hareketini bir türlü içine sindiremedi. El-Fetih’in önemli isimlerinden Muhammed Dahlan’ın başını çektiği grubun elinde FKÖ hareketi; bir kurtuluş örgütü olmaktan ziyade, iktidarı “iç ve dış” bazı mihrakların da yardımıyla elinde tutmaya çalışan bir oluşuma dönüştü. Filistin halkının Arafat’ın ölümü sonrasında bel bağladığı yolsuzluk ve İsrail ile işbirliği suçlamalarıyla çalkalanan yönetici zümrenin tahakkümüne bir son vermesini beklediği Devlet Başkanı Mahmud Abbas ise, Filistin halkına büyük bir hayal kırıklığı yaşattı.
Temiz siyaset ve yolsuzlukla mücadele sözü veren Hamas, bu yönüyle de mevzubahis kliğin çıkarlarını tehdit ediyordu. Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal’in “Operasyonların el-Fetih hareketine yönelik olmayıp, adları yolsuzluğa ve ihanete karışan azınlık bir gruba karşı düzenlendiğini” belirtmesi de bu açıdan önemli.
Gazze’nin düşmesi, yıllardır bölgeye hükmeden, yolsuzluğa adı bulaşmış savaş ağalarının da etkinliğinin sonu anlamına geliyor. Hamas, Gazze operasyonuyla kendisini hükümetten uzaklaştırmak isteyen ve geçmiş yıllarda olduğu gibi komutan ve üyelerine her türlü baskı ve işkencenin önünü açacak bir sürecin başlamasının da önüne geçmek istiyor. Yine Hamas’ın, “ülke güvenlik birimlerini destekleme” adı altında ABD ve İsrail tarafından gönderilen silahlarla güç dengesinin el-Fetih lehine kaymasını içine sindiremediği de biliniyor. Öte yandan Hamas hareketi, kendi içinde birlik görüntüsü verse de siyasi sürece dâhil olma kararı verdiği günden itibaren, baskılar ve siyasi oyunlarla yıpranan itibarını askerî harekat başlatarak yeniden kazanmaya çalışma görüntüsü de veriyor.
Çatışmalara bu bağlamda bakıldığında Filistin topraklarında yaşanan üzücü olayların halkı da içine çeken bir iç savaş, dindar-laik kavgası ya da bir iktidar mücadelesinden çok öte anlamlar içerdiği anlaşılır. Gazze’de olup bitenler, hakları gasp edilmiş Hamas hareketinin, ABD ve İsrail ile ortak hareket eden, halktan kopuk, ancak ‘güçlü’ bir oluşuma karşı ayakta kalabilme refleksi olarak değerlendirilmeli.
İki Başlı Hükümetten İki Hükümetli Bir Halka…
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Hamas kuvvetlerinin el-Fetih’e bağlı güvenlik güçlerinin karargahını ele geçirdiğini ilan etmesinin akabinde ulusal birlik hükümetini görevden aldığını açıkladı. Olağanüstü bir hükümet oluşturarak başına Selam Feyyad’ı atayan Abbas, özellikle dışarıdan gelen baskılar sonucunda gerçekleştirdiği bu icraatla Muhammed Dahlan’ın tarafına bilfiil geçmiş oldu. Dahlan’la saf tutan Abbas’ın hükümeti görevden alma kararının da, oluşturulan yeni hükümetin de Hamas hareketi tarafından tanınmayacağı aşikâr.
Diğer yandan, hareket komutanlarının verdiği demeçlerde çok açık bir biçimde Hamas’ın bu son çatışmalarda varmak istediği sonucun bazılarının iddia ettiği gibi Gazze’yi Batı Şeria’dan ayırıp ondan bağımsız bir İslam devleti kurmak olmadığı vurgulanıyor. Amacın, Filistin topraklarında direnişi boğmak üzerine kurulu dengelerin değişmesini sağlamak olduğunun altı çiziliyor.
Şimdi asıl sorulması gereken soru, bölgesel ve uluslararası kabul görmeyen bu devlet ya da devletçiğin yaşama şansının olup olmadığı, bir de tabii bundan sonra ne olacağıdır.
Gazze, tarihî Filistin’in %1’i kadar bir alana sahip. İşgal edilmiş toprakların ise %6’sını oluşturuyor. Bu yönüyle Hamas için Gazze’yi ele geçirmek pek de fazla bir anlam taşımıyor. Gazze aynı zamanda İsrail tarafından hem kara hem de havadan çepeçevre kuşatılmış. Bu durum ise Hamas’ın elini kolunu bağlıyor. İsrail, bölgeye uyguladığı ambargoyu daha da ağırlaştıracağını ilan etti. Bu nedenle Hamas’ın Gazze’de karşılaşacağı sorunların başında eğitim, güvenlik, elektrik, su ve yiyecek gibi halkın en temel ihtiyaçlarının nasıl sağlanacağı geliyor.
ABD-AB-İsrail ve bazı Arap ülkelerinin 15 aydır Filistin halkından esirgedikleri yüz milyonlarca doların Batı Şeria’ya akıtılmaya başlanması, Gazze ile Batı Şeria arasındaki uçurumu daha da derinleştirecek. Hamas hareketinin Abbas tarafından yasa dışı ilan edilmesi de, Filistin güvenlik güçlerine Hamaslılara yönelik bir cadı avı başlatma yetkisi verecek.
Görünen o ki Filistin’de normalleşme sürecine geçiş ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ümidi giderek hayal oluyor. Olayları enine boyuna inceleme şansına sahip olmayanların gözünde ise Filistin davası eski itibarını yitiriyor.
Paylaş
Tavsiye Et