Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2007) > Toplum > Cevizin özüne inmeyen, hepsini kabuk sanır
Toplum
Cevizin özüne inmeyen, hepsini kabuk sanır
Nazife Şişman
RO­BERT Ko­le­ji kö­ken­li bir sı­nıf ar­ka­da­şım bü­yük top­lan­tı sa­lo­nun­da ya­pı­lan bir sı­nav­da ya­nı­ma otur­du. Tar­han, “Sen kop­ya da çek­mez­sin de­ğil mi?” di­ye sor­du. “Keş­ke baş­ka ye­re otur­say­dım” der gi­biy­di vur­gu­su. Ga­yet do­ğal bir şe­kil­de ce­vap ver­dim: “Ta­bii çek­mem!”. Yıl­lar son­ra -80’li yıl­la­rın ilk ya­rı­sın­da öğ­ren­ci ol­du­ğum dü­şü­nü­lür­se, yir­mi yıl­dan faz­la- ha­fı­za­mın boh­ça­sın­dan çı­kıp gel­di bu sah­ne. Oku­lun tek ba­şör­tü­lü öğ­ren­ci­siy­dim ve be­ni kop­ya çek­me­yen bi­ri ola­rak gö­rü­yor­lar­dı ar­ka­daş­la­rım. Ba­şı­mı ört­mem bel­li bir ki­şi­lik ya­pı­sı­na sa­hip ol­du­ğum, en azın­dan bu­na ça­ba­la­dı­ğı­mın bir işa­re­tiy­di on­la­rın gö­zün­de. Ha­mur­suz oru­cu­nu, be­nim ik­ram et­ti­ğim bis­kü­vi ile aç­mak­tan mut­lu­luk duy­du­ğu­nu ifa­de eden Dia­ne için de ba­şör­tüm, din­dar­lı­ğım­dan baş­ka bir an­lam ta­şı­mı­yor­du.
Be­nim ve pek çok ar­ka­da­şı­mın bi­rey­sel tec­rü­be­si böy­le ol­du­ğu hal­de, 80’li yıl­la­rın ikin­ci ya­rı­sın­dan iti­ba­ren ya­pı­lan sos­yo­lo­jik araş­tır­ma­lar, da­ha zi­ya­de kim­lik üze­rin­den ve si­ya­si ha­re­ket­ler­le bağ­lan­tı­lı ola­rak ana­liz et­me yo­lu­na git­ti­ler üni­ver­si­te­ler­de­ki ba­şör­tü­lü öğ­ren­ci ‘so­ru­nu’nu. As­lın­da bu sa­de­ce Tür­ki­ye’ye öz­gü bir yak­la­şım da de­ğil­di. Sos­yal bi­lim­ci­ler İs­lam’la il­gi­li be­den­sel pra­tik­le­ri (özel­lik­le ör­tü) da­ha zi­ya­de be­lir­li sos­yal ha­re­ket­le­rin ve si­ya­si he­def­le­rin sem­bo­lü ola­rak yo­rum­la­ma eği­li­min­de ola­gel­di­ler. Ya­ni bu pra­tik­ler, on­la­ra gö­re, ol­sa ol­sa grup çı­kar­la­rı­nın ve si­ya­si fark­lı­lık­la­rın ifa­de araç­la­rıy­dı. Tüm dün­ya­da yük­se­len İs­lam’ı, Arap mil­li­yet­çi­li­ği­ni, fa­na­tik İs­la­mi ha­re­ket­le­ri, en ha­fi­fin­den Av­ru­pa kim­li­ği­ne en­teg­re ol­ma­yan Müs­lü­man kül­tür­le­ri sem­bo­li­ze eden araç­lar…
Tür­ki­ye’de bu sem­bol­leş­tir­me­ye Cum­hu­ri­yet’in ku­ru­luş dö­ne­mi ref­leks­le­rin­den bes­le­nen la­ik-şe­ri­at­çı ku­tup­laş­ma­sı, şe­hir­leş­mey­le bir­lik­te ar­tan mer­kez-çev­re ge­ri­li­mi, seç­kin ve ay­rı­ca­lık­lı ol­du­ğu­na ina­nan şe­hir­leş­miş ke­si­min “ha­yat tar­zı” kay­gı­sı da ek­le­nin­ce, ce­ma­at­le na­ma­zın “top­lu na­maz” ifa­de­sin­de açı­ğa çı­kan bir pro­tes­to ey­le­mi ola­rak al­gı­lan­dı­ğı, ken­di du­ru­mu­nu açık­la­mak zo­run­da bı­ra­kı­lan ba­şör­tü­lü ka­dın­lar if­fet­ten bah­se­din­ce, “Vay sen bi­ze ah­lak­sız mı di­yor­sun?” di­ye iti­raz edil­di­ği bir va­sat oluş­tu. Kim­lik göz­lü­ğü sa­de­ce sos­yal bi­lim­le­ri de­ğil, med­ya ve ma­ga­zin di­li­ni de et­ki­si al­tı­na al­dı­ğı için, di­ni­nin zo­run­lu iba­det­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­ren Müs­lü­man­lar, bel­li bir si­ya­sal ha­re­ke­tin söz­cü­sü ola­rak gö­rül­mek­le kal­ma­yıp; se­kü­ler kül­tü­rün hâ­ki­mi­ye­ti al­tın­da din­dar ol­mak ye­te­rin­ce zor de­ğil­miş gi­bi, baş­ka­la­rı­nın ha­yat tar­zı­nı teh­dit eden de­ğil­se bi­le yar­gı­la­yan kim­se­ler ola­rak gö­rül­me­ye baş­lan­dı­lar.
Oy­sa di­ğer pek çok din­de ol­du­ğu gi­bi, İs­lam’da da be­den­sel pra­tik­ler (bu sos­yo­lo­jik ifa­de­nin di­nî ter­mi­no­lo­ji­de­ki kar­şı­lı­ğı ‘amel’dir ki bun­lar bel­li tarz­da gi­yin­me, bel­li şey­ler­den sa­kın­ma, tek­rar­la­nan iba­det­ler vb. şey­ler­dir), dı­şa doğ­ru bir id­di­a de­ğil, içe doğ­ru bir ik­na ve eği­tim sü­re­ci­nin gös­ter­ge­si­dir. Me­se­la na­ma­zın kö­tü­lük­ler­den uzak­laş­tı­ra­ca­ğı­nı bil­di­ren bir ayet var­dır Kur’an’da. Bu, na­maz kı­lan kim­se­le­rin kıl­ma­yan­la­rı kö­tü­lük­le it­ham ede­ce­ği şek­lin­de yo­rum­la­na­ma­ya­ca­ğı gi­bi, na­maz kı­lan her­ke­sin yüz­de yüz iyi ol­du­ğu an­la­mı­na da gel­mez. Bek­le­nen odur ki, ki­şi na­maz kıl­ma­yı di­sip­lin­li bir şe­kil­de sür­dü­rür­se, bu iba­det (be­den­sel pra­tik) on­da na­maz kıl­may­la il­gi­li iç­sel ar­zu­yu do­ğu­ra­cak, ay­nı za­man­da onun ki­şi­li­ği­ni de olum­lu yön­de et­ki­le­ye­cek­tir.
Na­maz kıl­ma ar­zu­su el­bet­te do­ğal de­ğil­dir, bir di­zi di­sip­lin­li dav­ra­nış ne­ti­ce­sin­de oluş­tu­ru­lur. Ki­şi, tak­vayı gösteren bu ar­zu­la­ra sa­hip ola­bil­mek için birta­kım tek­nik­ler uy­gu­lar ki bun­lar di­nî kay­nak­lar­da emir­ler, ya­sak­lar ve tav­si­ye­ler şek­lin­de yer al­mış­tır. Me­se­la ima­nı za­yıf­la­tan şey­le­ri gör­mek, duy­mak ve hak­kın­da ko­nuş­mak­tan ka­çın­mak ve Al­lah’ın ira­de­si­ne tes­lim ol­ma­yı ko­lay­laş­tı­ra­cak fi­il­ler­le meş­gul ol­mak gi­bi dav­ra­nış­lar için­de ol­ma­lı­dır tak­va­ya ta­lip olan ki­şi. Ki­şi­nin bü­tün fi­il­le­ri­nin Al­lah rı­za­sı­nı mu­ha­fa­za­ya yö­ne­lik bir hal al­ma­sı, ya­ni Kur’anî ter­mi­no­lo­ji ile “mut­ma­in bir nefs”e dö­nüş­me­si, bir­den bi­re olan de­ğil, bir­bi­ri üze­ri­ne bi­ri­ke­rek olu­şan bir sü­reç­tir. Bu­nun net so­nu­cu da gö­rü­nür dü­zey­de dü­zen­li ola­rak na­maz kı­la­bil­mek, da­ha de­ru­ni dü­zey­de ise mut­ta­ki bir ki­şi­li­ğin oluş­ma­sı­dır.
Ör­tün­me için de ben­zer şey­ler söy­le­ne­bi­lir. Müs­lü­man bir ka­dın, bir kim­li­ği vur­gu­la­mak için de­ğil, bu uy­gu­la­ma­ya iç­kin bir ama­cı ger­çek­leş­tir­mek için ör­tü­nür. Ha­yâ­lı ve if­fet­li bir ben­li­ğe sa­hip ol­mak için ye­ter­li de­ğil, ama zo­run­lu bir şart­tır ör­tün­mek. Ör­tü bir ka­buk ola­rak da gö­rü­le­bi­lir, özün ge­liş­me­si için ge­rek­li olan ko­ru­yu­cu bir ka­buk. Bu an­lam­da ör­tü, dış­ta, ya­ni dav­ra­nış­lar­da or­ta­ya ko­nan pra­tik­ler­le, iç­te be­lir­li birta­kım duy­gu­la­rı, dü­şün­ce­le­ri oluş­tur­mak için di­sip­li­ne edi­ci pe­da­go­jik bir araç­tır. Sa­ba Mah­mo­od, dış­tan içe doğ­ru ger­çek­le­şen bu pe­da­go­jik sü­re­ci ha­bi­tus kav­ra­mıy­la ana­liz eder (Po­li­tics of Pi­ety, 2005). Dış dav­ra­nış­lar (me­se­la be­den­sel fi­il­ler, sos­yal dav­ra­nış­lar) ile iç­sel ko­num­lar (me­se­la duy­gu­sal du­rum­lar, dü­şün­ce­ler, ni­yet­ler) ara­sın­da bir ko­or­di­nas­yon sağ­la­na­rak ah­la­ki fa­zi­let­le­rin el­de edil­di­ği bir pe­da­go­jik sü­reç­tir ha­bi­tus ya da Ga­za­li’den Mis­ke­veyh’e ve İbn Hal­dun’a dek pek çok İs­lam âli­mi­nin kul­lan­dı­ğı şek­liy­le me­le­ke. Me­le­ke, bir di­zi uy­gu­la­ma­lı mes­lek­te mü­kem­mel­lik ka­zan­ma­nın za­ru­ri bir par­ça­sı­dır.
Baş­ka be­ce­ri­ler­de ol­du­ğu gi­bi inanç­ta da me­le­ke ka­zan­mak an­cak uy­gu­la­may­la müm­kün olur. Uy­gu­la­may­la öy­le bir te­ka­mül de­re­ce­si­ne ula­şı­lır ki bu me­le­ke ar­tık bü­tün fi­il­le­ri ve uy­gu­la­ma­la­rı yö­net­me­ye baş­lar. Bu kul­la­nı­mıy­la ha­bi­tus ya da me­le­ke, tek­rar­la­nan fa­zi­let­li dav­ra­nış pra­tik­le­ri ara­cı­lı­ğıy­la iç­sel it­ki­ler, yö­ne­lim­ler ve duy­gu­sal du­rum­lar ara­sın­da bir eş­gü­düm ka­zan­mak an­la­mı­na ge­lir. Ki­şi böy­le­ce ar­zu­la­rı­nı ye­ni­den tak­va­yı bes­le­ye­cek şe­kil­de yön­len­di­re­bi­lir ve bu mer­te­be­yi ka­zan­mak için her da­im bi­linç­li bir ça­ba için­de ola­bi­lir.
Bu dav­ra­nış tar­zı, as­lın­da li­be­ral ben­lik an­la­yı­şı­nın ta­ma­men hi­la­fı­na­dır. Li­be­ral ki­şi­lik, “ne his­se­di­yor­sam öy­le dav­ran­ma­lı­yım” dü­şün­ce­sin­den ha­re­ket eder. Bu ne­den­le ‘dü­rüst­lük’, ya­ni his­set­ti­ğin gi­bi dav­ran­mak çok önem­li­dir. Fa­kat ara­da­ki fark şu­dur: Di­nin ge­rek­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­ren­ler, his­set­tik­le­ri gi­bi dav­ran­ma­ya tes­lim ol­maz­lar; iyi dav­ra­nış­la­rı çok tek­rar­la­ya­rak iyi his­set­me­ye ta­lip olur­lar. Aris­to’nun ah­la­ki fa­zi­let an­la­yı­şın­da da ay­nı man­tık hâ­kim­dir. Ki­şi, ce­sur dav­ra­nış­lar­da bu­lu­na­rak ce­sur, fe­da­kar dav­ra­nış­lar­da bu­lu­na­rak fe­da­kar, yar­dım­se­ver dav­ra­nış­lar­da bu­lu­na­rak yar­dım­se­ver olur. Ki­şi­nin yap­ma­sı ge­re­ken, be­de­nin dış dav­ra­nış­la­rı­nı tek­rar yo­luy­la pe­da­go­jik bir araç ola­rak kul­lan­ma­sı­dır. İş­te bu be­den­sel pra­tik­ler (tek­rar­la­nan iba­det­ler, ör­tün­me) de­ru­ni alan­da ol­ma­sı bek­le­nen te­ka­mü­lün sağ­lan­ma­sı için en te­mel araç­lar­dır. He­def­le­nen iç­sel di­na­mi­ğin ger­çek­leş­me­si­ne ze­min teş­kil eden po­tan­si­yel de sa­de­ce ve sa­de­ce bu pra­tik­ler­de­dir.
Sos­yal bi­lim­ler, özel­de an­tro­po­lo­ji ve sos­yo­lo­ji bu hu­su­su göz ar­dı et­ti­ği için, ya di­nin be­den­sel pra­tik­le­ri­ni kim­lik ve si­ya­sal he­def bo­yu­tun­da yo­rum­la­ma­nın öte­si­ne ge­çe­mi­yor ya da me­se­la ör­tü­de ol­du­ğu gi­bi “Ka­dın­lar na­sıl olu­yor da ken­di­le­ri­ni ikin­cil­leş­ti­ren, ‘ata­er­kil’ bir uy­gu­la­ma­ya ta­lip ola­bi­li­yor­lar?” so­ru­su­na ta­kı­lıp ka­lı­yor.

Paylaş Tavsiye Et