Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2007) > Toplum > Hakikatin cinsiyeti
Toplum
Hakikatin cinsiyeti
Nazife Şişman
TEV­RAT’TA an­la­tı­lan bir kıs­sa var­dır. İki ka­dın ay­nı ço­cuk­la il­gi­li an­ne­lik id­di­asın­da bu­lu­nur. Da­va Hz. Sü­ley­man’a ka­dar in­ti­kal eder. Hz. Sü­ley­man, ger­çek an­ne­yi tes­pit et­me im­kan­la­rı ol­ma­dı­ğı için ço­cu­ğu kı­lıç­la iki­ye böl­me­yi tek­lif eder. Ka­dın­lar­dan bi­ri he­men da­va­dan vaz­ge­çer. Hz. Sü­ley­man ço­cu­ğu, da­va­dan vaz­ge­çen ka­dı­na ve­rir. Çün­kü an­cak ço­cu­ğun za­rar gör­me­si­ni is­te­me­di­ği için hak­kın­dan vaz­ge­çen ka­dın, ger­çek an­ne ola­bi­lir.
Brecht ise “Kaf­kas Te­be­şir Da­ire­si” ad­lı oyu­nun­da bi­yo­lo­jik an­ne­nin de­ğil, ço­cu­ğu bü­yü­ten ka­dı­nın, ço­cu­ğun ca­nı yan­ma­ma­sı için da­va­dan vaz­geç­ti­ği bir hi­ka­ye an­la­tır. Va­li­nin ka­rı­sı, ço­cu­ğu hiz­met­çi­ye bı­ra­kıp ka­çar. Yıl­lar son­ra ge­ri dö­ner ve ço­cu­ğun ken­di­si­nin ol­du­ğu­nu id­di­a eder. Hâ­kim ise te­be­şir­le bir dai­re çi­zer ve ço­cu­ğu, onu ken­di ta­ra­fı­na çek­me­yi ba­şa­ran ka­dı­na ve­re­ce­ği­ni söy­ler. Ço­cu­ğu bü­yü­ten hiz­met­çi ka­dın, za­rar ver­mek­ten kork­tu­ğu için ço­cu­ğun ko­lu­nu bı­ra­kır. Hâ­kim ço­cu­ğu, ona emek ve­ren hiz­met­çi ka­dı­na ve­rir. Brecht bir Çin hi­ka­ye­sin­den mül­hem bu hi­ka­ye­de­ki sem­bo­lizm üze­rin­den, eme­ğin hak sa­hi­bi ol­du­ğu­nu vur­gu­lar.
...
Her iki du­rum­da da ka­dın­lar hak­lı ol­duk­la­rı bir da­va­dan, sev­dik­le­ri, ko­ru­duk­la­rı bir var­lık za­rar gör­me­sin di­ye vaz­ge­çer­ler. On­lar için hak­lı ol­mak de­ğil, ha­ya­tı ko­ru­mak da­ha ön­ce­lik­li­dir. Bu du­ru­mu, her ne ka­dar ikin­ci hi­ka­ye­de­ki ka­dın ba­kı­cı-an­ne de ol­sa, an­ne­lik­le bağ­lan­tı­lı ola­rak de­ğer­len­dir­mek müm­kün­dür. Bu açı­dan ba­kıl­dı­ğın­da bü­tün ka­dın dav­ra­nış­la­rı, “an­ne­ce dü­şün­me” çer­çe­ve­sin­de şe­kil­le­nir de­ni­le­bi­lir. “An­ne­ce dü­şün­me”de hâ­kim olan hu­sus, ba­kım eti­ği ve ha­ya­ta say­gı pren­si­bi­dir. Bu ne­den­le ka­dın­la­rın mu­ha­ke­me­le­rin­de, gün­de­lik dün­ya­ya dö­nük te­mel bir say­gı ve çev­re­sel bir bağ­lam hâ­kim­dir. Ya­ni ka­dın­lar, çev­re­sel ses­le­rin ko­nu­mu­nu ve öne­mi­ni ka­bul­len­me­ye, çe­şit­li­lik ve ger­çek­lik­le­rin de­ğe­ri­ni ka­bul et­me­ye er­kek­ler­den da­ha gö­nül­lü­dür­ler.
Ka­dın­lar ve er­kek­ler ara­sın­da­ki bu ta­vır fark­lı­lı­ğı­nı, top­lum­sal ve kül­tü­rel dü­zey­den da­ha ile­ri gö­tü­ren ve ah­la­ki ta­vır alış­ta ka­dın­la er­kek ara­sın­da te­mel bir fark­lı­lık ol­du­ğu­nu id­di­a eden­ler de var. Me­se­la Ca­rol Gil­li­gan, yu­ka­rı­da bah­si ge­çen ve Tev­rat’ta yer alan kıs­sa­da­ki ka­dı­nın tav­rı ile Hz. İb­ra­him’in Al­lah’ın em­ri doğ­rul­tu­sun­da oğ­lu­nu kur­ban et­me­ye ra­zı oluş tav­rı­nı kar­şı­laş­tı­rır. Ona gö­re bu iki ta­vır, ti­pik ka­dın ve er­kek tav­rı ola­rak ana­liz edi­le­bi­lir. Bu­na gö­re, ka­dın­lar ha­yat uğ­ru­na ha­ki­ka­ti fe­da et­me­yi gö­ze alır­lar. Ni­te­kim an­ne, hak­lı ol­du­ğu hal­de sa­de­ce ço­cu­ğun ha­ya­tı teh­li­ke­ye gir­me­sin di­ye hak­kın­dan vaz­ge­çer. Tam ak­si­ne er­kek­ler­se ha­ki­kat (Tan­rı’nın em­ri) için ha­ya­tı fe­da et­me­yi gö­ze alır­lar. Ni­te­kim Hz. İb­ra­him, Al­lah’ın em­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­mek için oğ­lu­nu öl­dür­me­ye te­şeb­büs eder. “Ya­ni” der Gil­li­gan, “ka­dın­lar ha­ya­tı, er­kek­ler­se ku­ral­la­rı, emir­le­ri ya da bun­lar­da var ol­du­ğu­nu dü­şün­dük­le­ri ha­ki­ka­ti, il­ke­le­ri ön­ce­ler­ler.”
Ah­la­ki dav­ra­nış­la­rın ni­te­li­ği­ni araş­tı­ran Gil­li­gan, bu iki kıs­sa­ya da atıf­ta bu­lu­na­rak etik tep­ki­le­rin, ka­dın­lar ve er­kek­ler ara­sın­da önem­li öl­çü­de fark­lı­laş­tı­ğı­nı söy­ler. Ona gö­re ka­dın­lar, ah­la­ki ka­rar­la­rı­nı hak­lar çer­çe­ve­sin­de al­mak­tan zi­ya­de, iliş­ki­ler çer­çe­ve­sin­de alır­lar. Ya­ni “ka­dın­la­rın ah­la­ki ka­rar al­ma sü­reç­le­ri, bağ­lam odak­lı ola­rak şe­kil­le­nir.” (In a Dif­fe­rent Voi­ce, 1982).
Ay­dın­lan­ma­nın ta­bia­ta hâ­kim ol­ma id­di­asın­da­ki ege­men öz­ne yak­la­şı­mı­na kar­şı, ka­dın­la­rın em­per­ya­list ol­ma­yan, ya­şam yan­lı­sı ve ya­şa­mın so­mut ay­rın­tı­la­rı­na say­gı­lı bir eti­ğe sa­hip ol­duk­la­rı­nı sa­vu­nur 80 son­ra­sı kül­tü­rel fe­mi­nist akım. Ka­dın­la­rın sa­hip ol­du­ğu bu bağ­lam­sal yak­la­şım, ata­er­kil öz­ne­nin se­bep ol­du­ğu yı­kım­la­ra kar­şı tek ça­re­dir, on­la­ra gö­re. Eko­fe­mi­nizm, ta­bia­tı tah­rip eden de­ğil, onun ses­le­ri­ni din­le­yen ve onun­la uyum­lu bir iliş­ki­nin pe­şin­de olan­la­rın, hep ka­dın­lar ol­du­ğu id­di­ası­na da­ya­nır.
Hat­ta ye­ni fe­mi­nist dü­şün­ce ile ye­ni fi­zik ara­sın­da bağ­lan­tı ku­ran­lar da var­dır. Ro­bin Mor­gan’a gö­re ka­dın­lar, ye­ni fi­zi­ğin or­ta­ya koy­du­ğu dün­ya gö­rü­şü­ne yüz­yıl­lar­dır sa­hip­tir­ler (The Ana­tomy of Free­dom, 1982). Çün­kü ka­dın­lar iliş­ki­sel ve çev­re­sel bağ­lam­lar­da­ki kav­ram­lar için­den ba­kar­lar. On­la­rın bi­rin­cil de­ğe­ri, ha­ya­ta say­gı­dır.
Ka­dın­la­rın gün­de­lik ha­yat­ta da­ha iliş­ki ağır­lık­lı dü­şün­dü­ğü, ge­nel­de ka­bul gö­ren bir tes­pit. Gü­nü­müz­de “si­ya­se­te ka­dın eli değ­me­li” di­yen gö­rüş, bu ba­kım eti­ğin­den ha­re­ket­le ka­dın­la­rın da­ha ba­rış­çı, re­ka­bet­ten uzak bir ta­vır ser­gi­le­ye­ce­ği ka­na­atin­den bes­le­ni­yor. Ka­dın­la­rın, bağ­lam­sal ve iliş­ki­sel dü­şün­dük­le­ri için ‘öte­ki’nin ger­çek­li­ği­ne say­gı açı­sın­dan da da­ha avan­taj­lı bir ko­num­da ol­duk­la­rı­nı id­di­a eder fe­mi­nist­ler.
Fa­kat “an­ne­ce dü­şün­me”nin, da­ha yük­sek bir ah­la­ki dü­ze­ye sa­hip ol­mak­sı­zın tek ba­şı­na ‘öte­ki’ne say­gı­ya ne ka­dar yar­dım­cı ol­du­ğu, ol­duk­ça tar­tış­ma­lı bir id­di­a. Zi­ra ken­di ço­cuk­la­rı için baş­ka­la­rı­nın ço­cuk­la­rı­nı fe­da et­me, hiç de sey­rek rast­la­nır bir du­rum de­ğil. Ka­dın ol­ma­nın tek ba­şı­na da­ha ba­rış­çıl, da­ha in­sa­ni bir tav­rın ga­ran­ti­si ola­ma­ya­ca­ğı­nı, top­lum­sal ve si­ya­sal pra­tik­ler de gös­te­ri­yor. Irak iş­ga­li es­na­sın­da Ame­ri­ka­lı ka­dın as­ker­le­rin ba­rış­çıl ka­dın tav­rı ile bağ­daş­tı­rıl­ma­sı müm­kün ol­ma­yan dav­ra­nış­la­rı, özel­lik­le iş­ken­ce­ci Lyndi­e Eng­land’ın şah­sın­da so­mut­laş­mış­tı.
Yu­ka­rı­da­ki hi­ka­ye­ler üze­rin­den gi­de­cek olur­sak, ka­dın­la­rın etik tep­ki­le­ri ile il­gi­li de­ğer­len­dir­me­de ih­mal edi­len ya da göz­den ka­çan bir hu­sus var. Hem Ki­ta­bı Mu­kad­des kıs­sa­sın­da, hem de Brecht’in Kaf­kas Te­be­şir Da­ire­si hi­ka­ye­sin­de bir de öte­ki ka­dın­lar var. Hz. Sü­ley­man’ın “ço­cu­ğu kı­lıç­la iki­ye bö­le­lim” tek­li­fi­ne iti­raz et­me­yen; ço­cu­ğu, te­be­şir­le çi­zi­len da­ire­nin dı­şı­na çı­ka­ra­bil­mek için ko­lu­nu çe­kiş­ti­ren di­ğer ka­dın­lar. Bu da gös­te­ri­yor ki, ba­kım eti­ği ve an­ne­ce dü­şün­me da­ha zi­ya­de ka­dın­ca bir ta­vır da ol­sa bü­tün ka­dın cin­si­ni kap­sa­ya­cak den­li ge­nel­le­me­ye izin ve­re­cek bir açık­la­ma de­ğil.
As­lın­da ka­dın­la­rın gün­de­lik ha­ya­ta da­ir ka­rar­lar alır­ken, iliş­ki­le­ri, bağ­la­mı ve sü­reç­le­ri da­ha çok dik­ka­te alan de­ğer­len­dir­me­ler yap­tı­ğı­nı, kav­ram­sal bir çer­çe­ve­ye ih­ti­yaç duy­ma­dan da göz­lem­le­miş­tir pek ço­ğu­muz. Bu açı­dan ba­kıl­dı­ğın­da Gil­li­gan’ın ka­dın ve er­kek ara­sın­da etik tep­ki­le­rin fark­lı­lı­şa­ca­ğı­na da­ir gö­rü­şü doğ­ru ka­bul edi­le­bi­lir. Fa­kat gün­de­lik ha­yat­la il­gi­li de­ğer yar­gı­la­rı ile dün­ya­nın ta­bia­tı, in­sa­nın ga­ye­si gi­bi fel­se­fi me­se­le­le­ri bir tut­mak yan­lış olur. Çün­kü ya­şa­nan ger­çek­li­ğin hay­hu­yu için­de şe­kil­le­nen tep­ki­ler­de ka­dın­la er­kek ara­sın­da bir fark­lı­lık söz ko­nu­su ola­bi­lir; ama ha­ki­kat­le il­gi­li me­ta­fi­zik de­ğer­len­dir­me­ler­de ka­dın­la er­kek ara­sın­da te­mel bir fark­lı­lık ol­du­ğu­nu id­di­a et­mek, çok da­ha baş­ka bir şey­dir.
Ni­te­kim aka­de­mik fe­mi­nizm, bu fark­lı­lık id­di­ası­nı bil­gi ve ha­ki­kat an­la­yı­şı­na ka­dar gö­tü­rür. Bu ne­den­le de er­kek­le­rin ka­dın­lar hak­kın­da söy­le­ye­cek­le­ri bir şey­le­ri ol­ma­dı­ğı­nı id­di­a eder­ler. Bu ba­kı­şa gö­re ka­dın-er­kek far­kı, sa­de­ce cins­le­rin ken­di­le­ri­ne öz­gü me­se­le­le­re yö­nel­me­le­ri şek­lin­de bir so­nuç ver­mez. Ay­nı za­man­da te­mel­de kav­ram­la­rı ele alış tarz­la­rı­nı da et­ki­ler. Söy­le­dik­le­ri­ne ba­kı­lır­sa, bil­gi de cin­si­yet ba­ğım­lı­dır; ne­yin doğ­ru ne­yin yan­lış ol­du­ğu­na ka­rar ver­mek, cin­si­yet far­kı­na gö­re de­ği­şir. Böy­le olun­ca ka­dın­la­rın ve er­kek­le­rin ‘ha­ki­kat’i de fark­lı ola­cak­tır.
Ha­yat ve ha­ki­kat... Böy­le va­ro­luş­sal açı­dan mer­ke­zî bir ko­nu­da, er­kek­ler ile ka­dın­la­rın ah­la­ki ta­vır­la­rı­nı, etik tep­ki­le­ri­ni, uz­laş­maz bir fark­lı­lı­ğa mah­kum et­mek, hem tev­hi­di (bir­lik) te­mel alan di­nî an­la­yış açı­sın­dan hem de or­tak in­san­lık ha­ki­ka­ti açı­sın­dan ka­bul edi­le­mez bir gö­rüş­tür.

Paylaş Tavsiye Et